Doğrusal zamanın kısa tarihi: “Kıyamet günü” zamanı nasıl algıladığımızı belirler…
Felsefe tarihi, olması gerektiği gibi, bize tek tip bir zaman anlayışı sunmaz. Aslında bu konu Antik Yunan’daki en hararetli tartışmalardan bazılarının temelini oluşturur. Zamanı “doğrusal” olarak görmemizin nedeni Hristiyanlık’tır. Yaratılış (başlangıç) ve Kıyamet Günü (son) fikri bize doğrusal bir zaman görüşünün anlatısını sağlar. Deneyimlerimiz zaman konusunda doğrusal ya da döngüsel tarafa meyletmez. Bu bağlamda belki de zamanı Aristoteles’in yaptığı gibi, sadece değişimin dışa vurumu olarak görmeliyiz.
Dünyayı algılamanın farklı biçimlerini keşfetmek insan doğasının temel unsurlarından biridir. Kültürel, tarihi ve kişisel terbiyemiz, gerçekliği yorumlamamıza yardımcı olan bir mercek görevi görecek çeşitli anlayış ve inanç yapıları içerir. Örneğin bundan yüzlerce yıl önce küçük bir çocuk karanlık bir ormana baktığında orada canavarların dolaştığını hissederdi. Orta Çağ’da, bir anne, çocuğunun hastalanmasına neden olan şeyin kötü hava olduğunu düşündüğünden camları açar ve odaya güzel kokulu çiçekler koyardı.
Bugün, Batı entelektüel geleneği içinde doğanların çoğu zamanı genellikle doğrusal kabul eder. Hepimiz yaşamı kendimize göre bölüp sıralarız ve zaman da böyle işler: Bölünerek, sıralanarak. Böylece hayatın bir başlangıcının ve bir sonunun olduğu fikrine ulaşırız. Dünyayı anlamlandırmada zaman iki nihai nokta ile sınırlandırılır. Her şey bir ucunda “öncesi” diğer ucunda “sonrası” olan bir çizgi boyunca var olur. Bu çizginin ortasında da biz bulunuruz. Peki ama neden bu doğrusal zaman anlayışı, zamana dair sadece olası bir dünya görüşü iken idrakimizin çoğuna hükmeder?
İlgili konu: Modern yaşamın çılgın temposu zaman algımıza zarar veriyor
Zaman içinde bir karışıklık
Öncelikle, her şey Antik Yunanlılarla başlamadı. Aslında Yunan filozoflar zamanın ne olduğu konusundaki en etkili ve en hararetli tartışmalardan bazılarına imza atmışlardır. Antiphon zamanın “var” olmadığına, daha ziyade dünyayı ölçmek için kullanılan bir mefhum olduğuna inanıyordu (Kant’ın 2000 yıl sonra teyit edeceği gibi). Parmenides ve Zenon zamanı bir yanılsama olarak görüyordu. Onlara göre zaman, her şeyin değişmesi gerektiği anlamına geliyordu ve değişmeyen bazı şeyler (zihinsel temsiller gibi) varsa zaman var olamazdı.
Zamanı gerçekten “başlangıcı” olan bir şey olarak gören tek kişi, zamanın Yaratıcı tarafından yaratıldığını düşünen Platon’du (bu Yaratıcının zamandan önce ne yaptığı açıkçası bir bilmecedir). Platon’un görüşü bu görüşlerden yalnızca biridir ve rağbet gören bir görüş de değildir. Öğrencisi Aristoteles bile zamanın kendinde şey olmadığını, yalnızca nesneler arasında ilişkiye dayalı bir mefhum olduğunu düşünüyordu.
Ama önemli olan tek şey Hıristiyanların Platon’dan hoşlanmasıydı. İlk Hristiyan Kilise Babaları, yaratılış hikâyelerinin ve İncil‘deki Son Yargı anlatısının bu doğrusal zaman görüşüyle oldukça iyi örtüştüğünü kısa sürede fark etmişlerdir.
Bu nedenle, Antik Yunan’da doğrusal zaman bir yana, kesin ya da evrensel olarak kabul edilmiş bir zaman açıklaması bulamayız. Bunun için zaman çizgisinde bir tür “başlangıç” ve “sona” ihtiyacımız vardı. Kısacası Yaratılış ve Son Yargı‘ya ihtiyacımız vardı.
Kutsal Kitap‘ın büyük bir kısmı acı çekmekle ilgilidir. Yahudi halkının sürgün edilmesi, zulüm görmesi ve soykırıma maruz kalmasıyla doludur. Aslanlara atılan kurbanların ve azizlerin öyküleri vardır. Peki, kullarını koruyamayan bir Tanrı ne işe yarar? Ve sizi ezenlerin bundan zarar görmeden kurtulması hangi adalete sığar? Cevap, günahkârların cezalandırıldığı ve iyilerin ödüllendirildiği nihai bir “Kıyamet Günü” düşüncesinde bulunuyordu.
Kıyamet Günü sadece tüm bu acılara merhem olmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm evreni yapılandırmaya da yarıyordu. Zaman bir yanılsama ya da sonsuz bir döngü değildi. Aksine, Tanrı tarafından yazılmış ve denetlenmiş bilinçli bir kurguydu. O‘nun bir planı vardı ve “bugün” O‘nun bizim için belirlediği yolda yalnızca bir basamaktır. Kilise Babaları ve Ortodoks Kutsal Kitap’ı bir araya getirmekle görevli farklı konsüller, diğerleri gibi bir öykü oluşturduklarını çok iyi biliyorlardı: Öykü başlar, karakterler büyüyüp değişir ve öykü sona erer.
Kutsal Zaman
Bu görüşün -Tanrı’nın evreni bir anlatı çerçevesinde yarattığı görüşünün- anlamı, her şeyin bir nedeni olduğudur. İlerleyişte bir düzen ve kaosta bir amaç olduğuna inanmamızı sağlar. “Kutsal Zaman” olarak adlandırılan bu fikir, Hristiyan inancına hayat vermiştir ve dünyaya bakış açımızı bugün de etkilemektedir. Gelecek konusunda iyimser olmak için pek çok neden var, ancak “modern demek daha iyi demektir” şeklindeki varsayılan görüş, kendisini büyük ölçüde Hristiyanların zaman anlayışına borçludur.
Teolog Martin Palmer’ın belirttiği gibi, “19. ve 20. yüzyıllar boyunca sosyal felsefenin, sosyalizmin ve Marksizmin büyük bir kısmı, tarihin kaçınılmaz olarak daha iyi bir dünyaya doğru ilerlediği fikrine dayanır. Bu ütopya/kıyamet gerilimi, bugüne kadar dünyanın dört bir yanındaki sosyalist partilerin sosyal politikalarını şekillendiren bir unsurdur.”
Kısacası, “sonunda her şey yoluna girecek” dediğimizde, bu kelimeye bağlı olan birçok şey vardır: son.
Zaman değişimdir
Doğuştan sahip olduğunuz tüm düşünsel izleri sıyırıp atmaya çalışırsanız, doğrusal zamana işaret eden pek bir şey kalmadığını görürsünüz. Güneş doğacak ve batacak. Kış geçecek ve karlı bir şekilde geri gelecektir. Tarih kendini tekrar edecektir. Bu yüzden insanlık tarihinin büyük bir bölümünde zaman sonlu, kapalı bir çizgi olarak değil, sonsuz, tekrar eden bir daire olarak görülmüştür.
Maya ve İnka mitolojilerinde döngüsel ve hiç bitmeyen hikâyelere yoğun bir şekilde yer verilmiştir. Hint felsefesinde “zaman çarkı” (Kalachakra) evrenin çağlarının tekrar tekrar yaşandığını kabul eder. Yunan Stoacılar (ve daha sonra Friedrich Nietzsche) “sonsuz döngünün” bir yorumunu sunmuşlardır; bu dünya ve bu gerçeklik aynı şekilde tekrar tekrar yaşanacaktır.
Elbette, zaman son derece karmaşık ve bugün bile çözmeye çalıştığımız bir konudur. Ancak felsefi ve fenomenolojik olarak Aristoteles tam isabet kaydetmiştir. Carlo Rovelli’nin The Order of Time (Zamanın Düzeni) adlı kitabında belirttiği gibi, “Aristoteles’in öne sürdüğü gibi zaman değişimin ölçüsüdür; bu değişimi ölçmek için farklı değişkenler tercih edilebilir ve bunların hiçbiri bizim deneyimlediğimiz şekliyle zamanın tüm özelliklerine sahip değildir. Ancak bu, dünyanın kesintisiz bir değişim süreci içinde olduğu gerçeğini değiştirmez.”
Dünya değişir. İster bir yanılsama olsun ister gerçek, ister doğrusal ister döngüsel, değişim gerçekleşir. Belki de zaman sadece bunu açıklamak için kullandığımız bir dildir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jonny Thomson’ın “A brief history of (linear) time” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM