Felsefe hakkında her şey…

Heidegger’in Varlık Felsefesi Anlayışı

11.05.2020
2.500

Heidegger, günümüz felsefe dünyasında oldukça etkin ve belirleyici olan varoluşçuluk, postyapısalcılık, postmodernizm, Frankfurt Okulu ve yapıbozumculuk gibi felsefe akımı ve felsefe anlayışını fazlasıyla etkilemiş bir düşünürdür.

1889 yılında Almanya’nın Baden eyaletinde bir Katolik ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş, lise eğitiminden sonra dini eğitim almıştır. Bu dönemde üniversitede teoloji ağırlıklı bir eğitim almıştır.

Doktora çalışmasını yaptığı dönemde onun hocalığını da yapmış olan Husserl’den de etkilenerek, psikolojinin alanına giriyormuş gibi görünen kaygı, düşünme gibi konuları, felsefi bir yaklaşımla ele alarak çözümlemelere gitmiştir. 1923’te Marburg’da profesör olmuş, 1927 yılında da, günümüz felsefe dünyasını hâlen etkilemeye devam eden Sein und Zeit (Varlık ve Zaman) adlı kitabını yayımlamıştır.

Varlık biliminin yeniden, fakat geleneksel anlamının dışında ele alınması ve gündeme getirilmesi gerektiğini ileri sürerek, yeni bir varlık kavrayışı dönemi başlatmıştır. Varlığın bu yeni kavranış biçimi, kendisinden sonra gelen filozofları belirgin biçimde etkilemiştir.

Varlığa ilişkin geleneksel yaklaşımın yerine, yeni bir formülasyonun oluşturulması gerektiğini söyler. Gelenekselleşmiş ön yargıların sona erdirilmesi, belli bir biçimde oldukça yeni bir eleştiri ve soruşturma tarzının geliştirilmesini gerektirmiştir. Her inceleme, neliğe ilişkin bir soruşturma olarak görülebilir. Bir şeyin ne’liği araştırılmaktadır. Bu bakımdan her soruşturmanın belli bir amacı vardır. Bu amaç, ilgili şeyin ne’liğinin ortaya çıkarılmasıdır. Fakat burada, araştırmanın, soruşturmanın kendisi de bir araştırma ve soruşturma konusuna dönüştürülebilir. Bu bakımdan hiç bir şeyin kendisi olarak ön yargılarla beraber kabul edilmesi söz konusu olmayacaktır. Fakat soruşturmayı kim yapmaktadır? Soruşturan ve araştıranın kendisi araştırmanın tam da merkezindedir. Bu, soruşturmayı yapanın kendisidir.

Varlığa yönelmiş bir soruşturmada belirleyici olan unsur, ilkin geleneksel yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, şimdiye kadar varlığın ne olduğu araştırma konusu yapılmıştır. Bu, batı felsefe tarihinde ortaya çıkan bir kırılmadan, çarpıtılmadan kaynaklanan bir yanılsamadır. Bu kırılma ve yanılsama, bilmeye yönelenin varlıktan uzak kalmasına, uzaklaşmasına yol açmıştır. Fakat varlığın kavranmasının yine de imkânı vardır. Bu imkânın kaynağı, varlığın zaten bilen ile beraber olmasıdır.

Varlığın kabaca, ondan uzak kalınarak kavranma çabalarından, varlığın ne’liğinin araştırılmasından, onun anlamının araştırılmasına geçilmesiyle sonuç elde edilebilir. Varlığın anlamını kavramaya yönelen Heidegger, belli ve öz olarak kabul edilen bir tanıma ulaşmaktan ziyade, felsefe tarihi içinde kendisini gösteren çeşitli varlık kavrayışlarının betimlenmesini ve böylelikle göreli de olsa çeşitli kavranışlarını gündeme getirmiş olmaktadır. Varlığın bu göreli kavranışları, insan olmanın anlamıyla da iç içedir. Tüm bu etkinlikleri gerçekleştiren yegâne varlık olarak insan, bütün bu varlık ve felsefe kavrayışlarının kaynağı olduğu gibi, varlık ve felsefe kavrayışlarıyla beraber kendisini de gerçekleştirmiş olmakta, kendini üretmektedir. Burada artık gelenekselleşmiş Platoncu ve Aristotelesçi insan ve varlık kavrayışlarından uzaklaşmak söz konusudur. Uzaklaşılan bu kavrayış biçimi, ele aldığı konuyu durağanlaştıran ve biçimselleştirmeye yönelen kuramsal bir yaklaşımdır. Belli bir konunun nihai olarak tanımlanması, tüketesiye bir biçimde sınırlanıp belirlenmesi anlayışının sonucunda durağanlık ortaya çıkmış, varlığın dinamizmi ortadan kalkmış olmaktadır.

Heidegger’in varlık konusundaki çalışmaları, bir varlık tarihi tahribatı olarak da görülebilir. O, kendisinden önceki belirgin filozof ve düşünürlerin varlık hakkındaki teorilerini eleştirerek kendi varlık anlayışını ortaya koymaya yönelmiştir. Varlık tarihinin yıkıldığı ve başka bir biçimde ifade edilirse, yeni bir varlık kavrayışının ortaya çıktığı bu süreçte Heidegger, bir yandan varlığın anlamının yeniden kavramasına, öte yandan da insanın yeniden kavranmasına yönelmiş olmaktadır. Fundamental ontoloji olarak da adlandırılan bu yöntem, Dasein’ın, insan varlığı’nın ele alınmasıyla başlar. Dasein, belli sistematik sınıflamalarla kavranmaya çalışılan insandır. İnsan bu biçimde ele alındığında, sanki olmuş bitmiş ve sınırları belli bir varlık olarak görülmekte, onun ne’liği ortaya konulmaya çalışılmış olmaktadır. Oysa insan bir şey değil, bir imkândır. O, olduğu şeylerin hepsi olmakla beraber, geleceğe yönelik bir imkân varlığıdır. Bu bakımdan belli bir şey olmaktan ziyade, olmak imkânı olarak, bütün olmaların kaynağı olarak görülmelidir.

Heidegger’in yöneldiği bu araştırma ve soruşturmanın belirgin bir yöntemi vardır. Bu yöntem, fenomenolojiden alınmıştır. Fenomenolojik yöntemin kullanılmasıyla bütün bir varlık tarihinin eleştirilmesi ve tahrip edilmesi, varlığın belli bir biçimde anlamı bakımından kavranmasına imkân tanıyacaktır. Bu imkân, geleneksel metafiziklerin temel sorusu olan ‘Varlık nedir?’ yerine, ‘Varlığın anlamı nedir? sorusunu sormakla elde edilebilir. Fakat esas amaç, bütün bu etkinliğin merkezinde bulunan insanın kavranmasıdır. Başka bir ifadeyle, insanın kendi kendisini doğru bir biçimde kavramasının imkânını araştırmak, ana amaçtır. Burada amaç, belli kuramlar veya anlayışlar bakımından bir yanıt üretmek değildir. Böyle bir yanıt, kavranmak istenen konu söz konusu olduğunda, sınırlı ve verimsiz kalacaktır. Çünkü sınırlı bir perspektif sunulmuş olacaktır.

Kendinde şeylere yönelik bir araştırmanın yöntemi olarak da görülen fenomenoloji, ‘Varlığın anlamı nedir?’ sorusunun yanıtlanmasında kullanılacak temel yöntemdir. Bu yöntem, daha önce E. Husserl tarafından geliştirilmiştir. Heidegger, hocası olan Husserll’in bu yöntemini de kullanarak, varlığın anlamı nedir sorusunu yanıtlamaya yönelmiştir. Bu yöneliş, büyük etkiler yaratmış olan Varlık ve Zaman adlı kitabının başlığından da anlaşılabileceği gibi, varlığı zamansallığı içinde kavramak amacındadır. Zamansallığından çıkarılmış bir varlık kavrayışı, geleneksel batı metafiziğinin kendisine yabancılaşmış bir kavranışından başka bir sonuç vermeyecektir.

Varlığın zamansallığı içindeki kavranışını mümkün kılacak olan fenomenoloji yöntemi, Kant anlamındaki görünüşlerle ilişkili fenomenlere dair değildir. Burada fenomenoloji ile kastedilen, kendinde şeylerin kendilerini yine kendilerinde göstermesi yöntemi olarak belirlenmiştir. Burada, fenomenolojinin ikinci yarısı olan Logos kavramı gündemde olmaktadır. Logos, Herakleitos‘tan beri gündemde olan bir kavramdır. Esas olarak söz, düşünmek, toplamak, hesap etmek, yasa anlamlarına gelmektedir. Logos’un Heidegger’deki belirgin yanı, söz olarak öne çıkmış olmasıdır. Söz, belli bir ifade olmasıyla, her şeyin kendisini görünür kıldığı, açığa çıktığı imkân olarak değerlendirilebilir. Söz, hakikattir. Bu bakımdan söz, kendi kendisini ortaya sunmaktadır.

Bu, tam da fenomenolojik yöntemle amaçlanan şeydir. Yani, araştırılanın kendisini, yine kendisi olarak açığa çıkarmasıdır. Oysa doğa bilimleri veya diğer araştırma ve inceleme alanlarında yapılan şey ekseriyetle, belli bir yöntemle veya sınıflamayla, şeyin kendisini başka birtakım tanımlama sistemleri içinde kaybederek açıklamaya çalışılmasıdır. Oysa amaç, şeyin kendisini, kendisi olarak açığa çıkarmasına imkân tanımaktır. Bu anlamıyla fenomenoloji, betimleyici bir yaklaşım olarak da değerlendirilebilir.

Öyleyse, fenomenoloji, geleneksel metafizik tarafından çarpıtılmış olan varlık tarihinin yıkılmasının yöntemi olarak kullanılacaktır. Felsefe, fenomenolojik ontoloji olarak adlandırılan bu yöntemi kullanan bir etkinlik olmalıdır. Bu etkinlik, Dasein’ın kendi kendisini kavrayışının da imkânını verecektir. Tüm bu kavrama çabasının iki sonucu olabilmektedir. Bunlardan birincisi, geleneksel metafizik yaklaşımlar olarak kendisini gösteren Batı Metafizik Tarihinin, tam da metafizik tarihi olmasıyla gizlediği, üzerini örterek yabancılaşmanın gelişmesine yol açtığı varlığın yeniden ortaya çıkarılması, ikincisi de, şimdiye kadar herhangi bir biçimde kendisi ile ilişki kurulmamış olanın kendisini açığa çıkarmasına imkân tanınmasıdır.

Burada, anlamın kavranmasına imkân tanıyan yorumsama (Hermeneutik) ana yöntemdir. Yorumsama, varlığın tarihselliğini gündeme getirecektir. Varlığın tarihselliği, başka bir ifadeyle zamansallığı, onun belli bir şey olarak kavranmasından ziyade, farklı kavranışlarının imkânına da yönelmiştir. Bu imkân, geleneksel metafiziğin dışında kalıyor olsa da, metafizik dışı bir etkinlik değildir. Bu da bir metafiziktir. Bu metafizik kavrayış, tekniği de kendisine konu alarak, onun insan varlığıyla olan içsel ilişkisini zamansallık içinde kazanılan yeni anlamlar bakımından ele alarak sunmaya çalışmıştır.

Heidegger, tüm bu çalışmalarıyla, felsefenin ve bilmenin yegâne kaynağı olan insana yeni bir vurgu yapmış olmaktadır. İnsan, imkân olarak kendisine yönelmiştir. İnsanın değil, sistemlerin ve bilme formlarının öne çıktığı bir dönemin filozoflarına yeniden insan varlığını hatırlatan bu yaklaşım, unutulmuş ve üzeri örtülmüş olan varlığın anlamının yeniden kavranışına yönelik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Böylelikle, yersiz yurtsuz kalmış olan çağdaş uygar insanın yaşadığı yabancılaşmanın kökten bir çözümü mümkün olabilir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...