Felsefe hakkında her şey…

Edmund Husserl Kimdir?

04.11.2019
9.804
Edmund Husserl Kimdir?

Edmund Husserl, 8 Nisan 1859’da Moravya’da Possnitz’de doğan ve 27 Nisan 1938’de Freiburg’da yaşamını noktalayan, özellikle fenomenolojik felsefesiyle tanınan ünlü Alman filozoftur. Husserl Berlin ve Viyana’da matematik, fizik, astronomi, felsefe eğitimi almış, 1883’ten itibaren matematiksel çözümlemeler içeren çalışmalarıyla dikkat çekmiştir.

1901-1916 yıllarında Göttingen Üniversitesinde matematik ve felsefe dersleri veren Edmund Husserl bu arada zamanının önemli düşünürleriyle, örneğin Dilthey ve Scheler gibi isimlerle etkileşim hâlinde olmuştur.

Edmund Husserl her zaman felsefeye yeni bir yön çizme çabası içinde olmuştur. Onun düşüncesine göre felsefe her tür sonradan inşa edilmiş kurgusal bağıntıdan ayrı olarak, kendini özsel biçimde temellendirmelidir.

HUSSERL’İN FELSEFE ANLAYIŞI

Edmund Husserl Hegelcilik’in etkisini yitirdiği ve Yeni-Kantçılık’ın akademilerde etkili bir güç hâline geldiği bir dönemde felsefeye yeni bir yön verme çabasında olmuştur. Felsefe içerisinde tüm metafizik spekülasyonlardan ve bilimci ön yargılardan sıyrılmayı arzu eden yepyeni bir başlangıç yapmaya ve bu hayli emek isteyen başlangıca uygun bir felsefe sistematiği oluşturmaya yönelmiş ve fenomenoloji olarak bilinen felsefe hareketinin temellerini atmıştır.

Edmund Husserl, fenomenolojinin kurucusudur.

Edmund Husserl, fenomenolojinin kurucusudur.

Her ne kadar başka filozoflarda da fenomenolojik kavrayışa ortak bir takım felsefi kaygılar görmekteysek de özgün ve özgürleştirici bir felsefi hareket olarak fenomenoloji ilk kez Edmund Husserl tarafından, felsefeyi kuşkuya yer vermeyen, kesin bir inceleme yöntemi olarak kurmak amacıyla kullanıldı.

Husserl’ın fenomenolojisinde, çıkış noktası olarak hocası Franz Brentano’nun belirleyici bir rolü vardır. Husserl, kendi fenomenolojik yöntemini dayandırdığı “yönelimsellik” fikrini Brentano’dan alır ve onu geliştirmek suretiyle hocasında mevcut olmayan özgün bir yönelimsellik anlayışı sunar.

Husserl’in amacı her şeyden önce, felsefeyi tabansız ön yargılarından kurtarıp ayakları yere sağlam basan bir araştırma yapısına kavuşturmaktır. Bu yaklaşıma uygun olarak, kendisinden önce aynı fikre sahip olan düşünürler gibi, o da belirli bir özgül yöntemle felsefenin bağımsız bir varlık alanına sahip olduğu fikrinden hareket etti.

Bu özgül varlık alanı elbette fenomenlerden oluşmaktaydı, ki bunlar bilinen anlamda “gerçek” nesnelerden oluşmamaktadır, yani sadece tikel deneyim ve ampirik duyu verisi ile bilinen şeyler değildir. Felsefenin görevi, fenomenler dünyasına girmek ve orada şeylerin özsel yapısını görüp anlamaktır.

Fenomenolojik yöntem bu noktada devreye girer.

Heidegger, Merleau-Ponty ve Sartre gibi varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiştir.

Heidegger, Merleau-Ponty ve Sartre gibi varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiştir.

FENOMENOLOJİK YÖNTEM

Buna göre belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve “gerçek” bir biçimde tek-yanlı kavranan nesne ve özne parantez içine alınır, yeni ve köklü bir öznellik alanına geri dönülür, onun bağlılaşığı olarak da yeni bir nesnel kutup keşfedilir. Bakış açısında gerçekleşen bu değişiklik fenomenoloji için şeylerin özüne erişim izni veren bir metodolojik başlangıç işlevi görür.

Özetle, özgül bir felsefe disiplini olarak Fenomenoloji’nin kurucusu Edmund Husserl’dir ve Heidegger, Merleau-Ponty ve Sartre gibi varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiş olmanın yanı sıra, daha sonradan Foucault ve Jacques Derrida gibi yirminci yüzyılın ikinci yarısında etkilerini hissettiren felsefecilerin düşüncesinde de önemli bir rol oynayacaktır.

Husserl’e göre aritmetik nesnelere (kavramlara) ulaşmak düşünüme bağlı olduğu için psikolojik süreçlerden bağımsız değildir ama bu nesneler yalnızca ampirik olumsallıklardan da ibaret değildir. Bunlar bir yandan psikolojik süreçler tarafından meydana getirilirler, diğer yandan da zorunlu yapılarında görünün (intuition) nesnesi olarak zorunlu ve evrensel bir bilginin konusu olabilirler.

Husserl’in fenomenolojik etik fikri ve değer kuramı yirminci yüzyıl etiğini çok etkilemiştir. Husserl, kurucusu olduğu fenomenolojinin geniş bir felsefe alanı açtığını düşünür. Çağdaşı filozofları ve öğrencilerini bu alanda birlikte çalışmaya davet eder. Ancak en parlak öğrencisi Heidegger başka bir yönde ilerler. Husserl; Sartre, Merleau-Ponty, Levinas, Derrida, Ricoeur, Michel Henry gibi birçok düşünürün felsefesini etkilemiş, bu filozofların her biri Husserl’i farklı biçimde eleştirerek kendi yollarında ilerlemişlerdir. Aynı kaynaktan beslenerek ve aynı kaynağı eleştirerek gelişen bu felsefelerin bütününe bu nedenle Post fenomenoloji adı verilmiştir.

YÖNELİMSELLİK

Husserl’in ana savı bilincin yönelimselliğidir: “Her bilinç bir şeyin bilincidir.” Yani bilincin daima bir nesnesi vardır. Bu nesne bir hayal, bir sayı, bir masa, bir anı olabilir. Zihin yaşantısı çift kutupludur, onun bir zihinsel edimden bir de nesnesinden oluştuğunu söyleyebiliriz.

Nesne yaşantının gerçek (réel) bir parçası değildir çünkü yaşantıyı aşar ama yönelimsel olarak onda içerilmiştir, onun yönelimsel içeriğidir. Yönelme anlam verme demektir, yönelinen nesne ona verilen anlamın ışığında belirir. Yönelimimizin hakikati görüden kaynaklanır. Eğer şeye anlam veren yönelimim, bir görü edimiyle doluyorsa, o şey gerçekten yöneldiğim gibidir.

Edmund Husserl

Edmund Husserl

FENOMENOLOJİK REDÜKSÜYON

Husserl bilinci yönelimsellik olarak düşünür. Fenomenoloji yönelinen nesnenin nasıl kurulduğunu, özünün ne olduğunu ortaya çıkarmayı hedeşer. Husserl’e göre “şeylerin kendisine” geri gitmelidir. Fenomenlere duyusal görü ve akli görü yoluyla yönelerek bizzat şeylerin kendisini bilebiliriz. Ancak bunun için ilkin “fenomenolojik redüksiyon” yapmak gerekir.

Fenomenolojik redüksiyon herhangi bir tikel bilime veya sağduyuya ait “doğal” bilgiyi askıya alarak bu bilgilerin zihnimizi kilitlemesine izin vermemek, yani epokhe yapmaktır. Yeterince temellendirilmemiş açıklamaları bir yana bırakmazsak kendi gözlerimizle görmek mümkün olmaz.

Fenomenolojik redüksiyon, bilinci aşan nesnenin belirişinin koşullarını ortaya çıkarmak için bu nesnenin varlığı savını parantez içine almaktır. Husserl’e göre aşkın olan her nesne bilincin içkinliğinde kurulur.

Fenomenolojinin temel kavramlarından birisi olan “kurma” (constitution) şeylerin bilince kendilerini göstermeleri sürecidir. Fenomenoloji belirişlerin dünyasına odaklanır, şeylerin nasıl değişmez bazı yapılarıyla algılandığını açımlar. Bunlar bilinç tarafından kurulduklarına göre “gerçeklik” de bizim belirişlerin bir kısmıyla kurduğumuz ilişkinin bir karakteristiği hâline gelir.

Husserl’e göre kendi bedenimiz olarak tecrübe ettiğimiz “yaşayan beden” “nesne olarak beden”den ayrılır. “Yaşayan beden” dünyayı ve kendi kendisini algılayan, hisseden bir varlıktır. Dünyanın bilince verilişi “yaşayan beden” sayesindedir. Husserl’in bedene ilişkin bu düşünümü, özneler-arasılık üstüne düşünümüyle bağlantılıdır. Husserl, nesnelliğin anlamını öznelerarasılıkta bulur.

Bir şeyin nesnel bir biçimde geçerli olması başka zihinlerin onun doğruluğunu onaylayabileceğini varsayar. Kendi bilincimden farklı olarak başkasının bilinci bana dolaysızca verilmez. Yaşayan bedenim ile başkasının bana verili olan bedeni arasında eşleşmeye (paarung) dayanan bir ilişki kurulur. Bu eşleşme ilişkisinde başkası bir alter ego olarak bilincime eşsunulur.

Bana doğrudan verilmeyen başka egonun bedenlerin eşleşmesi sonucunda hasıl olan bir benzerliğin içinden önerilmesidir bu. Yaşam dünyası ile bilimin nesnel dünyası arasındaki ilişki de özneler-arasılık üzerinden kurulur. Husserl deneyim ile yargı ilişkisi üzerinde de düşünür. Ona göre deneyim üzerine bir yargı verilmesini mümkün kılan, deneyimde önceden şekillenen mantık öncesi ilişkilerdir.

Husserl etik tarihini deneyci geleneğin duyguculuğuyla rasyonalist geleneğin entelektüalizmi arasında süregiden bir tartışma olarak görür. Etik kuramının bu geleneksel karşıtlığını, iki karşıt görüşten de olumlu bazı ögeleri bünyesine katmak ve onların çözemedikleri sorunları çözmek suretiyle ortadan kaldırabileceğine inanır.

Husserl aksiyoloji ile etik arasında bir ayrım yapar. Husserl’in etiğinin axiolojiye (değer bilgisine) dayandığını söyleyebiliriz. Etik hem teorik hem de normatif olana bağlı pratik bir disiplindir. Teorik kısımda söz konusu olan bilişsel edimler yoluyla nesnenin bilgisini edinmektir. Normatif boyutta bu nesne bilgisi zemininde doğru değerlendirme ile yanlış değerlendirme birbirinden ayırt edilir. İstemin nesnesi olan eylem ise doğru değerlendirmede temellenir.

Olumlu değerlendirdiğimiz şeyleri arzularız. Değerlendirme, değeri hissetmedir. Bir şeyin değerli olduğu hissedildiğinde, duygular o şeyin özüyle ilişki kurmuş olur.

İlgili konular:

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...