Felsefe hakkında her şey…

İnsanlar neden neredeyse hiçbir şey üzerinde anlaşamıyorlar?

23.05.2023
İnsanlar neden neredeyse hiçbir şey üzerinde anlaşamıyorlar?

Maske takmak COVID-19 gibi salgınların yayılmasını engelleyebilir mi? İklim değişikliğinin ana kaynağı insanların doğaya zarar veren yapıp etmeleri midir? Son dönemde toplumda farklı cevaplarla karşılanan bu tür sorular ile yaşamın temel gerçekleri üzerinde anlaşabilme yetilerimizi kaybediyor gibiyiz. İnsanoğlu geçmişte de oldukça nesnel kabul edilen meseleler hakkında birçok anlaşmazlık yaşadı; ancak son zamanlardaki örneklerin sayısı, ortak gerçeklik algımızın yavaş yavaş yittiğini gösteriyor.

COVID-19 konusunu ele aldığımızda özellikle hükûmetlerin uyguladığı kısıtlamaların yasal zemini ve aşıların gerekli olup olmadığı gibi konularda birçok farklı fikrin yazılıp söylendiğini gözlemledik. Bu bağlamda insanların gerçeği nasıl tanımladığı, toplumun bu günlerde neden bu gibi konularda anlaşmaya varmakta bu kadar zorlandığı üzerine kafa yormak da felsefenin işi hâline geldi.

İlgili konu: Covid-19 insanlığı derinden etkiledi: Ama felsefe bize yardımcı olabilir!

Üzerinde tartışma yaratılan sorunlarda ortaya çıkan kutuplaşmalar hakkında yorum yapmamıza yardımcı olabilecek iki fikir var elimizde. Bunlardan ilki, “epistemik çoğulculuktur ki bu, bugün toplumun buraya nasıl geldiğini açıklamaya yardımcı olacaktır. İkincisi ise “epistemik bağımlılık”tır ve bu da ilgili konuya dair bilgimizin nereden doğduğunu veya kaynaklandığını düşünmemiz için bize fırsat tanıyacaktır.

HERKESİN DOĞRUSU KENDİ DOĞRUSUDUR

Epistemik çoğulculuk, ampirik gerçekler üzerine inşa edilen sürekli bir toplumsal anlaşmazlık durumu olarak tanımlanabilir.

Kanıtlanabilecek veya çürütülebilecek şeyler söz konusu olduğunda, herkes aynı bilgilere eşit düzeyde erişebilecek konumdaysa aynı olgusal sonuçlara varmak mümkün olacaktır. Bu tahayyül edilmesi oldukça basit bir sonuçtur. Her şeyden önce bugün bilgiye erişebilmek, bundan önceki herhangi bir zamanda olduğundan çok daha özgürce ve kolayca yapılabilmekte. Günümüzde bilgi zeminli anlaşmazlıklar yaşanmasının üzerinde bilgiye erişim hususundaki eşitsizlik hâlâ etkin bir rol oynasa da farklı bilgilerin birbiriyle çatışması, gene de birçok farklı sebebe dayanmaktadır. Psikolojik, sosyal ve politik faktörler de bunlardan bazılarıdır.

tartışan kadınlar, karşılıklı konuşan kadınlar, sohbet eden kadınlar

Örneğin, Yale Üniversitesi öğretim görevlilerinden, psikolog ve hukuk profesörü unvanları bulunan Dan Kahan ve onun çalışma arkadaşlarının yaptığı bir çalışma, insanların aynı bilgilerden yola çıkarak farklı inanç sistemleri oluşturmalarına etki eden iki olgu ortaya çıkardılar.

Bunlardan ilki “kimlik koruyucu idrak” olarak adlandırıldı. Kimlik koruyucu idrak bireylerin kendilerini ait hissettikleri sosyal grupların ampirik inançlarını benimsemeye nasıl güdülendiklerini açıklamaktadır.

İkincisi, kültürel idrak” olarak isimlendirilmiştir. İnsanlar bir davranışa başka nedenlerle karşı çıkmış olsalar da bunun zarar verme olasılığının diğerlerine oranla daha yüksek olduğunu söyleme eğilimindelerdir. Örneğin bireysel silahlanmaya karşı olan birisi bu karşıtlığının ana nedeni başka bir şey olsa bile bu karşıtlığının sebebini başkaca yüksek riskli durumlara yükleyecektir. Örneğin nükleer atıkların nasıl imha edileceği konusunun bireysel silahlanmadan daha mühim olduğunu dile getirecektir.

Bu etkiler haber ağının genişletilmesi, bilgiye erişimin daha kolay hâle gelmesi veya eğitime daha çok önem verilmesi ile azaltılamaz. Zira birçok bilimsel çalışmada; bilimsel okuryazarlık ve matematik yeteneği gibi konularda diğer insanlara göre daha iyi olanların, iklim değişikliğinin nedenleri veya bireysel silahlanmanın kontrol edilebilirliğinin faydaları gibi politize edilmiş bilimsel konularda kutuplaşmayı fiilen artırdıkları gözlemlenmiştir. Buradan, bu alanlarda diğerlerine oranla daha yüksek beceri sahibi olan insanların eldeki delilleri kendi kurguladıkları ve arzuladıkları sonuçlar lehine yorumlama kabiliyetlerinin daha da geliştiği sonucuna varılmıştır.

Bütün bu etmenlerin ötesinde, epistemik çoğulculuğun başka bir kaynağı daha vardır. Amerikalı filozof John Rawls’a göre, inanç ve ifade özgürlüğü ile nitelendirilen bir toplumda bireyler “karar verme zorunluğu” taşırlar. Eğer insanlara ne düşüneceklerini dikte eden bir siyasi erk veya dinî yetke olmazsa herkes kendi kendine karar vermek zorunda kalacaktır ve bu da kaçınılmaz biçimde farklı ahlaki bakış açılarına yol açacaktır.

Rawls, ahlaki değerlerin çoğulculuğuna odaklanmış olsa da aynı şey olgusal konular hakkındaki inançlar için de geçerlidir. Devletler yasal kurallar ve sosyal normlar aracılığıyla ister ahlaki değerler, ister ampirik gerçekler olsun, yönetim erkinin hiçbir suretle bireyin inanç hürriyetini kısıtlayamayacağını garanti altına alma uğraşını verirler.

Bu entelektüel özgürlük, epistemik çoğulculuğa katkıda bulunur. Eğitim alanındaki eşitsizlikler, çevrim içi ortamda güvenilir olmayan kaynaklardan gelen bilgilerin günden güne artması ve kasıtlı olarak kullanılan yanlış bilgiyi yayma kampanyaları gibi faktörler de böyledir. Bunların her birisi, iyisine kötüsüne bakmadan, hep birlikte, insanların ortak doğru anlayışının parçalanması için geniş ölçekli bir ortam yaratılmasına kaynaklık ederler.

BİLGİ GÜVENE İHTİYAÇ DUYAR

Epistemik çoğulculuğa katkıda bulunan bir başka şey de insan bilgisinin ne kadar özelleşmiş ve ihtisas hâline gelmiş olduğu sorunudur. Hiç kimse, kişisel yaşamı boyunca, edinilebilecek bütün bilgileri elde etmeyi umut edemez. Bu da bizi konuyla ilgili ikinci bir kavrama yönlendirir: epistemik güven.

Albert Einstein

Bilgi neredeyse hiçbir suretle doğrudan edinçsel değildir ve çoğunlukla güvenilir bir kaynak tarafından aktarılması durumuyla elde edilir. Örneğin kendinize şunu sorabilirsiniz:

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk cumhurbaşkanının kim olduğunu nereden ve nasıl biliyorum?”

Bugün hayatta olan hiç kimse Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanının yemin töreninde orada bulunmuyordu. Ulusal arşivleri tarayarak belli başlı kayıtlara ulaşmak tabii ki mümkün; ancak neredeyse hiç kimse bunu yapmaz. Bunun yerine gene neredeyse herkes bir ilkokul öğretmeninden Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk cumhurbaşkanı olduğunu öğrenir ve bu doğruyu öğretmenin epistemik otoritesine dayandırarak kabul eder.

Bu aslında sorun edilecek bir durum değildir; zira herkes, sahip olduğu bilginin çoğunu bu şekilde edinir. İnsanların olağan biçimde güvendiği tüm olgusal gerçeklikleri, birbirlerinden etkilenmeden, tamamen bağımsız biçimde doğrulayabilmesi için çok fazla alanda, çok fazla bilgiye ihtiyaçları vardır. Bu durum kendi içinde bağımsızlaşmış disiplinlerde dahi geçerlidir. Benzer çalışmalardan yararlanmak bilimin esas niteliklerinden birisidir. Dolayısıyla bilim insanları kendi alanlarıyla ilgili her deneyi diğer tüm çalışmalardan bağımsız biçimde ortaya koymazlar. Isaac Newton bile fizik bilimine yaptığı katkıların ancak “devlerin omuzlarında saygıyla yükselmekle” mümkün olduğunu söylemiştir.

Bütün bunlar oldukça dolambaçlı bir sorunu gündeme getiriyor:

“Belirli bir konuda uzman olarak nitelendirilmek için yeterli epistemik nüfuza sahip olacak insan, hangi insandır?”

Ortak gerçeklik kabulümüzün büyük bir bölümü son yıllarda epeyce yıprandı. Bu da bahsi geçen gerçeklik hususunda kime inanacağımıza karar verememekten kaynaklanıyor diyebiliriz. Bir COVID-19 aşısının güvenli ve etkili olup olmadığı konusunda, bu alanda uzmanlığı bulunmayan biri, kime inanmalıdır? Bir seçmen, ülkesinde ya da bölgesinde yapılan seçimlerdeki sonuçların meşruiyeti konusunda kime inanmalıdır?: Muhalif kanada mı, iktidar kanadına mı, yargıya mı, seçim görevlilerine mi?

Bu gibi konularda yaşanan doğru bilginin hangisi ya da ne olduğu sorunu; çoğu insanın bu konular hakkında kendi başına karar veremeyecek epistemik durumda bulunması ve aynı zamanda hangi uzmanların sözlerine veya görüşlerine güvenecekleri hususunda da ortak bir noktada buluşamamalarından kaynaklıdır.

MERAKLI KÂŞİFLER

Bahsettiğimiz sorunun basit bir çözümü yoktur. Ama çözüme dönük umut kıvılcımlarını, belli zamanlarda ve yerlerde görebiliriz.

Dan Kahan ve çalışma arkadaşlarına göre zekâ tek başına insanların grup kimliklerinden etkilenerek gerçeklere karşı duruşlarını yönlendirebilme gücüne sahip değildir. Ama meraklı insanlar, grup kimliğinin etkilerine karşı daha dirençli olma eğilimindedir.

Kolektif yaşam felsefemizi birbirinden ayıran birçok faktör vardır, evet. Fakat biraz çabayla ortak noktalarımızı keşfetmeye, birbirimizle ortak idealler veya fikirler çerçevesinde iletişim kurmaya çalışabiliriz. Böylece kutuplaşmaları en aza indirebilir ve anlaşmazlıkları daha ince yollarla ortadan kaldırabiliriz.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Doç. James Steiner-Dillon’ın “Why can’t Americans agree on, well, nearly anything? Philosophy has some answers” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Kaynak Metnin Yazarı: Doç. James Steiner-Dillon, Dayton Üniversitesinde hukuk doçentidir.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...