Otoriteryen Kişilik Kuramı Nedir?
Otoriteryen kişilik kuramı; geleneklere körü körüne bağlılık, otoriteye abartılı bir saygı ve toplumun kurallarına uymayanlara karşı düşmanlık besleme ile nitelenen bir kişilik örüntüsüdür.
Almanya’da Nazi faşizminin yükselişi, ABD’de bir grup araştırmacıyı faşist rejimleri mümkün kılan psikolojik özellikleri çalışmaya yöneltmiştir.
Adorno’nun başını çektiği bu grup, anket ve görüşmeye dayalı pek çok araştırmadan sonra, ortaya çıkışını psikanalitik kuramla açıkladıkları, otoriteryen kişilik görüşünü geliştirmişlerdir.
Araştırmacılar, işe Amerikan işçilerindeki Yahudi karşıtlığının derecesini ölçerek başlamışlar ve daha sonra diğer azınlık gruplarına yönelik ön yargıların ve kendi gruplarına yönelik etnosentrik tutumların olup olmadığını araştırmışlardır.
Otoriteryen kişilerin sadece bir azınlık grubuna değil, tüm azınlıklara güçlü ön yargıları olan bağnaz kişiler olduğu ortaya çıkmıştır (Hogg ve Vaughan, 1995).
Araştırmacılar bundan sonra belirli gruplara yönelik ön yargıları hiç söz konusu etmeksizin, kişilerdeki otoriteryen ve faşist eğilimleri belirlemek üzere F (Faşizm) ölçeği geliştirmişlerdir.
F ölçeğinde, otoriteryen kişiliği saptamaya yarayan dokuz boyut mevcuttur.
OTORİTERYEN KİŞİLİĞİ SAPTAMAYA YARAYAN BOYUTLAR
- Gelenekçilik (convansiyonalizm): Geleneksel, orta sınıf değerlerine katı bağlılık.
- Otoriteryen boyun eğme: Ait olunan grubun idealize edilmiş ahlaki otoritelerine yönelik, sorgulayıcı olmayan, boyun eğici tutum.
- Otoriteryen saldırganlık: Geleneksel değerleri çiğneyenleri ya da çiğnemek isteyenleri yakalamak için tetikte olma, onları kınama, reddetme ve cezalandırma
- Öznelci bakış karşıtlığı: Öznel, yaratıcı, esnek düşürmeye karşı olma.
- Boş inançlı ve kalıp yargılı olma: Bireyin, kaderinin mistik olarak belirlendiğine dair inançlara sahip ve katı kategorilerle düşünme eğiliminde olması.
- Güç ve “sertlik”: Sürekli baskı-boyun eğme, güçlü-zayıf, lider-takipçi boyutlarıyla düşünmek ve kaygı duymak, güçlü kişilerle özdeşleşme, duyarlılık ve sertlik konusunda abartılı bir iddia sahibi olma.
- Yıkıcılık ve sinisizm (olumsuzculuk): Genelleşmiş bir düşmanlık, insanları yerine ya da onlara iftira atma.
- Yansıtma eğilimi: Dünyada olan bitenin vahşi ve tehlikeli olduğuna inanmaya yatkınlık; bilinçdışı çatışmaları dışarı yansıtma.
- Cinsellik: Cinsellikle ilgili faaliyetlere yönelik abartılı ilgi.
Tüm bu boyutlar içinde, otoriteryen kişiliğin saptanmasında özellikle ilk üç boyutun (gelenekçilik, otoriteryen boyun egme ve otoriteryen saldırganlık) önemli olduğu belirtilmektedir (Augostinos, Walker ve Donaghue, 2006: 227).
Adorno ve arkadaşları otoriteryen kişiliğin kökeninin acımasız çocukluk deneyimlerinde yattığını ileri sürmüşlerdir.
Psikanalitik olarak ifade edilecek olursa, bu kişiler, çocukluklarında, bir tarafta aşırı idealleştirilmiş ve diğer tarafta aşırı olumsuzlukla dolu olan ikili bir dünya deneyimlemişlerdir.
Bu yaklaşıma göre, katı ve fakat tutarsız aile disiplini, otoriteye kolayca boyun eğmeyi öğrenen, fakat aynı zamanda kendi ihtiyaçlarını ve duygularını ifade etmeye korkan çocuklar üretir.
Bu tür ana-baba-çocuk etkileşimleri sonucu, çocukların bazıları kendilerinin kötü olduğuna inanacak ve babalarının koyduğu standart ve beklentilere ulaşmak için çabalayarak mazoşist hale gelebilirler. Aynı zamanda da itaat etmenin önemini öğrenirler.
Psikanalitik dilde, bu tür deneyimleri yaşayan çocuklar ebeveynlerinin, özellikle de babanın standartlarını içselleştirirler ve güçlü ve cezalandırıcı bir süperego ya da bilinç geliştirirler. Gündelik dilde, bu, çocuğun kendini sürekli acımasızca sosyal standartlara göre yargılaması anlamına gelir. İtaatin önemi ve otoriteye saygı yetişkinlikte de devam eder.
Diğer otorite figürleri (öğretmenler, grup liderleri, politik figürler) ebeveynlerin yerine geçer ve ebeveynler gibi güçlü ve disiplinli olarak algılanan kişilere aşırı saygı gösterilir. Ancak acımasız ebeveynlik pratikleri ve otoriteye aşırı saygı, ebeveynlere ya da diğer otorite figürlerin yöneltilemeyecek aşırı bir kızgınlık da üretir.
Adorno ve arkadaşları, bu kişilerin psikolojik gerilimi azaltmak için, bilinçsiz bir biçimde savunma mekanizmaları kullandığını ileri sürerler. Böylece, kızgınlıklarını kendilerinden daha zayıf ya da aşağı olarak algıladıkları kişilere yansıtırlar (Gough ve McFadden, 2001: 195).
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Psikolojiye Giriş” ve 2. Sınıf “Deneysel Psikoloji”, 4. Sınıf “Sosyal Psikoloji” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Psikoloji Ders Kitapları ve MEB Liseler İçin Psikoloji Dersi Ders Kitapları
Bir sosyal hizmetler öğrencisi olarak, bu konuyu araştırırken bu bilgilendirici ve zihin açıcı yazıyı buldum. Çok aydınlatıcı oldu teşekkür eder; bütün yazılanların hepsinin de, kendi yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak doğru bilgiler olduğunu söylemek isterim…