Baruch Spinoza ve Metafizik Anlayışı
Spinoza’nın felsefi çalışmalarının anlaşılmak ve değerlendirilmek bakımından özel zorlukları olduğu bilinen bir gerçektir.
Kullandığı kavramlar, bunlara getirdiği tanım ve açıklamalar birçok farklı yollardan yeniden sorgulanabilir ya da değerlendirilebilir görünmektedir. Bu yalnızca Spinoza’nın bir yanda ‘Tanrı-sarhoşu, öte yanda din ve tanrı düşmanı olarak değerlendirilmesi meselesinde ortaya çıkmaz, bir bütün felsefi sisteminin anlaşılmasında özel bir sorun yaratır. Felsefenin bildik terimlerini kullanmakla birlikte, Spinoza’nın kendi metafiziğini kurarken bu terimlere sağladığı anlam katmanları ve terimleri birbiriyle ilintilendirme tarzı onun sisteminin anlaşılmasını güçleştirmiş ve bunun yanı sıra pek çok farklı şekillerde yorumlanmasına yol açmıştır.
Temel yapıtı Etika ilginç özelliklere sahiptir. İlkin burada Spinoza’nın felsefi çalışmasına bilimsel bir konum kazandırmaya çalıştığı söylenebilir. Rasyonalist filozofların matematikten etkilenmeleri ya da onu model almaları Spinoza içinde geçerlidir, ancak Spinoza matematikten çok geometriyi benimser ve yapıtlarında geometrik yöntemi kullanır. Etika’nın altbaşlığı bu bakımdan örnektir: Geometrik yönteme göre kanıtlanmış olan ahlak. Yorumcuları, çalışmanın ağır yapısının buradan kaynaklandığında hemfikirdirler. Etika’nın hem biçimsel yapısın hem de içeriğini geometrik yöntem şekillendirir.
Etika’nın temel kavramları olan töz, nitelik, görünüm, nedensellik bunlara örnek olarak verilebilir. Spinozacı metafiziğin nasıl bir ontolojiye sahip olduğu, Tanrı ya da Doğa dediğinde ne demek istediği, insanın doğadaki yerinin nasıl ele alındığı, özgürlük ve zorunluluk ilişkisinin nasıl değerlendirildiği önemli boyutlar ve sorunlar içerir; Spinoza bu bakımdan etkisi geç anlaşılmış ve anlaşıldığı andan itibaren sürekli yeniden değerlendirilir bir filozof olmuştur.
Tanrı ya da Doğa
“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır. ” Aliya İzzetbegoviç D. B. A. İSLÂM Sayfa 266
Spinoza’nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır. Bununla birlikte Spinoza’nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: “Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir”.
Ancak yine de açık olmayan Spinoza’nın Tanrı’sının felsefesi açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri, bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.
Aynı zamanda Spinoza’nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir; onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, : “Tanrı ya da Doğa” (Deus sive Natura) demektedir.
İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza’nın güç anlaşılır tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda fiziksel dünyanın özünde teolojik olmasını ve öte yandan teolojinin kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül etmesidir.
Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Spinoza’nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza’nın nedensellik fikri ampirizm felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamıyorsa başka hiçbir şey sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.