Felsefe hakkında her şey…

Jean Baudrillard: “Tüketim Toplumu”

27.11.2022
1.629
Jean Baudrillard: “Tüketim Toplumu”

Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” kitabı, hızlı teknolojik gelişmelerle birlikte eleştirel bir bakışla çağdaş Batı toplumlarının bir çözümlemesini içermektedir. Baudrillard, kitabında “nesne tüketimi” üzerinden giderek bunun nasıl etkin bir ilişki biçimi yarattığını ve sistemli bir etkinlik haline dönüştüğünü anlatmaya çalışır.

Baudrillard’a göre tüketim toplumu bir bolluk ve çokluk toplumudur, her şey tüketilmek üzere vardır. Üretilen nesnelere sırf üretilmiş olduklarından dolayı bir kutsallık ve olumluluk atfedilir. Bu anlamda büyüme bolluktur, bolluk ise demokrasidir, seçme özgürlüğüdür. Baudrillard’a göre bu durum tamamen bir yanılsamadır, bir simülakrdır.

Baudrillard’a göre günümüz toplumları nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların çoğaltılması ile oluşturulan ve insan türünün ekolojisinde bir dönüşüm yaratan çılgınlık ölçüsünde bir tüketim ve bolluk gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu ifade günümüz insanının tüketim nesneleri tarafından çepeçevre kuşatıldığı anlamına gelmektedir. İnsanların gündelik alışverişlerini başka insanlarla yapmak yerine, daha çok istatistiksel olarak yükselen bir eğriye göre, örneğin gündemde olan ya da moda olan mal ve iletilerin edinilmesi, algılanması ve güdümlenmesi biçiminde yaptıkları gözlemlenmektedir.

Bireyler günümüzde tüketim davranışları ile bir göstergeler nesnesini satın alırlar. Böylece tüketim, bir var olma modu haline gelir. Baudrillard bu durumu Marx’ın kuramı ile bağlantılandırarak açıklar. Marx’ın kuramında önemli olan üretimdir, üretimi çoklaştırmak ve karı maksimize etmek, sistemin temel işleyiş felsefesidir. Oysa günümüzde önemli olan tüketimdir. Tüketim nesneleri üzerinden insanlara neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketeceklerine ilişkin bir bilgi verilir. Dolayısı ile günümüzde ekonomi politikten uzaklaşılmış, kültürel ve ideolojik boyut ön plana çıkmıştır. Artık malların değişim değeri yerine gösterge değeri önemli olmaya başlamıştır (Baudrillard, 1997: 17). Bu açıklamalar Baudrillard’ın, toplumsal analizini semiyolojik çerçevede ele aldığını göstermektedir.

Semiyotik, antik Yunancada işaret anlamında kullanılan semeion kelimesinden gelmektedir. Semiyotik ya da diğer adıyla semiyoloji; simge, sembol ve işaretlerin yorumlanmasına, üretilmesine veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün faktörlerin sistematik bir şekilde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır. Semiyoloji, bir kültürdeki anlamı üzerinde uzlaşılmış sembollerin bilgisini içeren gösterge bilimi olarak da tanımlanır.

Tüketim toplumunun ölçütleri arasında kitle iletişim araçlarından sunulan mesajlar da bulunmaktadır. Artık tüketilen günlük haberin evrenselliğidir. Haberler, ister politik, tarihsel olsun isterse kültürel haber olsun hepsi suya sabuna dokunmayan mucizevî bir biçime dönüştürülerek güncelleştirilir, görsel anlamda dramatikleştirilir, medya tarafından amacından uzaklaştırılır ve göstergelere indirgenir. Bizler göstergelere sığınarak ve gerçekliğin yadsınması içinde yaşamaktayız ve bu haberleri aldığımızdan dolayı da mucizevî güvenlik içindeyiz. İmge, ileti, gösterge ne varsa hepsini tüketiyoruz. Medya, kurgulamış olduğu gerçekliği gerçekliğin teminatıyla doğrulanmış göstergeleri tükettirir. Medya, haberin merkezinde olmak ve teminat altına alınmış göstergeler bütünü söylemi ile bir tüketim praksisi yaratır. Tüketim praksisi bir merak ilişkisi ve bir yanlış bilme boyutu ile kendini anlamlandırarak tüketim toplumunun karakteristiği olan davranışları betimler (Baudrillard, 1997: 26-27: Sarup 2004: 234).

Daha da önemlisi bütün haberler bir merkezi konum yaratılarak gerçeklik kurgusu içinde doğruluk ve nesnellik söylemleri etrafında inşa edilir. Dolayısı ile Baudrillard’a göre kitle iletişim araçlarının sunduğu gerçeklik değil, gerçekliğin baş döndürücü halidir. Gerçeklik bir simülasyondur, yanılsamadır.

Tüketimin yerinin gündelik yaşam olduğunu belirten Baudrillard, gündelik yaşamı, hem günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve sürekli tekrarı hem de bir yorumlama sistemi olarak tanımlar. Gündeliklik bir taraftan makro diğer taraftan mikro yaşam alanlarının bölümlenmesini getirir. Gündeliklik gerçekliğin ve tarihin baş döndürücülüğüne ihtiyaç duyması ile dinginlik sağlar. Bu dinginlik şiddeti tüketmeye eğilimlidir. Öyle ki olaylara ve şiddete düşkünlük televizyon penceresinden bireyin odasına kadar gelir ve bir çeşit şiddetin/savaşın imgeleri karşısında gevşeyen bir televizyon izleyicisi ile buluşur. Televizyon kamerası bir odaya bakar ve dış dünyanın zalimliği tersine dönerek samimi ve sıcak bir duruma dönüşür. Bu süreçte gerginlikler çözülmediği için bir türlü bulunamayan ve ulaşılamayan mutluluk amaçlanırken bir çelişki ile karşılaşılır. Bu çelişki yeni değerler sisteminin toplumsal ahlakının normları arasında vuku bulur. Tarihsiz ve öyle olmaktan mutluluk duyan milyonlarca insana edilginliğin suçluluk duygusundan arındırmak amacı ile kitle iletişim araçlarıyla müdahale edilir. Bu bağlamda püriten ahlak ile hazcı ahlak arasında ortaya çıkan bu çelişki, felaket haberleri ya da dış dünyanın vahşiliği ve insan dışılığı sayesinde bireyi güvenlik duygusunun tercihine ya da güvende olmaya götürür. Böylece sıradanlık yüceltilip beslenerek bağışlansın diye her yerde yazgısallık/kadercilik telkin edilir. Örneğin bir otomobil kazası gündelik yazgısallığın göstergesidir. Ölüm ve acı haber nakarat gibi tekrarlanarak toplumda bir çeşit kolektif işlevi yerine getirir. “Böylelikle gündeliklik, toplumsal ve ekonomik konum ile edilgenliğin sağlandığı keyişi meşruluk ve kaderin olası kurbanlarının ‘titiz zevkinin’ bir tuhaf karışımını sunar” (Baudrillard, 1999: 29), bu karışım aynı zamanda bir zihniyet ve duygusallık üretir. Dolayısı ile tüketim toplumu etrafı kuşatılmış, zengin ve tehlike altında bir kurtuluş yoluymuş gibi sunulur, bu ise tüketim toplumunun doğrudan ideolojisini oluşturur (Baudrillard, 1997:28-29).

Tüketim toplumunda bolluk savurganlıkla eş anlama gelir. Bu anlayış aslında gerçek bir bolluk toplumunda olmadığımızı aksine toplumda yaşayan bireylerin, grupların kısaca insan türünün bir kıtlık içinde olduğu olgusunun çarpıtılmasını ortaya çıkarır. Böylelikle Baudrillard, bolluğun önlenemeyen ilerleyişini savunanlar ile kıtlığın tehditkarlığından kaynaklanan savurganlığına üzülenlerin aynı kişiler olduğuna dikkat çeker. Tüketim toplumu var olmak için nesnelere ihtiyaç duyar. Aslında bu durum nesneleri yok etme ile aynı anlamı taşır. Çünkü nesnelerin kullanımı demek, nesnelerin yavaş yavaş kaybolması, tüketilmesi demektir. Nesnelerin yok etme gereğinden fazla olarak var olduğu ve yok oluşlarında bir zenginliğe tanıklık ettiklerini belirtir. Örneğin, reklamlar aracılığı ile size iletilen mesaj, “arabanızı çarpın, gerisini sigorta halleder” ifadesi, bireylerin sıkıntı duymalarına gerek olmadığı firmanın bu işleri kolayca halledebileceği yeter ki bireyin buna istekli olması anlamına gelir. Baudrillard, bunun kapitalist sistemin kendini yeniden üretmesine dönük bir uygulaması olduğunu ifade eder (Baudrillard, 1997: 40-45).

Tüketim toplumunda yanılsama ihtiyaç üzerinden sağlanır. Galbraith’in belirttiği “ihtiyaçların aslında üretimin ürünü olduğu” görüşünü Baudrillard, “ihtiyaçlar sisteminin üretim sisteminin meyvesi” olduğuna çevirir. Böylece tüketim toplumunda ihtiyaç, aynı zamanda sistem tarafından yaratılmakta ve birbiri ile bağlantılandırılarak yeniden yeniden üretilmektedir (Baudrillard, 1997: 81-84). Tüketmenin haz duyma ile ilgili olduğu önermesini ise sistemin tüketiciye yüklediği yanıltıcı bir anlam olarak niteler. Oysa tüketmenin haz duyma işlevinin bulunmadığı, bunun örtülü bir biçimde doğrudan “üretim işlevi” olarak görüldüğünü vurgular. Dolayısı ile tüketim haz dışlanarak tanımlanır. Amaçları başka yerde olan bir sürecin birey açısından rasyonelleştirilmesidir. Birey kendisi için haz duyar, ancak tüketim bir haz duyma aracı değildir. Bu tamamen tüketim üzerine geliştirilen ideolojik bir söylemdir, bir anlamlandırma düzenidir. Aynı zamanda günümüzde üretimin yerine tüketimin geçtiğinin bir göstergesidir (Baudrillard, 1997: 86-87). Bunu boş zamanı değerlendirme konusunda da görüyoruz. Baudrillard’a göre zaman bir iştir. Zaman tıpkı verimli bir ürün gibi boşa harcanmaz, fakat verimli zamanın bütün kısıtlamaları boş zamanı yeniden üretir. Bir atıl zaman olmadığı gibi özgür zaman da değildir. Kullanılmayan zamanın tüketimidir. Öte yandan zaman bir görevdir. Boş zaman çalışmanın karşıtıdır fakat özgür zaman değildir. Çalışma dışı zaman, çalışma yaşamının tükenmişliğinden kaçıp sığınılan bir durgunluk zamanı değildir. Aksine dinlenme ve kazanım zamanıdır. Boş zamanın temelindeki talep kullanım değeri ile ilgilidir. Ancak bireyler kendi zamanlarını istedikleri gibi kullanma özgürlüğüne sahip değildir, zaman parçalanmıştır, onlara sunulan kullanma zamanı bir simülakrlardan başka bir şey değildir. İlkel toplumlarda bir seyahat ve tatil için zaman ölçümü yoktur. Zamanı anlamlandırmak için bir ismi yoktur. Zaman simgeseldir. Para ne kadar var ise zaman da o kadar vardır. Birey istediği yere gider ve istediğini yapar. Fakat bu anlamda zaman verimsiz bir zaman olarak değerlendirilir. Bu durum artık günümüzde değişmiştir. (Thiry-Cherques, 2010).

Baudrillard, kapitalist toplumda bir malın kullanım ve değişim değerinin bulunduğundan söz ederken, günümüz tüketim toplumunda bu değerlerin gösterge değere dönüştüğünü anlatır. Birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok saygınlık kazanmakta ama diğer taraftan moda değeri olan ve hızla yinelenen malların tüketimini gerçekleştirdiğinde de prestiji artmaktadır. Böylece insanlar tüketim çılgınlığı içinde bir toplumsal ayrıcalık yaşadıklarını zannederler. Baudrillard’a göre günümüzde tüketimin ilerleme ve mutluluk anlamına gelmesini ve bireyin tercihlerinin çoğalmasını, sistem tarafından üst gerçeklik (hiper-realite) yaratılarak demokrasinin varlığı ile örtüştürülmekte ve toplumun refah anlayışının göstergesi sayılmaktadır. Oysa bu bir yanılsamadır (Şaylan, 2002: 239; Thiry-Cherques, 2010).

Baudrillard’a göre günlük alışverişten lüks tüketime, bedenin inşasından cinselliğe, reklamlardan pop art’a, bireylerin spor yapma ve dinlenme biçimlerine varıncaya kadar tüm yönleri ile bir tüketim çılgınlığı yaşadıklarını belirtir. Nesnelerin tüketimi toplumda çeşitli araçlarla desteklenerek bireylere aktarıldığı için yaşanılanların normal olarak algılanmasına neden olmakta ve bir hiper-uyumluluk (hiper-conformity) sağlanmaktadır. Aşırı emek ve tüketim baskısının insanlarda yarattığı normalleşme algısı aynı zamanda hiper-uyumluluk sağlamakta ve böylece nesnelerin tüketimi ile toplum kontrol edilmektedir. Bu denetim sürecine Baudrillard, “sibernetik kontrol” adını vermektedir (Baudrillard, 1997; Şaylan 2002:241).

Baudrillard’a göre tüketim toplumu, aynı zamanda tüketimi öğretme ve insanları tüketime toplumsal bir biçimde alıştırma toplumudur. Tüketim toplumu bir çeşit yeni ve özgül bir toplumsallaştırma tarzıdır (Baudrillard, 1997: 90). Bu toplumsallaştırma tarzını şimdi simülasyon ve smülakrlar aracılığı ile görmeye çalışalım.

Kaynak: Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s. 108-111, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3552 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2386

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...