Felsefe hakkında her şey…

Dil felsefesi nedir?

15.11.2019
7.124
Dil felsefesi nedir?

Dil felsefesi en basit hâliyle “dil üzerine oluşturulmuş felsefi soruların tartışıldığı felsefe alanı” olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanımda sözü geçen “dil” Çince ya da Türkçe gibi belirli bir dil değil, en geniş anlamda tüm diller arasındaki ortak olan yapıdır.

Dünyada kullanılan diller arasında kuşkusuz ki büyük farklar bulunur. Kimi dillerde eylem (fiil) tümcenin sonuna gelir, kimilerinde ortaya; kimi ilkel dillerde üçten büyük sayı kavramı bulunmazken daha gelişmiş dillerde sonsuz sayı kavramı bulunur; kimi dillerde yer alan bazı duyguları karşılayan terimler başka dillerde yer almaz. Kısaca hem tümce yapısı hem de sözcük dağarcığı açısından doğal diller birbirlerinden çok farklı olabilir.

Dil bilim diller arasındaki bu tür farklılıkları araştırırken dil felsefesi tüm diller arasında ortak olanı bulma çabasındadır. Örneğin diller arasında tümce yapıları büyük farklılıklar taşısa bile, birçok filozofa göre tüm dillerin mantıksal yapıları özne ile yüklem ayrımını barındırır. Hatta ünlü Alman filozof Immanuel Kant’a göre özne/yüklem biçimi insan düşüncesinin temelini oluşturur.

Kısaca dil felsefesi dilin yapısı, terim ve tümcelerin anlamları, dilin dünya ve insan düşüncesi ile ilişkisi, dil kullanımı ve iletişim üzerine felsefi soruların tartışıldığı bir felsefe disiplinidir.

Dil felsefesinin tarihi diğer birçok felsefi disipline göre daha kısa bir zaman önceye dayanır. Antik dönemde ve Orta Çağ felsefesinde dil üzerine bazı felsefi konular tartışılmış olsa da bu tartışmalar özellikle epistemoloji ve ontoloji alanlarında felsefenin klasik problemlerine yönelik geliştirilen düşünceleri desteklemek için kullanılmış ve genel bir dil kuramı geliştirilmemiştir.

On yedinci yüzyılda John Locke, sözcüklerin anlamı ile düşünme ve iletişim kurma arasındaki ilişkiyle ilgili kimilerine göre felsefe tarihindeki ilk dil kuramını geliştiren filozof olmuştur. Daha sonra John Stuart Mill, günümüz dil felsefesinde temel bir konumu olan “gönderme” ile “anlam” arasındaki ayrımın ilk tohumlarını atmıştır.

On dokuzuncu yüzyıl sonlarında özellikle Ferdinand Saussure’nin dil üzerine yapmış olduğu çalışmalar hem dil bilim üzerinde çok etkili olmuş hem de göstergebilimin (semiyotik) ve yapısalcılığın (structuralism) gelişimine öncülük etmiştir. Fakat günümüzde “dil felsefesi” olarak anılan alanın gelişimi ancak yirminci yüzyılın başında özellikle Gottlob Frege ve Bertrand Russell’ın çalışmalarıyla başlar.

Günümüzde epistemoloji, ontoloji, zihin felsefesi, mantık felsefesi ve bilim felsefesi gibi temel alanlarda dil felsefesi geleneğinde gelişmiş olan görüşler ve bu geleneğin yarattığı felsefe dili ağırlığını korumaya devam etmektedir. Analitik felsefe geleneği içinde de dil felsefesi 70’li ve 80’li yıllarda üzerine en çok eser verilen alanların başlarında geliyordu. Kıta felsefesi geleneği içinde de adına genelde “dil felsefesi” denmese bile dile yönelik felsefi soruların tartışıldığı özellikle, semiyotik, yapısalcılık, yapısöküm gibi kuramsal çalışmalar hala ağırlığını hissettirmektedir.

Son yirmi yılda dil felsefesi tartışmaları azalmış ve özellikle zihin felsefesi daha ön plana çıkmış olsa da dil üzerine yapılan felsefi çalışmaların hem kuramsal hem de kavramsal etkisi tüm felsefi geleneklerde büyük ölçüde devam etmektedir. Tarih boyunca birçok düşünür insanın en temel ayırt edici özelliğinin onun düşünen bir varlık olması olduğunu savunmuştur.

Peki nasıl oluyor da düşünebiliyoruz? Düşünme dediğimiz edimi kişinin zihninde yaşadığı bir süreç olarak ele alabiliriz. Her birimiz gün boyu birçok düşünceyi aklımızdan geçiririz; birçok konuda yargılarda bulunuruz, doğruluğundan emin olmadığımız konularda kuşku duyarız, bilmediğimiz şeyleri merak edip sorular sorarız, gelecek için planlar yaparız. Tüm bunlar düşünmenin farklı biçimleridir. Yetişkin normal bir insan iyi bir eğitim alamamış olsa da hatta okuma yazma bilmese bile yine de bu tür düşünceleri üretmekte hiç de zorlanmaz. İşte düşünmenin bu farklı biçimleriyle her birimiz dünyayla ve diğer insanlarla bir ilişki içerisine gireriz. Felsefenin birçok alanı kişinin düşünce yoluyla dünyayla kurduğu bu ilişkinin farklı boyutlarına yoğunlaşır. Örneğin epistemoloji, düşünce yoluyla kişinin dünyayla kurduğu ilişkinin en önemli türlerinden biri olan bilme kavramını ele alır; ahlak felsefesi insan davranışlarına yönelik yargılarımızın hangi koşullarda ahlaki açıdan doğru olduğunu inceler; estetik güzel olana yönelik yargılarımızın kaynağını bulmaya çalışır. Tüm bu alanlar bir anlamda düşüncenin bir türünü el alırlar. Dil felsefesi ise, çok daha genel olarak, içeriği her ne olursa olsun insanın dili sayesinde oluşturduğu düşünceleri yoluyla dünyayla kurduğu ilişkiyi inceler.

Peki, düşünmek için dil gerekli midir? Bu soru hem felsefe de hem dil bilim ve psikoloji gibi bilim alanlarında çok tartışılmış ve hala tartışılan bir konu olmaya devam ediyor. Soruya vereceğimiz yanıt bir ölçüde “dil” dediğimiz şeyin ne olduğuna bağlı. Gündelik tartışmalarda ve hatta bilimsel bazı söylemlerde birçok hayvan türünün dili olduğu varsayılır. Örneğin arıların dilinden bahsedilir. Arıların birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan çok gelişkin bir iletişim dizgeleri olduğunu biliyoruz. Buna “dil” denir mi? Eğer denirse arılar merak eden, öğrenen ve düşünen hayvanlar mıdır? Bu tür sorulara burada bir yanıt arayışına girmeyeceğiz. Zira dil felsefesinin temel çalışma alanı bir iletişim dizgesi olmanın çok ötesine geçmiş olan insan dilleridir.

Günümüz dil felsefecileri açısından dil yalnızca bir iletişim dizgesi değildir. Dil sayesinde bildiğimiz, hatta bilmediğimiz şeyler hakkında yargılarda bulunuyoruz, merak edip soru sorabiliyoruz; dilin bu temel özelliğini ele alırsak o yalnızca bizim iletişim kurmamıza yarayan bir araç olmaktan çıkar. Arıların ya da karıncaların çok gelişkin bir iletişim dizgeleri olsa da, salt bu, onların düşünen varlıklar olduğunu göstermez. Benzer bir soru son zamanlarda büyük gelişme kaydetmiş olan Bilişsel Bilim ve onun alt kolu olan Yapay Zeka alanlarında da ortaya çıkar.

Bir bilgisayar düşünür mü? Bu soru da günümüzde sıkça gündeme gelen ve üzerine çok tartışılan bir sorudur. Bunlara da burada bir yanıt arayışına girmeyeceğiz. Ancak bu içerik boyunca dil felsefesi üzerine tartışacağımız birçok konu dolaylı olarak dil ile düşünce arasındaki ilişkiye ışık tutacaktır.

DİL FELSEFESİ

Dil felsefesi, felsefenin dil ile uğraşan bir dalıdır. Örneğin dil, bilinç ve gerçeklik arasındaki bağlamları ele alan bir felsefe dalıdır. Bu noktadan iki araştırma alanı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki dil ve gerçeklik arasındaki ilişki, ikincisi de dil ve bilinç arasındaki ilişkidir. Bundan dolayı dil felsefesi bilgi kuramsal felsefenin (epistemoloji) birbirine komşu alanlarının ve akıl odaklı felsefenin yakın bağlamında yer almaktadır.

Dil felsefesi dil analizi ile aynı değildir. Kavram analizi olarak da bilinen dil analizi Sokrates’ten bu yana bilinen bir felsefi yöntemdir ve bu içerisinde felsefi uygulamanın farklı alanlarının bulunduğu felsefi bir yöntemdir.

İlgili konu: Diyalektik yöntem nedir?

Dil felsefesi içerisinde bu yöntem özellikle dili tanımlamakta kullanılan kavramların analizi için kullanılmaktadır. Örnek olarak “anlam, anlayış” gibi kavramların analizi için kullanılmaktadır.

Dil felsefesi aynı zamanda da dil biliminin bir alt alanıdır. Dil felsefesi hem yöntemleri büyük ölçüde deneysel olan genel dilbiliminin, hem de gösterge ve gösterge sisteminin kuramı olan gösterge bilimin (semiyotik) bir dalıdır.

İlgili konular:

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım
Kaynak: Dil Felsefesi, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2649 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1615

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...