Jean-Paul Sartre Kimdir?
Tam adıyla Jean-Paul Charles Aymard Sartre ve bilinen adıyla Jean-Paul Sartre 21 Haziran 1905 ila 15 Nisan 1980 tarihleri arasında yaşamı olan ünlü Fransız yazar ve filozoftur.
Felsefi romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında Varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıla damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur.
O, her şeyden önce bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.
SARTRE’IN FELSEFEYE BAKIŞI
Sartre’a göre felsefe yapmadaki amacımız, yaşamımızı ve deneyimlerimizi anlamak ve önceliklerimiz açısından değerlendirebilmektir. Bunun için felsefi, özellikle de varlıkbilimsel çözümlemelere gereksinim duyarız.
Sartre’ın felsefi yolunu çizen temel sorun, özgürlüğün olgusallıkla ilişkisi sorunudur. Bu düşünsel yolculuğun üç uğrağı vardır: Birinci uğrakta sorun bilincin dünyayla ilişkisinin ne olduğu sorunudur.
Bilinci bilinç yapan şey ve dünyanın belirmesi yönelimsellik dolayısıyla açıklanır. Bu uğrakta, Sartre’ın düşüncesinin kavramsal zemini hazırlanır.
İkinci ve üçüncü uğraklarda temel sorun “özgürlük” ile “olgusallık” ilişkisidir. İkinci uğrak olan “Varlık ve Hiçlik”te özgür projelerim olgusallığımın bana nasıl belireceğini etkiler. Üçüncü uğrakta, “Diyalektik Aklın Eleştirisi”nde, burjuva bireyciliği olarak eleştirilen bu tez yeniden gözden geçirilir. Fenomenoloji ile Marx’ın sentezi yapılarak özgürlük ile olgusallık ilişkisi tarihsel ve politik boyutuyla ele alınır.
Sartre, Husserl’in yönelimselliği “Her bilinç bir şeyin bilincidir.” diye tanımlamasına katılır. Ancak yönelimselliğin içine kapalı bir bilincin dışarı çıkması demek olmadığını belirtir. Bilinçte bir içkinlik yoktur, bilinç aşkınlık hareketidir. Sartre bu sebeple transandantal bir egonun varlığına da karşı çıkar.
Ona göre yönelimsellik sayesinde şeyler ile bilinç tek bir hamlede verilirler. Buna karşın, bilinç, kendi hâllerini incelediğinde daha önce varolmayan yeni bir nesne, bir ego yaratır. Böylece Sartre hem Husserl’i hem de Descartes’ı reddetmiş olur.
Sartre Varlık ve Hiçlik’e bilinç ile bilincin dışındaki gerçeklik arasında bir ayrım yaparak başlar. Ego’nun Aşkınlığı’nda yönelimselliğin aşkınlık (transcendance) olduğunu ileri sürmüştü.
Varlık ve Hiçlik’te bilincin aynı zamanda aşkın (transcendant) bir varlıkla ilişkide olduğunu söyler. Bilinç dünyayı yaratmaz, dünya zaten bilinçten bağımsız olarak varolan aşkın bir varlık zemininde bilince belirir.
Bu beliriş bilinçten bağımsız değildir. Bilinçte bilincin kendisi olmayan bir varlık ifşa olur. Bilinç, yönelimsellik özelliği sayesinde onu kendisine ifşa eder. Tıpkı Kant’ın kendinde şey’i gibi, kendinde-varlık da ulaşılmazdır, o bilinçle ilişkide bizim tecrübe ettiğimiz dünya olarak belirir.
Sartre’ın siyaset felsefesine ait görüşleri dogmatik, indirgemeci, ereksel ve belirlenimci değildir. Tarihte özgürlüğün rolünü yeniden değerlendirir. Praksisin tarihin yaratıcısı olduğunu savunur, ama bu praksisin keyfi ve rastlantısal olmadığını da belirtir.
Doğru değerlendirmelerin verili koşulları hesaba katmayı ve olayları tekilliği içinde ele almayı gerektirdiğini öne sürer. Ortak özgürlüğün ancak sömürünün son bulmasıyla gerçekleşebileceğini savunan bu anlayış, özgürleşme ile sosyal adaleti ilişkilendirir.
SARTRE ve VAROLUŞÇULUK
Varoluşçuluk denince akla gelen filozof esas olarak Jean Paul Sartre’dır. Sartre, aslında sadece varoluşçuluk içinde önemli bir yer tutmakla kalmaz, onun 20. yüzyılın model filozofu olduğu, pek çok kimse tarafından kabul edilir.
Gerçekten de Sartre sadece felsefi bir sistem kurmakla, varoluşçuluk adı verilen akımın en önemli temsilcisi, hatta pek çoklarına göre kurucusu olmakla kalmayıp, romanlar, oyunlar yazmış, edebiyat eleştirisi yapmış ve eylem içinde olmuştur.
Buna göre, politik analizleri ve söz gelimi Cezayir ve Vietnam Savaşlarına karşı çıkışlarında somutlaşan eylemciliği yoluyla Sartre, uluslararası olayların akışına etki etmeye çalışmıştır.
Varoluşçuluğu yanında, zamanının hâkim teorilerine bir şekilde meydan okuyan, örneğin Marksizmi yeni baştan şekillendirmeye çalışırken, Freud’un kişileri anlama tarzını gözden geçiren Sartre, felsefi olarak insan varlıklarının doğası ve gündelik hayatıyla ilgili her şeyi ele almıştır.
Sartre’ın sistemini kurarken, pek çok şey yanında, Husserl’in fenomenolojisinden yoğun bir şekilde etkilendiği kabul edilir. Hatta bu etkiyi ifade etmek amacıyla, Heidegger’in Husserl’in dizinin dibinden çıkıp büyümesi gibi, onun da Heidegger’in dizinin dibinden çıkıp geliştiği söylenir.
O, öte yandan varoluşçu filozofların sistem karşıtı filozoflar olduğu düşüncesini yalanlayacak şekilde, bir felsefe sisteminin bütün ayrıntılarını ortaya koyan sıkı bir teorisyendir.
İlgili konular:
- Sartre’ın felsefesinin güzergâhı
- Sartre’ın Varlık Felsefesi Anlayışı
- Yönelimsellik ve egonon aşkınlığı
- Varlık ve hiçlik
- Kendini aldatma ve otantiklik (sahicilik)
- Diyalektik aklın eleştirisi
- Sartre’ın ahlak felsefesi anlayışı
- Özgürlük ve varlığın iki türü
- Özgürlük ve ateizm ilişkisi
- Varoluş özden önce gelir
- Sartre’ın hayatı ve eserleri
- Sartre ve Fransız varoluşçuluğu
- Sartre’ın metafizik anlayışı
- Aydın tavrı nedir?
- Varoluşçu Marksizm nedir?
- Sartre’da Bulantı Duygusu ve Bulantı
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı