Felsefe hakkında her şey…

Neden Stoacı olmamalısınız? Sizi Nietzscheci felsefeye davet ediyoruz…

17.05.2024
Neden Stoacı olmamalısınız? Sizi Nietzscheci felsefeye davet ediyoruz…

Stoacılık, antik bir felsefi sistem olmasına rağmen 2023 yılında son derece popüler. Stoacı filozof ve Roma imparatoru Marcus Aurelius’tan yapılan alıntılar Instagram akışını dolduruyor; modern Stoacı düşünürlerden liderlik, ilişkiler ve hemen hemen her konuda dillendirilen uzman tavsiyeleri bulmak mümkün.

Stoacılığın kurucusu Atinalı filozof Zenon’un ya da Romalı emsalleri Seneca, Marcus Aurelius ve Epictetus’un günümüz dünyasında yaşadıklarını hayal etmek gerçekten zor. Yine de onlar bugünün dünyasında, her köşe başında alıntılanıyor ve tartışılıyorlar.

Bu kısmen Ryan Holiday ve Massimo Pigliucci gibi uluslararası yazarlar ile Avustralyalı Brigid Delaney’den kaynaklanmaktadır. Bunların her birinin Stoacılığa yönelik kendi özgün yaklaşımları var. American Apparel‘ın eski pazarlama direktörlerinden Holiday, dört Stoacı erdeme odaklanıyor: cesaret, ölçülülük (ya da ılımlılık), adalet ve bilgelik. New York’ta yaşayan bir akademisyen olan Pigliucci ise Stoacı pratiklerle ilgileniyor. Reasons not to worry: how to be stoic in chaotic times kitabının yazarı gazeteci Delaney ise hayatı anlamaya yönelik bir çerçeve oluşturma arayışında.

Holiday, Stoacılığın geniş kitlelere ulaşmasında muhtemelen en etkili kişi olmuştur. Yeni kitabı Discipline is Destiny: the power of self control New York Times’ın en çok satanlar listesinde. Dailystoic adında çok başarılı bir Instagram sayfası yönetiyor ve memleketi Teksas’ta bir kitap mağazası açtı.

Halkın antik felsefeye böylesine ilgi gösterdiğini görmek inanılmaz. Kendim de bir filozof olarak, bunun ilham verici olduğunu düşünüyorum. Halka ulaşmaya çalışan pek çok akademik filozof var. Felsefenin gündelik hayata faydasını göstermek istiyorlar. Çoğu filozof ve felsefe bunu yapmakta başarısız oluyor. Yine de bu yazarların başarısı bir şey ifade ettiğine göre, milyonlarca insan Stoacı yaşam tarzıyla ilgileniyor diyebiliriz.

Ancak hem modern hem de antik biçimleriyle Stoacılıkla ilgili kimi sorunlar var. Ben Stoacı değilim. Şimdi Stoacılığa karşı olmama sebep olan üç nedenden bahsedecek ve aynı zamanda Stoacıların ele aldığı bazı sorunlara 19. yüzyılın büyük Alman filozofu Friedrich Nietzsche’den ödünç aldığım alternatif bir yaklaşım sunacağım.

Edilgenlik

Holiday, Pigliucci ve Delaney aynı fikirde: Stoacılığın en önemli ve faydalı yönlerinden biri “kontrol ikilemi” olarak adlandırılan şeydir. Bu insanın kontrol edebileceği ve edemeyeceği şeyler olduğunu kavramasını içerir. Mutluluk, sadece (kelimenin tam anlamıyla sadece) kontrol edebileceğiniz şeylere odaklanarak ve diğer her şeyi bir kenara bırakarak elde edilebilir.

Bir Stoacı için, kontrol edebileceğimiz çok az şey olduğunu söyleyebiliriz. Aslında Stoacılık, gerçekten kontrolünüz altında olan tek şeyin dünyadaki herhangi bir şeyden ziyade dünyaya karşı göstereceğiniz tepki olduğunu öne sürer. Delaney bunu şöyle özetliyor:

“Sadece üç şeyi kontrol edebiliriz: karakterimizi, tepkilerimizi ve başkalarına nasıl davrandığımızı.”

Başka herhangi bir şey için çaba sarf etmek zaman ve enerji kaybı olarak görülür.

Bununla ilgili bir endişem var. Öncelikle, gerçek dünyada kontrol edebileceğim pek çok şey var. Seyahate çıkarken aracımı kontrol edebiliyorum. Pazar akşamları arka bahçemde otururken şöminedeki ateşi kontrol edebilirim. Diğer insanlar üzerinde de belli bir düzeyde kontrol sağlayabiliyorum. Diyelim ki karım kendini yorgun ve sinirli hissediyor. İyi bir Stoacı olarak bu konuda kendimi rahat hissetmeye çalışabilirim ya da oturduğum yerden kalkıp ona bir kadeh şarap ve çubuk kraker getirebilirim.

Buradaki sorunlardan biri, Stoacılığın kontrol ettiğiniz ve etmediğiniz şeyler arasındaki bu ikili ayrımda ısrar etmesidir. Pigliucci bu sorunun farkındadır, kısmen kontrolümüz altında olan üçüncü bir kategori üzerinde kısaca durur ancak bu durumu göz ardı eder:

“Bu ikiliğin çok katı olduğunu düşünmek doğal geliyor.”

Modern bir Stoacı olan William Irvine’in kontrol, etki ve kontrolsüzlükten oluşan bir “üçleme” önerdiğini anlatmaya devam ediyor. Ancak “bu öneri,” diye yazıyor Pigliucci, “bir yanılgıdır.”

Bu da bizi edilgenlik problemine götürür. Stoacılığın savunduğu gibi yalnızca karakterimize, tepkilerimize ve eylemlerimize odaklanırsak ve doğrudan kontrolümüz dışında kalan şeyler için hiçbir çaba göstermezsek bana öyle geliyor ki Stoacı bir kişi iklim değişikliği veya sosyal eşitsizlik gibi büyük sorunlar karşısında pasif kalacaktır.

Pigliucci, Holiday ve Delaney bu sorunun farkındadır. Bu yazarların bu karmaşık soruna nasıl yanıt verdiklerini fazla basite indirgemek istemesem de bu üç kitapta ortak bir tema var. Her biri bir noktada, edilgenlik sorunsalına rağmen Stoacıların ilerici ve aktivist olabileceklerine işaret etmektedir.

Bazı Stoacıların tutumlarının bir anlamda ilerici, hatta aktivist olduğu doğrudur. Stoacı eğitim, o dönemdeki çoğu felsefe okulunun aksine kadınlara açıktı. Geç dönem Stoacılardan Epiktetos, antik dünyada neredeyse hiç duyulmamış bir tür sosyal sınıf atlayarak bilge olmuş bir köleydi.

Ancak, bağımsız bir Stoacının savunduğu ya da savunmadığı ilerici görüşler ne olursa olsun, “kontrol ikilemi”nin aktivizme karşı çıkan ve doğrudan kontrolünüz dışındaki her şeyi kabullenmeyi teşvik eden önemli bir argüman olduğunu söyleyebilirim.

Nietzsche bize kökten farklı bir yaklaşım sunar. Onun ne önerdiğini anlamak için her meseleyi bir yarışma gibi algıladığını anlamamız gerekir. Herkes ve her şey dünyadaki eylemliliğini (“güç istencini”) her zaman ifade eder. İki insan birbiriyle ya da bir hayvanla, bir bitkiyle ya da bir durumla temas ettiğinde, o kişiye (şeye, duruma) yönelik doğal eğilimleri kendilerini ifade etmek, eylemliliklerini göstermek, kontrolü ele almaktır (ya da almaya çalışmaktır).

Onun için bu yarışma, sonucu, ne olursa olsun kabul edilmesi gereken bir şeydir. En azından bir dereceye kadar başarılı olabilirsiniz ve bu da kendinizi ifade etmenin tatminini beraberinde getirir. Ya da başarısız olabilir ve hayal kırıklığına uğramış, kızgın ya da depresif hissedebilirsiniz. Onun için, bunların hepsi iyidir. Hem başarıyı hem de başarısızlığı deneyimlemek, iyi hissetmek ve kötü hissetmek doğaldır. Aslında bunların hepsi, olduğunuz şey olma sürecinin önemli bir parçasıdır, bu süreçte “sonsuzluğa karşı hezimete uğrayacak olsanız bile…”

Bu bana çok daha iyi bir yol gibi geliyor, özellikle de hayatınızdan ve bir insan olarak potansiyelinizden en iyi şekilde yararlanmak istiyorsanız. Eğer “gerçekten” kontrol edebilecekleri tek şeyin kendileri olduğunu kabul etselerdi, hiç kimse hiçbir zaman olağanüstü bir şey başaramaz ya da kendi sınırlarının ve olanaklarının ötesine geçemezdi. Başarısız olmanız (neredeyse) kesin olsa bile, kendinizi geliştirmenin ve dünyaya karşı (hatta hayatın kendine karşı) kendinizi ifade etmenin bir anlamı vardır.

Elbette sonucu kontrol edemezsiniz. Elbette başarısızlık ve bunun sonucunda da sıkıntı yaşayacaksınız. Nietzsche’nin buna yanıtı basitçe şudur: Ne olmuş yani?

Şen Bilim adlı eserinden doğrudan alıntılamak gerekirse:

“Hayatımız gerçekten de o kadar acılı ve külfetli mi ki onu artık fosilleşmiş bir Stoacı yaşam tarzıyla yer değiştirmenin bizim için faydası olsun? Her şey bizim için Stoacı tarzda kötü olmak zorunda kalacak kadar kötü değil!”

Dinginlik

Bu da bizi Stoacılıkta gördüğüm ikinci soruna getiriyor: güçlü duygulardan, özellikle de olumsuz duygulardan duyulan hastalıklı korku.

Stoacılar, hayatta hiçbir şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabul etmemizin nedeninin, istediğimizi elde edemediğimiz takdirde kendimizi kötü hissedebileceğimiz olduğunu savunurlar. Stoacı teoride dışsal olanlara karşı içsel olanlarla ilgili mesele budur: dışsal olanları kontrol edemezsiniz, bu yüzden onların peşinden gitmeyin, aksi takdirde hüsrana uğrayabilir, öfkelenebilir veya acı çekebilirsiniz. Bu bağlamda Epictetus şöyle der:

“Kendine ait olanı (yani senin kontrolünde, içsel olanı) ve başkasına ait olanı (yani senin kontrolün dışında, dışsal olanı) daima hatırlarsan, o zaman asla sıkıntıya düşmezsin.”

Duygusal öz-düzenleme ve kalıcı içsel dinginlik için çabalamak birbirinden çok farklı iki şeydir. İlkinde, duygusal durumlarımızı tam olarak deneyimlemeyi ama yine de başkalarına karşı etik davranmayı hedefleriz. İkincisinde ise insani duyguların tamamını deneyimlememeyi ve bunun yerine huzurlu bir hiçlik denizinde durgun bir vaziyette süzülmeyi amaçlarız.

Şahsen ben dinginlikten daha kötü bir şey hayal edemiyorum. Bu bir tür ölüm gibi görünüyor, en temel insani deneyimlerden biri olan duygularımızın elimizden alınmak istenmesi gibi.

Şüphesiz güçlü, olumsuz duygular hissetmek (belki de garip bir şekilde) hayattaki en büyük deneyimlerden biridir. Korku filmlerini, hüzünlü şarkıları, dramayı, yüzümüze tokat gibi çarpan sanat eserlerini neden seviyoruz? Nefret, küçümseme, iğrenme, korku, öfke gibi duyguları uyandırmak için değil mi? Stoacılık, bana öyle geliyor ki biraz dolambaçlı bir yoldan da olsa, deneyimlemeyi sevdiğimiz bir şeyi bizden alıyor.

Yine Nietzsche farklı bir bakış açısı sunuyor. Ona göre, eğer hayat sonsuz bir yarışma ise ve yaşamın amacı bunu etik bir şekilde sürdürmekse o zaman duygusal yaşamlarımıza farklı bir bakış açısıyla yaklaşırız. Olumsuz duygular söz konusu olduğunda, bunların bizi mutlu edip etmediğini sormayız; tanım gereği mutlu etmedikleri açıktır. Bunun yerine, yaşam yarışında, kendimizi ifade etmede bize yardımcı olup olmadıklarını sorarız.

Bu perspektiften bakıldığında, sevgi, sempati ve şefkat gibi duygular iyi olabilir, ancak zarar verici de olabilir. Hayal kırıklığı, küçümseme veya öfke gibi duygular kötü olabilir ama aynı zamanda yararlı da olabilir. Her iki durumda da önemli olan, bu duyguları gerçekten hissetmenize olanak tanıyacak kadar güçlü olmanız ve ardından bunları etik eyleme dönüştürmenizdir.

Nietzsche’den alıntı yapacak olursak, mesele bu duyguların doğası gereği iyi mi yoksa kötü mü olduğu değil, kişisel bir eksiklikten mi yoksa içsel bir zenginlikten mi kaynaklandığıdır:

“Bugünlerde tüm estetik değerlerle ilgili bu temel ayrımdan yararlanıyorum: her durumda, ‘Burada yaratıcı olan şey, yoksulluk mu yoksa varsıllık mı?’ diye soruyorum.”

İlkinden kaynaklanıyorsa bu sizi zayıflatacak ve sonuç olarak kötü davranışlara neden olacaktır. İkincisinden kaynaklanıyorsa bu sizi daha güçlü kılacak ve sonuç olarak iyi davranışlar sergileyeceksiniz. Nietzsche’nin yaklaşımının Stoacılığa göre en büyük avantajı, kim olduğunuzu tam olarak deneyimlemenize izin vermesidir.

Yaralanma çelişkisi

Stoacılıkla ilgili son sorun yaralanma sorunudur. Bunun iki kısmı vardır. Birincisi, yalnızca yaralandığınızı düşünüyorsanız yaralandığınız fikridir. Pigliucci bu teoriyi şöyle özetler:

“Şeylerin kendilerinden değil, şeylere ilişkin yargılarınızdan rahatsız olursunuz.”

Örneğin, birisi sizi soyarsa sorun o şeyin size ait olduğuna dair yargınızdır:

“Herhangi bir şeyi kendi malınız olarak değil, evrenin size verdiği bir emanet olarak görün. Biri malınızı mı aldı? Bu zaten sizin değildi ki.”

Ancak Pigliucci’ye göre Stoacılık temelde diğer insanlara yardım etmeyi amaçlar. Diğer insanların hayatlarını daha iyi hâle getirecek şekilde hareket etmelisiniz:

“Amaç (daha) iyi insanlar olmaktır, bu da daha düşünceli ve toplumun geneline daha faydalı olmak anlamına gelir.”

Başka bir deyişle, iyi bir Stoacı yalnızca diğer insanların yaşamlarını iyileştirmek için hareket edecektir.

Fakat ben, eğer birisi yaptığım ya da söylediğim bir şeyden dolayı incindiğini hissediyorsa sorunun benim eylemlerimden ziyade aslında onların kafalarında olduğu argümanına itiraz ediyorum. Perspektifleri tersine çevirirsem; basitçe istediğimi yapmakta özgür olduğumu ve eğer insanlar kendilerini incinmiş hissediyorlarsa bunun onların sorunu olduğunu söyleyemez miyim? Peki hangi anlamda başkalarına karşı iyi davranmakla yükümlüyüm?

Stoacılığın insanlara çekici gelmesinin nedenlerinden biri, Stoacıların hayata karşı katı, aşırı gerçekçi bir tutum sergilemeleriyle ün salmış olmalarıdır. İşler elbet ters gidecektir. Öleceksiniz. Sevdiğiniz insanlar sizi terk edecek. Stoacılık tüm bu gerçeklerle yüzleşir ve “sadece kabullen” der.

Ancak kişisel yaralanma hissiniz söz konusu olduğunda “bunu reddet” der. Kayıp hissini reddedin. Karşılaştığınız bedeli görmezden gelin. Bu yaralanmanın size neye mal olduğunu düşünüyorsanız, aslında öyle değildir.

Bu bana gerçekçi, insani ve etik olmayan bir yaklaşım gibi geliyor. Eğer 20 bin dolarlık motorum çalındıysa kızgın hissetmeme müsade edilmesi daha iyi olmaz mıydı? Yaşanan haksızlığı düşünmem? Dünya karşısında isyan etmem? Acı gerçek şu ki ben yaralandım. Hepsi benim kafamda değil. Aksini iddia etmek, sadece iddia etmektir.

Nietzsche’nin yaklaşımını yine bu noktada faydalı buluyorum. O da kabullenmenin bir türünü savunuyor ama onunki çok daha radikal. Bu, kendiniz de dahil olmak üzere her şeyi kabul etme meselesidir.

Bunu, “dışarıdaki” dünyayla ilgili her şeyi kabul ettiğiniz ama “buradaki” dünyayı idealize ettiğiniz Stoacı çifte standarttan çok daha çekici, gerçekçi ve olumlu buluyorum. Kendiniz için olup bitenleri eleştirip başkaları için olup bitenleri görmezden gelirseniz kendinizi erişilmesi güç standartlara tabi tutmuş olursunuz.

Stoacılık değilse o zaman ne?..

Peki, bundan sonra ne yapacağız?

Eğer Stoacı bilgelik istediğiniz şekilde yaşamanıza yardımcı oluyorsa o zaman buna devam edin. Ancak benim gibi edilgen yaklaşımıyla, duygusal yaşamınızı dinginliğe indirgemesiyle, başkalarının standartlarına kıyasla kendiniz için geçerli olan standartlardan bahsederken kullandığı çelişkili yöntemle ilgili bir sorununuz varsa o zaman başka bir yere bakmanızı tavsiye ederim.

Benim için Nietzsche’nin felsefesi ileriye dönük çok daha gerçekçi ve heyecan verici bir yol sunuyor.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Neil Durrant’ın “3 reasons not to be a Stoic (but try Nietzsche instead)” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...