Felsefe hakkında her şey…

Sentaks, semantik ve pragmatik ayrımı

12.10.2022
2.181

Dil felsefesini temel soruları itibarıyla üç çalışma alanına ayırabiliriz:

  1. Dilin yapısı üzerine yoğunlaşan sentaks,
  2. Terimlerin anlamlarını temel konu olarak alan semantik,
  3. Dil kullanımıyla ilgili felsefi soruları araştıran pragmatik.

SENTAKS

Dil felsefesinin temel bir alanı olan sentaks, “Bir tümceyi oluşturan terimlerin mantıksal çözümlemesi nedir?”, “Terimlerin bir araya gelerek bir tümce oluşturmasını ne sağlar?”, “Tüm dillerin yapıları temelde aynı mıdır?” türünde soruları tartışarak dil felsefesi içinde gelişmiş, bir yandan modern mantığın yeşermesini sağlamış diğer yandan da dil bilimin en temel çalışma alanlarından birisi hâline gelmiştir.

Sentaksın felsefede bir alan olarak gelişimi ağırlıklı olarak Frege ve Russell ile başlayıp Wittgenstein ve Carnap ile devam etmiş, daha sonraları özellikle Chomsky ile dil bilimin en temel çalışma alanlarından biri haline gelmiştir.

Sentaksın ve modern mantığın kurucusu olarak anılan Frege, basit tümceleri özne ve yüklem olarak iki mantıksal kategoriye ayırır. Özne konumundaki terim bir nesneye gönderme yaparken, nesneye bir nitelik atfetmemizi sağlayan yüklem de bir kavrama gönderme yapar.

Öznenin ve yüklemin tümce içinde sentaktik işlevleri arasında önemli bir fark bulunur: mantıksal öznenin yalnızca tek bir nesneye gönderme yapma işlevi varken, yüklem birbirinden farklı öznelere yüklenebilir. Bu sayede çok az sayıda basit terime sahip bir dilde, çok sayıda, hatta bazı durumlarda sonsuz adet tümce üretmek mümkün hale gelir. Örneğin “Sokrates konuşkandır” tümcesinde, mantıksal özne konumundaki “Sokrates” adı tek bir nesneye gönderme yapar, ancak “… konuşkandır” yükleminin boşluğunu farklı öznelerle doldurarak yepyeni tümceler üretebiliriz. Frege, Russell ve daha sonraları Chomsky doğal dillerin tümce yapılarındaki bu özelliği çalışmalarının en temel unsuru haline getirirler.

Özne konumunda yer alan terimler özel adlarla sınırlı değildir, adı olmayan nesnelerden bahsetmemizi sağlayan tekil terimler de bulunur. Bunlar arasında en basit olanları kişi ve nesne zamirleridir: “o”, “bu”, “sen”, “ben” gibi tekil terimler sayesinde, isimleri olmayan, ya da isimlerini bilmediğimiz nesneler hakkında tümceler kurabiliyoruz. Bunun yanı sıra bir nesneye betimleme yoluyla da gönderme yapılabilir. “Aristoteles’in annesi”, “Türkiye’nin ilk kadın bakanı”, “Ay’ın görünmeyen yüzü”, “en küçük asal sayı” gibi betimlemeleri bir tümcede özne konumunda kullanabiliyoruz. Bu tür karmaşık (yani parçalardan oluşan) tekil terimlerin iç yapısını çözümlemek de sentaksın alanına girer.

SEMANTİK

“Anlam nedir?”, “Sözcükler nasıl anlam kazanır?”, “Sözcüklerin bir araya gelerek oluşturdukları tamlama, tümce ve yüklem gibi karmaşık terimler nasıl anlam oluşturur?”, “Bir terimin anlamı ile dünya arasındaki ilişki nedir?” gibi soruların tartışıldığı semantik dil felsefesinin en temel alanıdır.

Yirminci yüzyılda özellikle Gottlob Frege’nin yolunu açtığı ve felsefe tarihine dile dönüş olarak geçen dönemden önce kapsamlı bir anlam kuramına rastlayamayız. Ancak anlam üzerine birçok felsefi görüşün temellerinin Antik Yunan felsefesinde atıldığını görüyoruz. Formların zihinden bağımsız varlıklar olduğunu iddia eden Platon, Frege’nin nesnel (objektif) anlam kuramının zeminini oluşturur. Aristoteles’in Platon’a karşı çıkarak oluşturduğu Tümeller Tartışması ve bunun bir uzantısı olan ve özellikle Orta Çağ felsefesinde ağırlığını hissettiren Nominalizm öğretisi de anlam üzerine bazı düşünceleri içinde barındırır.

Günümüz felsefesine büyük etki bırakmış olan Frege’nin anlam/gönderme kuramı, varsaydığı metafizik savları açısından temelde birçok eleştiriye maruz kalmış olsa da, anlam kavramı üzerine bazı temel savları hem dilbilimde hem de dil felsefesinde yapılan çalışmalarda ağırlığını koruyor. Bir terimin anlamı aracılığıyla, o terimin gönderme yaptığı nesneyi zihnimizde temsil etmemiz, onu düşünmemiz, ve onun hakkında yargılarda bulunmamızın nasıl olanaklı olduğuna dair Frege’nin öne sürdüğü görüş bir çok düşünür tarafından kabul görüyor. Ayrıca bir tümceyi oluşturan terimlerin anlamlarının, o tümcenin anlamını nasıl oluşturduğuna dair Frege’nin geliştirdiği çözümleme yöntemi ve terminoloji, dil üzerine yapılan çalışmalarda merkezi konumunu günümüzde de sürdürüyor.

“Anlam nedir?” sorusu semantiğin temel sorularından biridir. Bu soruya verilen değişik yanıtlar farklı anlam kuramlarının doğmasına yol açmıştır.

Semantiğin diğer bir temel konusu bir tümcenin anlamı ile o tümceyi oluşturan terimlerin anlamları arasındaki ilişkidir. Örneğin “Sokrates akıllıdır” tümcesinin Türkçedeki anlamı, “Sokrates” adı ile “akıllıdır” yükleminin anlamlarının bileşkesinden oluşur.

Çoğu dil felsefecisine göre tümce, bir dilin sentaktik yapısı içinde yer alan karakterlerden (harf, sembol vs. ) oluşan terimlerin belirli sentaktik kurallara göre bir araya gelmesiyle oluşur. Dolayısıyla tümce sentaktik bir varlık iken, o tümcenin anlamı semantik bir varlıktır. Bundan dolayı çağdaş dil felsefecilerinin birçoğu tümceyi, o tümcenin anlamından ayırır. Bu ayrımı daha iyi kavrayabilmek için bir dilde dile getirilen bir tümceyi o tümcenin bir başka dildeki çevirisiyle karşılaştırabiliriz. Örneğin Türkçedeki “Sokrates akıllıdır” tümcesini İngilizceye çevirdiğimizde elde edeceğimiz “Socrates is wise” tümcesi farklı bir tümcedir. Biri iki sözcükten oluşurken, diğeri üç sözcükten oluşur; birinin yüklem terimi “a” harfiyle başlarken, diğerininki “w” harfiyle başlar. Tümceler farklı olsa da iki tümcenin anlamları (çevirinin doğru olduğunu varsayarsak) aynıdır. Tümce ile o tümcenin anlamı arasında bir ayrım yapmasaydık, farklı dilleri konuşan insanların düşüncelerinin aynı olabilmesini açıklamak olanaklı olmazdı. Örneğin, Türkçe dışında bir dil bilmeyen bir insan dünyanın yuvarlak olduğu yönündeki düşüncesini “dünya yuvarlaktır” tümcesiyle dile getirebilirken, Çince dışında bir dil bilmeyen bir Çinli aynı düşünceyi farklı bir Çince tümceyle dile getirir. Eğer bu iki insanın aynı düşüncede olduğunu varsayarsak iki tümcenin aynı anlama geldiğini söylemek gerekir.

Bu ve benzer nedenlerden dolayı çoğu dil felsefecisi tümce ile “önerme” arasındaki ayrımı kabul eder: daha önce de belirttiğimiz gibi dil felsefesi içinde teknik bir terim olarak kullanılan “önerme” terimini bir tümcenin bir dil içinde ifade ettiği anlam olarak tanımlayabiliriz. Bu görüşe göre düşünmenin temelini tümceler değil önermeler oluşturur. Dünyanın yuvarlak olduğunu düşünmek, salt bir tümceyi zihinde canlandırmak değildir. Kişi anlamını bilmediği bir tümceyi de zihninde canlandırabilir, ancak bu durumda düşünce (ya da inanç, bilgi vs. ) oluşmaz. Bu düşüncede olmak için o tümcenin dile getirdiği önermenin kavranması gerekir.

Semantiğin en temel konularından biri de dil-dünya ilişkisidir. Bu ilişkiyi genelde dil felsefecileri gönderme kavramı ile dile getirirler. Gerçekçi (realist) anlayışa göre özel ad, zamir, ad tamlaması gibi tümcenin özne konumunda yer alan bir tekil terim tek bir nesneye gönderme yapar. Burada sözü geçen nesne kavramının kaplamının ne olduğu konusu ontolojik kuramlara göre değişir. Örneğin her şeyin fiziksel olduğunu savunan bir fizikalist, nesneyi fiziksel bir varlık olarak ele alırken, sayı gibi soyut nesnelerin varlığını kabul edenler nesneler kümesini fiziksel alanın ötesine taşırlar. Diğer yandan yüklemlerin göndergelerinin ne olduğu konusu da başlangıcı en azından antik felsefeye kadar uzanan tümeller problemine kadar geri gider. Yüklemlerin göndergeleri konusunda ontolojik görüşlerine göre felsefeciler tümel, nitelik, özellik, kavram, davranışsal eğilim vs gibi birbirinden farklı birçok varlık türü önermişlerdir. Dahası bu önerilen varlıkların ne tip şeyler olduğu konusunda da bir uzlaşma bulunmaz. Örneğin yüklemlerin göndergelerinin kavramlar olduğunu söyleyen iki felsefeci, kavramların ne olduğu konusunda anlaşamayabilirler; bazı nominalistler kavramları zihinsel ve öznel varlıklar olarak görürken, Frege gibi bazı realistler ise kavramları zihinden bağımsız soyut varlıklar olarak tanımlarlar. Diğer yandan “semantik holizm” adlı öğretinin bazı yorumlarına göre terimlerin göndergeleri ancak bir dilsel çerçeve ya da bir bağlam içinde ortaya çıkar.

Çok tartışmalı bir başka soru da tümce ile dünya arasındaki bağıntının ne olduğu sorusudur. Bu soruyu ilk defa felsefi açıdan ele alıp ayrıntılı biçimde tartışan Frege olmuştur. Frege’ye göre bir tümcenin göndergesi iki nesneden biri olmalıdır: Doğru ve Yanlış. Ancak Frege’nin doğruluk değerlerini birer nesne olarak ele alan bu görüşü günümüzde pek kabul görmüyor. Özellikle Mantıksal Atomculuk döneminde Russell’ın savunduğu bir görüşe göre tümcelerin dünyada karşılık geldiği şeyler “olgu”lardır. Ancak Russell bu ilişkiyi dile getirirken gönderme kavramını kullanmaz. Bu görüşten yola çıkarak doğru bir tümcenin dünyada bir olguya gönderme yaptığını söyleyebiliriz. Ancak bu durumda yanlış bir tümcenin göndergesinin ne olduğu sorusunu yanıtlamak zor görünür. Bundan dolayı bazı felsefeciler tümcelerin olgulara değil, “olanaklı durumlara” gönderme yaptığını savunurlar. Örneğin “Sokrates bir filozoftu” tümcesi geçmiş bir olguya gönderme yaparken, “Sokrates bir atletti” tümcesi olanaklı (ancak gerçekleşmemiş) bir duruma gönderme yapar.

Wittgenstein’ın Tractatus’ta savunur gibi göründüğü bu yaklaşım da sorunsuz değildir. Bu durumda olanaklı olmayan bir durumu dile getiren (yani zorunlu olarak yanlış olan) bir tümcenin göndergesinin ne olacağını açıklayamayız. Diğer yandan bazı felsefeciler de tümcelerin anlamları dışında ayrıca birer göndergeleri olduğunu reddederek bu sorunlardan kaçmayı yeğlerler.

PRAGMATİK

Tümcelerin yapısını araştıran sentaks ile tümcelerin anlamlarını araştıran semantik dışında, dil felsefesinin diğer bir önemli alanı olan pragmatik, tümcelerin kullanımıyla ilgili felsefi sorulara yoğunlaşır.

“Bir tümceyi kullanarak düşünce dile getirmenin koşulları nelerdir?”, “Tümcenin anlamı ile, o tümceyi kullanarak dile getirmek istediğimiz düşünce ve o tümceyi duyan dinleyicinin kavradığı düşünce arasındaki ilişki nedir?” türünde dil kullanımı, dili kullananın içinde bulunduğu bağlam, kullanıcının niyetleri gibi konuların tartışıldığı bir alan olan pragmatik hem dil felsefesi içinde hem de dil bilimde özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeşermiş bir alandır.

Bir tümcenin (bir dil içinde) ifade ettiği anlam ile, o tümceyi kullanan kişinin dile getirmek istediği anlam arasında Grice’ın yaptığı ayrım pragmatiğin en temel konularından biridir. Örneğin bakkala girip “Ekmek var mı?” diye sorduğumuzda amacımız bakkalda ekmek olup olmadığı konusunda merakımızı gidermek değil, ekmek satın almak istediğimizi dile getirmektir. Bu isteğimiz tümcenin anlamından değil, o bağlamda kurulan iletişime dair bazı pragmatik kurallardan ortaya çıkar.

Gönderme kavramı özde semantik bir kavramdır, yani bir terim ile bir şey (nesne, kavram, nitelik vs.) arasındaki ilişkiye işaret eder. Diğer yandan, kişinin bir terimi kullanarak bir şeye gönderme yapması durumunu ifade eden pragmatik bir gönderme kavramı da hem felsefede hem de gündelik dilde sıklıkla kullanılır.

Semantik gönderme kavramı bir terim ile bir şey arasında soyut bir ilişkiyken, pragmatik gönderme kavramı bir kişinin bir terimi kullanarak gerçekleştirdiği bir iş, daha doğrusu (Austin’in deyimiyle) bir dil edimidir. Örneğin, “Sokrates çok konuşurdu” tümcesini dile getirdiğimde, “Sokrates” adını kullanarak Sokrates’e gönderme yapıyorum. Bu durumda ismin semantik göndergesi ile benim bu adı kullanırken gönderme yaptığım şey aynıdır. Ancak bazı durumlarda semantik gönderge ile pragmatik gönderge birbirlerinden farklı olabilir.

Kaynak: Dil Felsefesi, s. 9-12, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2649 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1615

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...