Felsefe hakkında her şey…

Schelling’in tarih tasarımı

03.11.2022
671

Alman İdealizmi’nin önemli düşünürlerinden olan Schelling “Kant ile Fichte’nin tasarımlarına daha dizgeli bir gelişme getirmiş” ve iki ilke ortaya koymuştur (Collingwood 1996: 148). Bu ilkeler de varolanın tamamen bilinebilir olduğu, yani mantıksal, ussal olduğu ya da Mutlak olanın bir görünümü olduğu ilkesi ile karşıt olanların özdeşliği ilkesidir.

Schelling’e göre karşıt olanlar özdeştir. A ile A-olmayan özdeştir. Schelling’in diyalektik mantığında Ben ve Ben-olmayanın özdeşliği söz konusudur.

Schelling bilinebilir olanı Doğa ve Tarih olarak ikiye ayırır. Her iki alan da Mutlak olan varlığın birbirine karşıt iki ayrı görünümüdür (Schelling 2006c: 143). Doğa düzenli ve yasalı bağıntılar içerdiğinden dolayı bilinebilir olan bir alanken yani yalnızca nesne olarak kavranırken tarih hem bilinebilir olan hem de kendi kendisi üzerine düşünen zihinlerin eylemlerinden oluşan bir alandır, dolayısıyla da hem nesne hem de özne olarak kavranabilir. Ayrıca Schelling’e göre plansız ve amaçsız bir olaylar zincirine tarih adı verilemez. Salt tarih kavramında keyfiliğin hizmet ettiği bir zorunluluk anlamı da içerilir (Schelling 2006a: 117).

Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarih ileri doğru yol alan bir şey olmalıdır (Schelling 2006b: 136) ve “ilerlemeyen şey tarihin nesnesi değildir” (2006b: 139). Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. “Mekanizmin olduğu yerde tarih yoktur; aynı şekilde tarihin olduğu yerde mekanizm yoktur” (Schelling 2006b: 140).

Schelling’e göre mekanizm ile tarih açıklanamaz.

Bir şeyin tarihinin olması için o şeyin tekrarlamaması, döngüsellik içinde devinmemesi, yani ilerlemesi gerekir. Bu yüzden de doğa olaylarının tarihi olmaz. Schelling’e göre oluşan her şey oluştuğu için tarihin nesnesi olamaz. Örneğin “doğa olayları, edindikleri tarihsel olma özelliklerini sadece, insanların eylemlerine yaptıkları etkiye borçludurlar” (Schelling 2006a: 117).

Ayrıca Schelling’in akıl tasarımına göre tarih tekilin gerçekleştirildiği yerde değil, ideal olanın, genel olanın, bütünün tekille uyuşacağı şekilde gerçekleştirildiği yerde vardır (Schelling 2006a: 118). Hakiki tarih gerçek olan ile ideal olanın sentezine dayanır. İdeal olan yalnızca bir tür olma özelliğine sahip olan varlıklar için söz konusudur. Bunun nedeni ideal olanın gerçekleşmesi olasılığının “yalnızca bir tür özelliğine sahip varlıklar yardımıyla düşünülebilir” olmasıdır çünkü birey ideal olana ulaşma konusunda yetersizdir (Schelling 2006a: 118). Oysa zorunlu bir şey olan idealin ise gerçekleştirilmesi gerekir. İmdi Schelling’e göre tarihin yeni bir özelliği olarak söylenebilecek olan, yalnızca önlerinde bir ideal bulunan varlıklar için tarihin söz konusu olabileceğidir. Bu ideal de birey tarafından değil ancak tür tarafından gerçekleştirilebilir. Bu da şu anlama gelir: Yeni gelen her birey, bir öncekinin bıraktığı yerden devam etmelidir; böylelikle birbirini izleyen bireyler arasında süreklilik olur ve “tarihin ilerlemesinde gerçekleştirilmesi gereken şey yalnızca akıl ve özgürlük aracılığıyla mümkün ise gelenek ya da aktarma mümkün” olur (Schelling 2006a: 118). Burada Kant’ın ilerleme görüşü hatırlanacak olursa Schelling’in, Kant’ın insan yetilerinin yetkinleşmesinin bireyde değil ancak türde gerçekleşebilir olduğu yollu görüşünü benimsediği anlaşılabilir.

Schelling’e göre tarih kavramından “ne mutlak olarak yasalardan bağımsız ne de mutlak olarak yasalara bağlı bir olaylar zincirine tarih adı verilebileceği” çıkarılabilir (Schelling 2006a: 119). Buradan çıkarılabilecek olan sonuçlar şunlardır: İlkin, her tarih içinde varsayılan ilerleme, özgür edimleri kısıtlayan bir yasallığa izin vermez. İkinci olarak “belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şey kesinlikle tarihin nesnesi olamaz” (Schelling 2006a: 119). Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. “Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir” (Schelling 2006a: 119).

İnsan amaç koyarak eyleyen bir varlık olduğundan eylemleri teori ile önceden hesaplanamaz.

Burada Schelling tarihteki keyfilik öğesine vurgu yapmaktadır. İçgüdülerin egemenliğinden özgürlüğe doğru atılan ilk adımla, yani keyfiliğin ilk dışa vurumuyla tarih başlar. Üçüncü çıkarılacak sonuç ise mutlak olarak yasalardan bağımsız olan, anlamsız ya da amaçsız olan olaylar zincirine tarih denemez. “Dahası tarihi tarih yapan şey sadece, özgürlük ve yasallığın birliğidir” veya bir idealin yavaş yavaş gerçekleştirilmesidir (Schelling 2006a: 119).

Bundan anlaşılması gereken Schelling’in tarihi salt yasalılık olarak görmeyip keyfilik ve yasalılığın bir aradalığı olarak görmesidir. Bu yüzden tarih salt teoriyle açıklanamaz. Tarihte hem bireyler vardır hem de ideal olan vardır. Tarihin felsefesi demek tarihin bu transcendental yanını ortaya koymak demektir; doğa felsefesi kuramsal felsefe için neyse tarih felsefesi de pratik felsefe için odur (Schelling 2006a: 119). Burada da Kant’ın etkisi açıktır; Kant’a göre de tarih insan eylemlerinin alanı olduğu için teorik akıl tarafından değil, pratik akıl tarafından ele alınabilirdi.

Schelling’e göre bir tarih felsefesinde sorulabilecek ilk soru da tarihin nasıl olanaklı olduğu sorusudur. Varolan her şey bilince bağlı olarak var olduğundan tüm geçmiş tarih de bilince bağlı olarak var olabilir. Bunun nedeni, tarihin, yalnızca geçmişin üzerinde etki yaptığı kişi için var olmasıdır. Ayrıca her bir kişinin bilincini oluşturmak için tüm geçmişin zorunlu olduğu görülür (Schelling 2006a: 120). Schelling’e göre tarih kavramı sonsuz ilerleme kavramını da içerir. Öyle ki sanat ve bilimlerdeki buluşlar birbirlerine zarar verecek araçları çoğaltarak ve başka kötülüklere neden olarak insanlığın genel bir hukuk düzenini kurmaya doğru ilerleyişini hızlandırırlar (Schelling 2006a: 121). Bu da önceki üniteden hatırlayacağınız gibi, Kant’ın ilerlemenin zorunlu nedeni olarak gösterdiği nedendir. Schelling de Kant gibi ilerlemenin tarihte zorunlu olduğunu, insan dünyasında türlü kötü işlerin ve acıların olması nedenine dayandırmaktadır.

Schelling’e göre tarihte ortaya çıkan kötülükler insan türünün hümanite adına genel bir hukuk düzenine doğru gelişmesini hızlandırırlar. Dolayısıyla tarihte ortaya çıkan her şey, yani erdemli ve erdemsiz olan her şey, mutlak olanın bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Öyleyse tarihin nasıl olanaklı olduğu sorusunun yanıtı özgürlük ve zorunluluğun birlik içinde olmasıdır. İnsan eylemlerinde özgürlük ve yasalılık bir birlik içindedir. Schelling’e göre genel hukuk düzeni özgürlüğün koşuludur ama aynı zamanda özgürlük aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu da genel olanın oluşmasının rastlantıya bırakılması demeye gelir ki Schelling’e göre bu da bir çelişkidir. Bu çelişki de ancak “özgürlüğün kendisinde de bir zorunluluk varsa çözülebilir” (Schelling 2006a: 123). İşte bu transcendental felsefenin en büyük çözülmemiş sorunudur. “Özgürlük zorunluluk, zorunluluk ise özgürlük olmalıdır” (Schelling 2006a: 123).

Oysa bunlar çelişik kavramlardır çünkü zorunluluk bilinçsiz bir şeydir ve bilinçsiz olan bir şey de istenç dışıdır. “Özgürlükte de zorunluluk olmalıdır” diyen Schelling’e göre bu, özgür olarak eylemde bulunmakla birlikte amaçlanmayan bir şeyin ortaya çıktığı anlamına gelir. Başka bir deyişle “özgürlüğün kısıtlanmadan dışavurumuna rağmen tamamen istençdışı, belki de eylemde bulunanın istencinin tersine, hatta istenciyle bile hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir şey ortaya çıkar” (Schelling 2006a: 124). Schelling’e göre bu tümce paradoks gibi görünse de özgürlüğün zorunlulukla olan ilişkisinin transcendental ifadesinden başka bir şey değildir. Buna göre insanlar özgür eylemleriyle istemedikleri bir şeyin nedeni olmak zorundadırlar. Böylece “gizli bir zorunluluk” insanın özgürlüğüne karışır. Schelling’e göre trajedi sanatının varlığı bile bu koşula dayanır. Bu koşul olmadan doğru bir şey istenemez. İnsanın ait olduğu türün ilerlemeyi hep sürdüreceği inancı da bu koşula dayanır. Buna göre bir insanın eyleminden bu insanın amaçladığıyla uyuşmayan, hatta amaçlanana çelişik düşen sonuçlar çıkarılabilir. Başka bir deyişle, bir insanın eylemi eyleyene, yani eyleyenin özgürlüğüne bağlı olsa da eylemin sonuçları ya da bu sonuçlardan insanlık için çıkacak olan şey o insanın özgürlüğüne değil, başka bir şeye, daha yüce bir şeye bağlıdır. Schelling’e göre “eylem açısından insanın özgür olması ama eylemlerin sınırlı sonuçları açısından insanın üstünde ve onun özgürlüğünde parmağı olan bir zorunluluğun bulunması, özgürlüğün kendisi için gerekli bir önkoşuldur” ama bu yazgı ya da öngörü kavramlarıyla bir ve aynı şey demek değildir (Schelling 2006a: 125). Burada kastedilen yalnızca bireyin eylemlerinin en son amacı olarak dayandıkları şeyin, “sadece birey tarafından değil, yalnızca bütün tür tarafından gerçekleştirilebilir” olmasıdır (Schelling 2006a: 125) çünkü “tarih içinde eylem yapan birey değil, türdür”, o hâlde “tarihteki nesnel şey, bütün tür için aynı şey olmalıdır” (Schelling 2006a: 127).

Schelling’e göre her eylemde nesnel olan şey türün üyeleri içinde paylaşılan bir şeydir, aksi hâlde bu nesnel olan kavranılamaz olarak kalırdı. Schelling’in tarih tasarımında, tarihin nesne olarak biçimlenmesi tarihte zorunluluğa karşılık gelirken tarihin özne olarak biçimlenmesi özgürlüğe karşılık gelir (Collingwood 1996: 148). Bu yüzden tarihsel ilerlemenin devamlı oluşu ya da tarih sürecinin kendisi, aklın kendisini hem özgür hem de yasa tarafından belirlenmiş olarak kavramasının gerçekleşmesidir.

Bu zorunluluk Schelling’e göre oluşan her şeyin, yani bütün bir tarihin içinden çıktığı bütün eylemlerin mutlak bir sentezi aracılığıyla düşünülebilir ve kavranabilir olan bir şeydir. Bu sentezin kendisi de bütün özgür eylemlerdeki nesnel olan şeydir ve mutlak olduğu için de bütün tarih sürecini önceden belirler. Schelling’e göre bu görüş bütün eylemleri “türün en yüce hedefine doğru yönelten bir doğa mekanizmasına götürür” (Schelling 2006a: 128) çünkü bütün akıllar için sonsuz ve nesnel olan tek şey bu yasallıktır ve bu görüş bütün tarihin bir sentez içinde önceden belirlenmiş olduğunu ortaya koyar ki bu sentezin farklı aşamalarla gerçekleşmesi de tarihin kendisidir. Schelling bütün eylemlerdeki ortak ve nesnel olan şeye “kendi başına akıl” der ve tarihteki nesnel yasallık bu “kendi başına akıl” tarafından önceden belirlenmiştir (Schelling 2006a: 129).

Schelling’e göre tarihteki bütün eylemleri belirleyen ve bütün eylemlerde ortak olan kendi başına akıl mutlak olan aklın kendisidir.

Böylece Schelling’in “dünya Tin’inin bu büyük aynası” dediği (Schelling 2006c: 146) tarih akla uygun olarak gelişmektedir. Tarihteki ilerleme aklın, yani kavramdaki devinimin kendisidir. “Bütün olarak tarih, Mutlak olanın ilerleyen ve gizliliğini yavaş yavaş terk eden açığa vurumudur” (Schelling 2006a: 132). Schelling’e göre Mutlak olanın açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi “egemen şeyin” yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Schelling bu dönemi “trajik” olarak da adlandırır. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. İlk döneme egemen olan “karanlık yasa” bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. “Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir” (Schelling 2006a: 134). Tarihin üçüncü dönemi ise önceki dönemlerde yazgı ve doğa olarak görünen şeyin “öngörülmüşlük” olarak gelişeceği ve ortaya çıkacağı dönem olacaktır ama bu dönemin ne zaman başlayacağı belirsizdir.

Fichte’de olduğu gibi Schelling’in tarih tasarımında da tarih dönemlerinin ardı ardına içinden geçtiği aşamalar Mutlak olan kavramın mantıksal yapısı tarafından belirlenir. Schelling’in bu tarih görüşünde ortaya koyduğu temel düşünce “Mutlağın tarihte tam ve eksiksiz varlık kazandığı anlayışıdır”, oysa “Fichte ise kavramın mantıksal yapısının, tarih başlamadan ve sürecin bir sayıltısı olarak iş görmeden önce tam olduğunu düşünüyordu” (Collingwood 1996: 149). Schelling’in tarih tasarımında Mutlağın dinamik yapısı ilerlemenin temeli değildir, ilerlemenin kendisidir. Tarih Tin’in kendisini bilmesinin süreci olarak aşama aşama gelişen bir zaman sürecidir. Tarih Mutlak olanın kendisini gerçekleştirmesidir. Mutlak ise “burada hem bilinebilir akıl hem de bilen akıl demektir” (Collingwood 1996: 149). Kaldı ki Schelling’e göre bilen ile bilinen zorunlu olarak özdeştir (Schelling 1994: 143). Bu yüzden Mutlak Tin yalnız doğayı bildiği durumla yetinemez, Tin’in kendisini de bildiği daha ileri bir aşama gereklidir ve kendini bilme süreci ilerledikçe – Tin’in kendisinin bilincine varması demektir bu aynı zamanda – Tin’in kendisine değgin bilgisinde yeni aşamalar ortaya çıkar ve bu da “Tin’i zenginleştirir” öyle ki “Tarih hem bilginin hem de bilinebilirin ilerleyici bir biçimde varlık kazandığı zamansal bir süreçtir ve bu, tarihte Mutlağın kendini gerçekleştirmesi denerek dile getirilir” (Collingwood 1996: 149). Bir anlamda bütün tarih Mutlak olan kavramın kendini gerçekleştirmesi olarak tasarlanır.

Böylece Schelling’in tarih tasarımında ilerleme ile akıl arasında kurduğu ilişki de ortaya çıkar. Mutlak olan kavram tarihteki dinamik öğe olan ilerlemenin kendisi olduğundan ve bu kavramın kendisini gerçekleştirmesi ilerleme demek olduğundan, Mutlak olan da hem bilinebilir olan hem de bilen akıl demek olduğundan, ilerleme bilinebilir aklın ve bilen aklın kendisini tarihte görünür kılmasından başka bir şey değildir. Böylece Schelling’in tarih tasarımında her türlü nesnelliğin ve zorunluluğun temeli olarak Mutlak olanın kavramsal devinimi aynı zamanda tarihte Mutlak olan kavramın kendi bilincini kendisine erek koyarak bu ereğe doğru ilerlemesine dönüşür. Tarihteki ilerlemenin kendisi Mutlağın bu içkin deviniminden başka bir şey değildir. Yukarıda Collingwood’dan yapılan alıntıda da belirtildiği gibi, Fichte’nin görüşünde akıl ilerlemenin temeliyken Schelling’de ilerlemenin kendisi olur. Böylece Schelling Hegel’in tarih görüşünde akıl ile gerçekliğin özdeşliği olarak ortaya konulacak olan düşünceyi Hegel’den önce öne sürmüştür denilebilir. Hegel’in düşüncesinde ortaya konulacak olan aklın varolanın bütünüyle özdeşliği görüşüdür bu. Genel olarak Alman İdealizmi’nin temel savı akla dayalı süreçlerin temelinde Mutlak, İde ya da Tin gibi bir kavramın olması gerektiğidir. Ancak bu yolla tarih nesnel olarak kavranabilir bir biçimde tasarımlanabilir.

Kaynak: TARİH FELSEFESİ II, s. 23-27, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2888 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1845

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...