Felsefe hakkında her şey…

Sinema Felsefesi

14.03.2024
96
Sinema Felsefesi

Sinema felsefesi denildiğinde öncelikle bilinmesi gereken şey, sinemanın felsefi düşünmenin bir nesnesi olarak değil, felsefe yapmak için bir araç olarak anlaşıldığıdır. Sinema felsefesi, 21. yüzyılın başından bu yana, sinemanın felsefi düşünme için yalnızca bir örnek veya model kaynağı olarak hizmet etmek yerine, gerçekten ne ölçüde “felsefe yapıyor” olarak anlaşılabileceğine dair tartışmalarla birlikte gelişmiştir.

Sinema felsefesine dönük gelişen bazı itirazların kökeni sinema ile Platon’un mağarası arasında var olduğu düşünülen benzerliklere; diğer itirazların kökeni ise kurgusal sanatın hakikati ortaya çıkarma kapasitesine yönelik daha genel Platoncu eleştirilere dayanmaktadır. Bu itirazlara karşı, sinemanın felsefe yapma kapasitesine dair, sözel mecrada yapılabilenlerin çoğunun sinemasal mecrada da yapılabileceği ya da geleneksel felsefi terimlerle ifade edilmeye karşı direnç gösteren kendine özgü bir sinemasal düşünme biçimi olduğu gibi oldukça cesur görüşler ileri sürülmektedir. Ayrıca, sinemanın düşünce deneyi gibi tanınabilir bazı felsefi faaliyetlerde bulunduğu ya da bazı felsefi metinleri standart felsefi metin türlerine kıyasla daha iyi sunabildiği yönünde daha ılımlı görüşler de mevcuttur.

SİNEMA FELSEFESİ NEDİR?

Burada sinemadan kasıt, öncelikle kurmaca filmlerdir. Sinema aracılığıyla felsefe yapma ya da en azından bir şekilde felsefe ile ilgilenme fikri en az iki anlama gelebilir. İlk olarak, felsefi görüşleri, fikirleri ve soruları aydınlatmak için sinemayı bir kaynak, bir örnek ve gösterim aracı olarak kullanmak anlamı doğar. İkinci olarak, filmin kendisinin felsefe yapmak için bir araç olarak anlaşılması anlamına gelir; filmde felsefe yapmak veya film olarak felsefe yapmak. Bu, filmin felsefeyle daha güçlü bir şekilde ilgilenmesini gerektirir.

Bir filmin ne ölçüde felsefi olabileceği ya da felsefi bilgiye ne ölçüde katkıda bulunabileceği başlı başına bir tartışma konusudur. Bununla birlikte, genel olarak kabul edilen, birçok filmin ‘geleneksel ve çağdaş felsefi meselelerle verimli bir şekilde örtüştüğüdür’ (Livingston ve Plantinga 2009: xi).

Sinema filminin felsefi önemi ve felsefi meselelerin sinema filmi aracılığıyla ele alınması, pratikte iki etkinlik örtüşse de klasik sinema felsefesinden ayırt edilebilir. Her ikisi de felsefi estetik kapsamındaki alt alanlardır. Sinema felsefesi geleneksel olarak sinemanın ne olduğunu, bir sanat olup olmadığını, diğer sanatlardan nasıl farklılaştığını vb. ortaya koymayı amaçlayan, sinemanın doğasına ilişkin düşünümsel çalışmalarla ilgilidir. Sinema hakkında felsefedir. Buna karşıt olarak, sinemanın felsefi fikirlerin ve soruların aydınlatılması ve incelenmesi için bir kaynak, araç veya ortam olarak hizmet etmesi düşüncesi yer alır. Bu, sinema aracılığıyla felsefedir. Tarihsel olarak, sinema aracılığıyla felsefe, 1980’lerde önemli gelişme gösteren sinema felsefesine göre daha yenidir. Cavell (1979), Jarvie (1987), Kupfer (1999) ve Freeland (2000) dahil olmak üzere sinemanın felsefeye katkıda bulunabileceği fikrini destekleyen bir dizi önemli isim olmasına rağmen, sinema aracılığıyla felsefe esas olarak 2000 yılından bu yana gelişmiştir.

Yüzyılın başından bu yana, felsefi temaların ve soruların kurmaca filmler veya kurmaca film türleri aracılığıyla araştırılmasına adanmış önemli bir literatür ortaya çıkmıştır. Bu alandaki literatür, belirli filmlerin ve türlerin felsefi boyutlarının ve belli yönetmenlerin ya da yazarların çalışmalarının popüler incelemelerini içermektedir (örneğin, Irwin 2002, Abrams 2007, Sanders 2007, Eaton 2008, LaRocca 2011). Bunların yanı sıra, sinema aracılığıyla felsefeye daha pedagojik odaklı yaklaşımlar da vardır (örneğin, Litch 2002, Rowlands 2004, Falzon 2007, Cox ve Levine 2012). Sinema aracılığıyla felsefe fikrini savunan (örneğin Mulhall 2002, Wartenberg 2007, Sinnerbrink 2011) ya da eleştiren (örneğin Russell 2000, Smith 2006, Livingston 2009) daha kuramsal tartışmalar da söz konusudur.

PLATONCU İTİRAZLAR

Sinema aracılığıyla felsefe fikri, sinemanın felsefeyle hiçbir ilgisi olmadığı, felsefenin bakış açısından yabancı ya da şüpheli olan her şeyi içerdiği görüşüyle en açık şekilde tezat oluşturmaktadır. Bu doğrultuda, felsefe düşünme ve tartışma alanıyken sinemanın deneyim ve eylemle sınırlı olduğu; salt yanılsama, görünüş, gerçek dışı imgeler alanı olan sinemanın aksine, felsefenin gerçeklik ve hakikatle ilgili olduğu; ya da felsefenin evrensel sorularla ilgilendiği ve ciddi bir iş olduğu, oysa sinemanın tikel anlatılarla sınırlandığı ve yalnızca eğlence ve dikkat dağıtmak amacıyla tasarlandığı ileri sürülebilir. Burada dile getirilen ayrımlarda belli bir felsefe anlayışı yatmaktadır. Tahmin edilebileceği gibi, sinemanın felsefi alanın dışında olduğunu düşünmek, felsefeyi neyin oluşturduğuna dair belirgin bir görüşe sahip olmaya bağlıdır. Genel olarak, felsefe sorununun sinema aracılığıyla ele alınması, kaçınılmaz olarak felsefenin doğasına ilişkin meta-felsefi soruları gündeme getirir.

sinema felsefesi, sinema, klaket, film felsefesi, sinemayla felsefe, filmlerle felsefe

Platon’un Mağarası Olarak Sinema

Sinemanın doğası gereği felsefi olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi, sinema aracılığıyla felsefeye yönelik ‘Platoncu’ itiraz olarak adlandırılabilecek şeyin merkezinde yer alır. Felsefi olanı felsefi olmayandan ayırırken başvurulan düşünme ve deneyim, gerçeklik ve yanılsama, evrensellik ve tikellik gibi karşıtlıkların çoğu Platon’da ifadesini bulur. Bunlar Platon’un Devlet (514a-520a) adlı eserindeki Mağara Alegorisi‘nde görülebilir. Mağara duvarına yansıtılan gölgeleri gerçek sanan tutsakların meşhur hikâyesi, görsel imgelerin ve temsillerin bir bilgi kaynağı olarak yetersiz olduğu mesajını taşır ve daha geniş anlamda, felsefi aydınlanmanın şeylerin bize göründüğü şekline güvenmek yerine düşünmeyi ve eleştirel tefekkürü gerektirdiği anlamına gelir.

Platon’un mağara anlatısı sinema için özel bir anlam taşır. Mağara hikâyesinde ortaya konan senaryo, esrarengiz bir şekilde modern sinemayı çağrıştırır ve sinema üzerine kuramsal düşünceleri etkileyen bir unsur olarak görülmüştür (Stam 2009: 10). Bu modele göre film, tutsak izleyici tarafından gerçeklikle kolayca karıştırılabilen baştan çıkarıcı bir yanılsama alanıdır. Bu görüş, 1960’lar ve 1970’lerde öne çıkan ve kurmaca filmlerin burjuva illüzyonizminin biçimleri olduğunu savunan Marksist ya da psikanalitik göstergebilimsel kuramlarda açıkça görülür. Görünüşte gerçekçi olan içerik aslında dönemin egemen ideolojisi tarafından belirlenir ve bu filmler konformist düşünceyi körükleyerek izleyicilerini hapseder, bu da insanların toplumsal ve siyasi koşullarını kabullenmelerini sağlar (Wilson 1986: 12-13; Stam 2009: 138-9). Görünüşe göre felsefi kavrayış, başka bir yere bakmayı gerektirmektedir.

Sinemayı bir bütün olarak görmezden gelen ve filmlerin kendilerinde neler olup bittiğine pek dikkat etmeyen bu görüşe karşı, sinemanın toplumsal gerçekliği çarpıtan ve gizleyen egemen ideolojileri tekrarlamaktan daha fazlasını yapabileceği iddiası öne sürülmektedir. Tek tek filmlerin dikkatle incelenmesi, hakim düşünme biçimlerinin, toplumsal pratiklerin ve kurumların nasıl yalnızca aydınlatılabileceğini değil, aynı zamanda oyunbazlık, ironi ve hatta düpedüz altüst etme yoluyla sinemasal bir çerçeve içinde nasıl sorgulanabileceğini de gösterir (Wilson 1986: 13; Stam 2009: 139). Örneğin, Ridley Scott’ın feminist filmi Thelma ve Louise, erkek iktidarının çeşitli yönlerini vurgular ve bunlarla adeta alay eder. Bu, filmin sunduğu şeye karşı bir tür düşünümsel tutum benimseyebileceğini ve söz konusu düşünümsel faaliyetin sürdürülebileceği kurmaca senaryolar sunabileceğini ima eder. Eğer durum böyleyse, Platon’un mağara senaryosu artık film için yeterli bir model değildir. Gerçekten de, kişiyi deneyimledikleri hakkında eleştirel düşünmeye, felsefi olarak düşünmeye teşvik eden felsefi senaryonun kendisi, benzer etkilerle filmde çeşitli biçimlerde ortaya çıkar. Örneğin, Bernardo Bertolucci’nin The Conformist (1970) filmi, Platon’un mağara imgesini, ana karakterin faşist ideolojinin sanrılarına hapsolmasına dikkat çekmek için kullanır. Bu nedenle, felsefenin tartışmasız gerekli bir özelliği olan bize verilenler üzerine eleştirel düşünme eğilimi sinemaya yabancı değildir.

Wartenberg ve Düşünce Deneyleri

İlgili konu: Zihin egzersizi yaptıracak düşünce deneyleri

Sinema aracılığıyla felsefe fikrine yönelik ikinci ve yine Platoncu bir itiraz da kurmaca filmlerin yalnızca belirli anlatılar, imgeler ve senaryolarla ilgili olduğu, oysa felsefenin evrensel hakikatlerle meşgul olduğu iddiasıdır. Tikel olana saplanıp kalmış bir filmin felsefeyle nasıl bir ilgisi olabilir? Thomas Wartenberg, bu itirazı tersine çeviren bir sinema aracılığıyla felsefe anlayışı geliştirmiştir. Kurgusal anlatıların; hayali senaryolar, varsayımsal durumlar, kısacası düşünce deneyleri biçiminde felsefenin kendisinde yeterince kolay bulunabileceğine işaret etmiştir. Düşünce deneyleri, salt bir süslemenin ötesinde, felsefi düşünmeyi başlatarak, genel soruları gündeme getirerek, karşı örnekler ortaya koyarak mevcut görüşleri sorgulayarak, bir kavramda neyin esas olduğunu araştırarak, bir teoriyi doğrulayarak ya da bir teorinin oluşturulmasına yardımcı olarak vb. tartışmalarda rol oynar. Başka bir deyişle bunlar, belirli öyküler aracılığıyla genel noktalara değinilmesini sağlayan düşünme biçimleridir (bkz. Wartenberg 2007, 24, 56-65).

Platon’un mağara anlatısı da böyle bir düşünce deneyidir; duyu deneyiminin rolü, bilginin doğası ve felsefi aydınlanmanın karakteri hakkında genel sorular sormak üzere tasarlanmış, hatırlanabilir bir imge ya da senaryoyu somutlaştıran bir anlatıdır. Platon, ironik bir şekilde, imgelerin felsefi söylemde yeri olmadığını savunmak için akılda kalıcı bir imgeyi somutlaştıran bir anlatıya başvurur ve aslında, felsefenin kendisinin evrensel hakikatlere adanmış rasyonel bir söylem lehinde anlatının reddedilmesiyle ortaya çıktığının görüldüğü daha geniş bir anlatının kurulmasına yardımcı olan bir anlatıdan yararlanır (Wartenberg 2007: 21; ayrıca bkz. Derrida 1993). Platon’un örneklediği Gyges’in Yüzüğü‘nden Descartes’ın rüya ya da iblis hipotezlerine; Locke’un Prens ve Ayakkabıcı Tamircisi‘nden Nozick’in Deneyim Makinesi‘ne kadar felsefi söylem bu tür anlatısal düşünce deneyleriyle doludur.

En azından, düşünce deneyleri biçimindeki somut anlatıların ve senaryoların felsefeye yabancı olmadığı söylenebilir; ve aynı şekilde, bu tür anlatılarla ilgilenen kurmaca sinemanın bunlar aracılığıyla genel meselelerin peşine düşmemesi ya da felsefi sorular ortaya atmaması için hiçbir neden yoktur. Wartenberg, bazı kurmaca filmlerin düşünce deneylerinin yaptığı şekilde çalıştığını ve felsefe yapıyor olarak görülebileceklerini düşünmenin mantıklı olduğunu savunur (Wartenberg 2007, 67). Örneğin, Gondry’nin 2004 yapımı filmi Eternal Sunshine of the Spotless Mind, faydacı ahlak teorisine karşı bir örnek oluşturan bir düşünce deneyi olarak yorumlanabilir (Wartenberg 2007, 76-93; ayrıca bkz. Grau 2006).

Felsefi söylem içinde bile, bu deneylerin çoğunun çarpıcı ve kesinlikle sinematik bir niteliğe sahip olduğu ve film yapımcılarının bunları görsel forma dönüştürmekte gecikmediği ifade edilebilir. Örneğin, Descartes’ın rüya hipotezinin ya da şeytani iblis düşünce deneyinin çeşitli biçimlerde sinemaya uyarlanması gibi küresel yanılsama olasılığını içeren şüpheci düşünce deneylerinden en ünlüsü Wachowski Kardeşler’in 1999 yapımı çok tartışılan filmi The Matrix‘te kullanılmıştır.

Filmlerin felsefi konuları açıkça ele alma özelliği, sinema aracılığıyla felsefeden söz edebilmenin bir başka ve nispeten daha basit bir yolunu da akla getirmektedir: Film çeşitli şekillerde felsefe hakkında olabilir. Derek Jarman’ın Wittgenstein (1993) filminde olduğu gibi film boyunca görüşlerini açıklayan bir filozof hakkında olabilir; Eric Rohmer’in Ma Nuit Chez Maud (1969) ya da Richard Linklater’ın Waking Life (2001) filmlerinde olduğu gibi felsefi görüşleri dile getiren ya da tartışan karakterlere sahip olabilir; Jean-Jacques Annaud’nun The Name of the Rose (1986) filminde olduğu gibi felsefi açıdan ilginç bir metnin uyarlaması olabilir. Ancak bu kendi başına, filmde ifadesini bulan belli görüş ve tutumların bir kaydı olmaktan öteye gitmez. Bunu felsefe yapmak için bir araç olarak sinema, felsefe olarak sinema ve sinemada felsefe yapma fikrinden ayırmak gerekir.

İlgili konu: Sıradan insanı filozofa dönüştüren filmler

İtirazlar

Sinema aracılığıyla felsefe fikrine üçüncü bir itiraz, filmin felsefi açıdan ilginç senaryoları uyarlayabileceğini veya kullanabileceğini, ancak sonuçta çok farklı yapısal kaygılara sahip olduğu için felsefeyle asla gerçekten ilişki kuramayacağını savunan Murray Smith’te bulunabilir. Felsefe, felsefi kaygıların, örneğin epistemolojik meselelerin ön planda olduğu düşünce deneyleri-anlatılar sunarken; filmde sanatsal kaygılar -dramatik ya da komik olanlar- her türlü felsefi kaygıyı gölgede bırakır (bkz. Smith 2006). Bu şekilde sinema bir kez daha felsefenin ‘kötü ötekisi’ haline gelir. Buna karşı, film ve felsefi metinler arasındaki benzerlikleri kabul etmenin ‘sadece bu benzerliklerin aralarındaki önemli farklılıklara tabi olduğunda ısrar etmek’ için yapay olduğu iddia edilebilir (Wartenberg 2007: 16-17). Buna ek olarak, filmlerin felsefi sorular ve kaygılarla ilgilenmekten çok daha fazlasını yaptığı elbette kabul edilebilir, ancak bu, diğer şeylerin yanı sıra, tam olarak bunu yapabilecekleri olasılığını kendi başına engellemez.

Smith ayrıca, Platon’un kurgusal eserlerin hakikati ortaya koyma kapasitesini reddettiği görüşünü yeniden gündeme getirerek argümanını desteklemektedir. Smith, filmler gibi sanat eserlerinin doğası gereği belirsiz olduğunu ve felsefi iddiaları dile getirmek ve savunmak için gerekli olan türden bir kesinlik sunamayacağını iddia eder (Smith 2006; Wartenberg 2007: 17).

Benzer bir iddia Bruce Russell tarafından da dile getirilmiştir; Russell’a göre kurmaca filmler, içlerinde bulunabilecek belirli bir argüman olduğu anlamına gelmeyecek ölçüde açıklıktan yoksundur; felsefe için gerekli olan açıklıktan yoksundur (Russell 2000; Wartenberg 2007, 19). Buna karşın, filmlere atfedilen felsefi iddia ve argümanların felsefe yorumcuları tarafından her zaman olması gerektiği kadar kesin bir şekilde formüle edilmemiş olabileceği ileri sürülebilir, ancak ‘bu durum filmlerin doğası gereği muğlak olduğu ve argümanlarının kesin bir şekilde formüle edilemeyeceği iddiasını doğrulamaz’ (Wartenberg 2007: 20).

Burada bir kez daha, sinemanın felsefi olabileceği fikrinin a priori olarak reddedilmesi, Platoncu düşüncelerden, bu durumda Platon’un sanatçıları felsefe sahnesinden kovmasından beslendiğini göstermektedir. Aynı şekilde, sinema aracılığıyla felsefe fikri, Platoncu sanata karşı ön yargının, en azından mağara senaryosunda örtük olan, kurgusal sanatların gerçek dışı temsiller ticareti yaptığı ve yanılsamayı beslediği ve felsefi olarak aydınlatıcı olamayacağı görüşünün reddedilmesi anlamına gelir (bkz. Wartenberg 2007: 15,17; Sinnerbrink 2011: 4-5). Ancak sinema aracılığıyla felsefe tamamen anti-Platoncu bir girişim anlamına gelmeyebilir. Platon’un kendi eserlerinde kullandığı imge ve anlatıyı reddetmesinde olduğu gibi, Iris Murdoch’un belirttiği gibi Platon’un kendisinin de büyük bir sanatçı olduğu düşünüldüğünde, Platon’un sanatçıları yok sayması paradoksaldır (Murdoch 1977: 87).

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...