Entüisyonizm, Sezgicilik, Bergsonculuk Nedir?
Entüisyonizm nedir ya da sezgicilik nedir sorusunu şöyle yanıtlamak mümkündür: Bilginin kaynağını sezgi olarak gören, sezgiyi aklın önüne geçiren ve sezgiyi felsefe bilgisinin temeli yapan görüşe sezgicilik ya da entüisyonizm denir.
Sezgi; bir şeyin birden açılması, bir bağlantının doğrudan doğruya aracısız olarak bulunması ya da yakalanması anlamına gelmektedir. Örneğin bir tıp doktoru, hastasına teşhis koymak ister ve hastasını inceleyip onun üzerine analizler yapar, onu günlerce denetim altında tutar; fakat teşhise ulaşabilmesinde bir şey eksik kalır: Bir anda yakalama. İşte bu bir anda yakalama durumuna sezgi denir. Sezgicilere göre insan bilgi edinmek için doğal bir yeteneğe sahiptir. Bu yeteneğin kökünde ise sezgi vardır.
Sezgiciler aklın ve deneyimin bilgiyi sınırladığını düşünürler. Bu sebeple bilginin ölçütünü akıldan daha üstün gördükleri sezgi olarak kabul ederler; çünkü sezgi, aracısız olarak görmekte ve kavramaktadır. Hakikatin bilgisi ancak anlık bir sezgi ile olanaklıdır.
Konu Başlıkları
ENTÜİSYONİZM (SEZGİCİLİK) NEDİR?
Sezgicilik (Entüisyonizm), felsefi bir kavram olarak sezgiye akıl, zihin ve soyut düşünme karşısında hem öncelik hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır. Henri Bergson akımın kurucusudur, bu nedenle kimi zaman felsefe tarihinde Bergsonculuk olarak adlandırılması da söz konusudur.
Sezgiciliğe göre bilginin, özellikle de felsefe bilgisinin kaynağı ve temeli sezgidir. Burada önemli olan sezgi kavramının içeriğidir.
Felsefi anlamda sezgi, bir tür açılma, doğrudan doğruya keşfedilme ve dolaysız, aracısız birden bire kavranılma anlamında kullanılmaktadır. Buna göre, varlıkları bize oldukları gibi veren bilgi, sezgidir.
Bergson’da bu kavram daha da özel bir anlamda gerçeği dolaysızca kavrama yetisi olarak belirtilmiş, algıların ve zihnin bir tür bireşiminden müteşekkil sayılmıştır. Bergson’da, kendi bilincine varmış içgüdüler sezgi olarak değerlendirilir ve bu kavram felsefenin merkezine oturtulur.
Sezgicilik, Orta Çağ felsefesinde önemli isimlerden biri olan İmam Gazali’de, 19. yüzyıl felsefesinde ise Hegelci aşırı sistematik ve soyut felsefelere karşı bir tepki olarak Henri Bergson’un felsefesinde görülür
İlgili konu: Hegelcilik
Gerçeklik sezgi ile bir kerede ve tam olarak kavranır, akla dayanan bilgi ise asla tam ve kesin olamaz düşüncesi bu felsefelerin ana tezidir. Böylece hem rasyonalizme hem de materyalizme bir karşı çıkış söz konusu edilmektedir.
ÜÇÜNCÜ BİR YOL OLARAK SEZGİCİLİK (ENTÜİSYONİZM)
Felsefe tarihinde bilginin kaynağı ve gerçeğin kavranması konusunda ortaya atılan sorunlar, birer dizge niteliği kazanmış, değişik düşünme yöntemlerine bağlanan çığırların doğmasına yol açmıştır.
Bilginin duyularla sağlanan bir veri olduğunu ileri süren çığırlar, genellikle maddecilik, deneycilik ve onlara bağlanan öğretilerdir. Bilginin duyularla değil de yalnız düşünme yeteneğiyle oluştuğunu ortaya atan akımlar da idealizm adı altında toplanmıştır.
Bu düşünce akımlarının bilgi konusunda ileri sürdükleri yöntemlerin iki temel kaynağı vardır: içinde yaşanan ve duyularla algılanan doğa ve insandaki üretici ve yaratıcı nitelik taşıdığı söylenen us ve kavrayış yeteneği. Birincide ağırlık doğaya, ikincide düşünme yeteneğine verilmiştir, iki düşünme biçiminden de birçok öğreti doğmuştur.
Bergson’un geliştirdiği sezgicilik (intuitio) ise bu bağlamda üçüncü bir yöntem niteliği taşır. Bu yöntem daha önce matematikle ilgili sorunların çözümünde kullanılmış, us kurallarından bağımsız bir kavrayış yeteneği diye nitelenmiştir.
Bilim tarihinde, bir içedoğuşun ilk örneği olarak Archimedes’in buluşu gösterilir. Suya batırılan bir nesnenin, yerini değiştirdiği suyun ağırlığınca kendi ağırlığından yitirdiği ve nesnenin neden batmadan suyun yüzünde kaldığı sorununu çözen olay deneyden kaynaklanan bir sezgi sonucu aydınlanmıştır. Bu olay “bilimsel sezgi” diye nitelenmiştir.
Düşünme yeteneğini belli bir konu üzerinde yoğunlaştıran düşünürün, deneyle elde edemediği sonucu beklenmedik bir süre içinde içedoğuşla aydınlığa kavuşturacak veriyi kazanması sezgidir. Bergson’un sezgiciliği de işte bilimsel bir nitelik taşır, özellikle psikolojiyle bağlantılıdır. Düşünülen bir sorunun çözümünü kolaylaştıran veriyi elde etmeye dayanır.
TEOLOJİ AÇISINDAN ENTÜİSYONİZM (SEZGİCİLİK)
Daha önceki çağlarda, özellikle teoloji alanında “sezgi” tanrısal bir uyarı, tanrısal bir ışık olarak nitelenmiştir. Augustinus’tan Aquinolu Thomas’a değin gelen Hıristiyan teologlarında, inanla bağlaşımlı sezgi gerçeğin kavranmasından önemliydi. İslam tasavvuffunda, özellikle Yeni-Platonculuk’tan kaynaklanan öğretilerde, gerçeğin kavranması içedoğuş niteliği taşıyan sezgiyle sağlanabilirdi.
Gazali’de sezgi Tanrı’nın insana bilgi ve bilgelik verdiği bir yetenektir. Şahabeddin Sühreverdi’ye göre sezgi tanrısal gerçekleri kavramak için bir duyuştur, içedoğuştur. Böyle bir yeteneği sağlamak için, kişinin bütün gönlüyle Tanrı’ya, üstün gerçeğe yönelmesi, bütün geçici eğilimlerden, tutkulardan sıyrılması, içinde Tanrı’dan başka bir varlık bırakmaması gerekir.
Yeni-Platonculuk’tan esinlenen tarikatlarda sezgi Tanrı’ya ulaşmanın, kendi özünde Tanrı’yı görmenin tek koşuludur. Onlara göre sezgi usun, kavrayış gücünün bütün yetkilerini aşar, en kısa süre içinde en kesin gerçeğe varmayı sağlar. “Ermişlik” denen aşamaya ancak sezgiyle ulaşılır.
HENRİ BERGSON ve ENTÜİSYONİZM (SEZGİCİLİK)
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak Bergsonculuktur. Entüisyonizm, tümü idealist yapıda olarak, dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe, ruhbilim, törebilim ve matematik.
Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır.
Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir.
İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar.
Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir. Bir film, art arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler.
Bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir.
Demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir.”
Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: “içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik.” Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.
Bergson’a göre yaşam, sürekli değişim gösteren bir süreçtir. Zaman da yaşamla birlikte değişim gösterir. Yaşamın bu değişimi yaratıcı bir atılımdır. Yaratıcı atılım (Hayat hamlesi), bütün canlı varlıklardaki iç kuvvettir.
Bu kuvvet, yaratıcılık özelliğiyle sürekli yeni türler ve yeni cinsler meydana getirir. Yaratıcı atılım, her canlıya sıçramalı hayat veren tanrısal güçtür. Tanrı, bitip tükenmeyen bir hayattır, sonsuz eylem ve özgürlüktür.
Fransız filozof Henri Bergson, uzun yıllar felsefe profesörlüğü yapmış ve 1928 yılında Nobel ödülü almıştır. O, hem rasyonalizme hem de materyalizme karşı çıkar.
Bergson’a göre gerçekten varolan, durağan madde değil, süreçtir. Yani gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir ve bilebilir.
Ona göre bilgi elde etmenin birbirinden tamamen farklı olan iki yolu vardır:
- (a) Bilimlerde geçerli olan analitik yol: Akıl ya da zekâ yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında, gerçekliğin maddeden oluştuğu düşünülür. Bu yol, gerçekliğin durağan olduğunu kabul eder. Bilimler varlığı parçalara ayırır ve her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez.
- (b) Varlığın özüne nüfuz eden sezgi: Bergson’a göre sezgi gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Zamanı, süreyi temel alır. Sezgi bize, gerçekliğin bizzat kendisini bilme olanağı verir. Sezgi dile getirilemez, söze dökülemez; ancak yaşanır. O, gerçekliği, yani süreci yaşar ve hisseder.
Bergson’a göre insan iyi ve kötüyü ancak sezgi ile kavrayabilir. Ulaştığı ilke “kendi sezgine uy ki hem kendin hem de başkası için iyi olanı yapmış olasın”dır. İnsan sezgisine dayanarak hareket ederse iyi olanı yapmış olur, dolayısıyla herkes için iyi gerçekleştirilir.
Bergson’a göre ahlak, topluma (kapalı) ve sezgiye (açık) dayalı olarak ikiye ayrılır. Topluma dayalı olan ahlak kapalı ahlaktır. Kapalı ahlak toplumsal alışkanlıkları, töreleri, yasaları sürdürmeyi amaçlayan, kendi içine kapalı olan ahlaktır.
Kapalı ahlak; topluma bağlılığından toplumu aşamayan bir ahlak olmasından ötürü evrensel nitelik kazanamaz. Sezgiye dayalı ahlak açık ahlaktır. Açık ahlak; hareket temelini insanda bulan ve kendini toplumla sınırlamayan ahlaktır. Bu insanı kendini geliştirmesine ve özgürleşmesine yöneltir, bu da ahlakı evrensel bir niteliğe ulaştırır.
ENTÜİSYONİZMİN TÜRLERİ
Felsefi Entüisyonizm
Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır.
Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir.
İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar. Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir.
Bir film, art arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler.
Bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir.
Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. Demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor.
Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: ” içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.
Psikolojik Entüisyonizm
William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç, dış dünyayı, olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. Hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.
Törebilimsel Entüisyonizm
George Moore, David Ross, Charlie Broad, Alfred Ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre iyilik, aaaa vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık, araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. Ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. Törebilimsel sezgiciliğin amacı, burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.
Matematiksel Entüisyonizm
Brower, Weyl, Heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Bunlara matematik, mantık, tanıtlama, mantıksal kesinlikle değil, doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. Sezgi, bunların dilinde, düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. Düşünmek demek sezmek demektir. Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır.
VİDEO ANLATIM: SEZGİCİLİK (ENTÜİSYONİZM) NEDİR?
ENTÜİSYONİZM HAKKINDA KONU BAŞLIKLARI
DIŞ BAĞLANTILAR
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 3. Sınıf “Çağdaş Felsefe Tarihi” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı