Çoğulculuk (Poliarşi)
Çoğulculuk (poliarşi) toplumun farklı iktidar odaklarından oluştuğu ön kabulünden hareket ederek, devlet ve toplum arasındaki ilişkiyi bu bağlamda değerlendirmektedir. Toplumdaki çoğul iktidar odaklarını siyasi partiler, çıkar grupları, seçmenler, sivil toplum kuruluşları ve farklı toplumsal aktörler meydana getirmektedir. Toplumsal politikalar topluma dengeli bir şekilde dağılmış farklı çıkar gruplarının pazarlıkları sonucunda açığa çıkmaktadır (Dobratz vd., 2016: 11). Bu bağlamda iktidar parçalı bir koalisyonun temsilidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta çoğulcuların bir devlet teorisi yapmadıkları ve devlet terimini ve hükümetin alternatifi olarak kullanarak esasen siyasal sistemlerden, hükümetten, politikadan bahsetmeleridir (Dobratz vd., 2016: 52).
Tek merkezli devlet yerine, hükûmet terimini kullanmaları, hükûmetin yarışan ve çakışan çıkarlardan mürekkep olduğu vurgusuna dayanmaktadır (Taylor. 2010: 18). Keza, çoğulculuk için devlet çıkar gruplarının kendini temsil ettiği siyasi bir arenanın ötesinde bir yapı değildir. Her ne kadar poliarşik idarenin kökenleri Tocqueville’in (1805–1859) çalışmalarına kadar geri gitse de çoğulculuğun sosyal bilimlerde iktidarı açıklayan önemli bir gelenek hâline gelmesi belirli bir tarihsel, toplumsal ve siyasi sürecin sonucudur.
Yirminci yüzyılın başında İngiltere’de çoğulculuğun gelişimi, güçlü bir modern devletin karşısında onu dengeleyecek bir sivil toplum arayışı ile yakından ilişkilidir. Amerika’da ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında doğu bloğuna alternatif bir liberal demokrasi oluşturulması bağlamında çoğulculuk ön plana çıkan bir düşünce hâline gelmiştir.
Çoğulculuk paradigmasını bir devlet teorisi yoktur. Tek merkezli devlet yerine, hükümet terimini kullanmaları, hükümetin yarışan ve çakışan çıkarlardan mürekkep olduğu vurgusuna dayanmaktadır. Keza, çoğulculuk için devlet çıkar gruplarının kendini temsil ettiği siyasi bir arenanın ötesinde bir yapı değildir.
Çoğulculuğun düşünsel kökenleri Amerika üzerine çalışmalar yapan ve sanayi devrimiyle birlikte gücü azalan aristokrasilerin karşısında Amarikan kültürü ve siyaset yapma biçiminin demokrasi fikrinin alt yapısını oluşturduğunu iddia eden Tocqueville’e kadar geri gitmektedir. İki ciltlik Amerika’da Demokrasi isimli kitabında çoğulculuk için iki önemli varsayımda bulunmaktadır. İlk olarak sivil toplum kurumları (dernekler, odalar, birlikler vb.) sadece bireysel çıkarların temsil edildiği alanlar değil, aynı zamanda daha geniş bir toplumsal iddiası olan yapılardır. İkinci olarak ise sivil toplum kurumları toplumsal düzenin sağlanması ve ortak çıkarların oluşması için hayati önemdedir (Dobratz vd., 2016: 17). Bu bağlamda Tocqueville için toplumsal düzen, demokrasi ve demokrasinin devamlılığı için çoğulculuk temel mekanizmadır.
Robert Dahl çoğulcu teorinin normatif yargılarını 1961 yılında yayınladığı Kim Yönetiyor: Amerikan Şehrinde Demokrasi ve İktidar isimli kitabında ampirik bir analize dönüştürmüştür. Adı geçen çalışmada Connecticut eyaletindeki New Haven kentinden şehrin yönetimi için mücadele eden aktörlere ve grupları incelenerek çoğulculuğun nasıl siyaseti belirlediğini araştırılmıştır.
Dahl’a (1961: 12) göre şehir yönetimi tek bir grubun elinde değil, bir koalisyon formundadır. Her sektör kendi birliğini/ derneğini kurarak karar alma süreçlerini etkilemeye çalışmakta ve bu birlikler farklı iktisadi, politik ve toplumsal çıkarlara göre şekillenmektedir. Toplumun genelini etkileyen kararlar farklı grupların verdiği tavizlerin ve süregiden bir pazarlık kültürünün sonucudur. New Haven’ı geniş Amerikan siyasetinin mikro yansıması olarak gören Dahl, Amerika demokrasisine dair genellemelerde bulunmaktadır. Dahl’a göre, tıpkı New Haven’da olduğu gibi Amerikan hükümetinde -Beyaz Saray, bürokrasi, parlamento, federal ve merkezî mahkemeler, yasama ve yürütme organları- alınan kararların hepsi pazarlık, tartışma, uzlaşma sonucunda hayata geçmektedir (Smith, 2006: 26). Diğer bir ifadeyle ne tek başına bir çıkar grubu ne bir siyasi parti ne bir sınıf ne de dinî bir grup tek başına iktidar olmaktadır. Aksine devletin bir kanadında baskın olan grup, diğer kanadında yenildiği için bu zaferi yaşamakta ve bu durum sistemdeki denge ve fren mekanizmasını oluşturmaktadır.
Dahl’ın poliarşik demokrasi olarak tanımladığı ideal demokratik durum, organize olmuş farklı azınlıkların eşit şekilde iktidar mekanizması içinde temsil edilmeleri anlamına gelmektedir (Taylor, 2010: 20). İdeal olan durum toplumsal politikaların birbiriyle çatışan farklı baskı gruplarının uzlaşması üzerine kurulmasıdır. Dahl’ın çalışmaları New York, Chicago, Seattle, Bristol (İngiltere), Cordoba (Arjantin), Lima (Peru) üzerine yapılan farklı araştırmalarla 1960’lar boyunca desteklenmiştir (Dobratz vd., 2016: 12).
Çoğulcu teorinin devlet teorisine sahip olmadığını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Devletin temel işlevi farklı grupların talepleri ve ihtiyaçlarını yansıtabilecek dinamik bir toplumsal düzenin yasal ve hukuksal alt yapısını temin etmektir. Diğer bir ifadeyle devlet farklı toplumsal grupların talepleri ve beklentileri etrafında örgütlenen tarafsız bir kurumlar bütünüdür. Bu bağlamda devlet çıkarların birbiriyle yarıştığı bir arenadır ve devletten beklenen herhangi bir grubun tek başına imtiyaz sahibi olacağı bir durumu engelleyerek, tüm çıkar gruplarına eşit mesafede durmasıdır. Her ne kadar çoğulcu paradigma yıllar içinde bir takım değişiklikler geçirerek ve güncellenmiş olsa da, çoğulculuğun devlet ile ilgili temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir:
- Farklı toplumsal çıkarlardan oluşan sivil toplum örgütleri hükümetteki baskı gruplarını oluşturmaktadır.
- Devlet toplumun üzerinde ve dışında olmadığı için, devletin gücü sınırlandırılmalıdır. Tam da bu sebepten ötürü devletin gücünü dengeleyecek güçlü sivil toplum örgütlerine ihtiyaç vardır.
- Örgütlenmiş sivil toplum kuruluşları hem üretim hem de üretilenin yeniden dağıtımı için devlete alternatif oluşturabilirler.
- İktidar ekonomik ve politik olarak hükümeti oluşturan farklı kurumlara dağılmış durumdadır, aynı çıkar grubu hükümetin bütün organlarını kontrol altında tutamaz (Smith 2006: 36).
Bu bağlamda demokratik sistemlerin temel özellikleri farklı toplumsal grupların koalisyon oluşturabilmeleri, sistemin farklı iktidar merkezleri tarafından bütünlüğünün sağlanması ve uzlaşmanın sağlanabileceği bir politika yapma sürecine sahip olmalarıdır. Buradaki en önemli nokta, siyasi çekişmelerin sistemin sınırları ile ilgili değil kaynakların dağıtılması ile ilgili olmasıdır.
Çoğulculuk paradigmasına göre çıkar grupları arasındaki siyasi çekişmeler sistemin sınırları üzerinden değil, kaynakların toplumda yeniden dağıtılması üzerinden gerçekleşmektedir.
Kaynak: SİYASET SOSYOLOJİSİ, s. 61-641, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4025 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2807