Felsefe hakkında her şey…

Zihin egzersizleri yaptıracak düşünce deneyleri

06.03.2023
Zihin egzersizleri yaptıracak düşünce deneyleri

Düşünce deneyleri, soyut kavramları eğlenceli ve imgesel biçimde yorumlamaya alan sağlayan zihinsel pratiklerdir. En iyi düşünce deneyleri ise hayatın, belirlenmiş teorik şartlar altında nasıl işlediğine dair yeni bakış açıları ortaya koyarak inançlarımıza meydan okuyanlardır.

Düşünce deneyleri genellikle aşırı uçlarda inşa edilir. Bu sayede belirli fikirlerin nasıl vuku bulabileceğini anlayabilir, üstelik bunu, gerçek dünyadaki herhangi bir güçlüğe maruz kalmadan, yalnızca kendi düşünce dünyamızda yapabiliriz.

O hâlde haydi başlayalım. İşte ufkunuzu açacak, zihninize gerekli egzersizleri yaptıracak ve tarihin en popülerleri arasında yer alan düşünce deneyleri!

BATAKLIK ADAMI

Amerikalı filozof Donald Davidson’ın 1987’de yayımlanan “Knowing One’s Own Mind” isimli makalesinde kaleme aldığı bu düşünce deneyi, özdeşlik kavramıyla ilgili soruları gündeme getirir.

yıldırım, doğa, şimşek, göl, göl kenarı, yıldırım düşmesi, şimşek çakması

Bir adamın yürüyüşe çıktığınızı ve bir yıldırım düşmesi sonucu atomlarına ayrıldığını düşünelim. Eş zamanlı olarak bir yıldırımın da bir bataklığa düştüğünü ve bataklıkta bulunan moleküllerin bir şekilde bir araya gelerek eş zamanlı biçimde diğer yıldırım tarafından moleküllerine ayrılan adamı oluşturan örüntüye göre yeniden düzenlenmesine neden olduğunu farz edelim. Bataklığa düşen yıldırımla birlikte oluşan bu “Bataklık Adamı” tıpkı diğer yıldırımın atomlarına ayırdığı adamın düşüncelerine, anılarına, davranış kalıplara sahip olsun. Bu adam, atomlarına ayrılan adamın yerine yaşamı devam ettiriyor, çalışıyor, arkadaşlarıyla etkileşime giriyor ve hiçbir niteliğiyle ondan ayırt edilemiyor.

Sorumuz şu: Bataklık Adamı ile yıldırımın atomlarına ayırdığı adam, aynı kişi midir?

Davidson bu soruya “Hayır, aynı kişi değildir” cevabını veriyor.

İki adam fiziksel olarak birbirlerinin aynısı olsalar ve hiç kimse ikisi arasında bir fark göremeyecek olsa da Davidson’a göre bu iki adam müşterek bir geçmişi paylaşmadıkları için aynı kişi olamayacaklardır.

Şöyle düşünebiliriz: Bataklık Adamı, atomlarına ayrılan adamın arkadaşlarını hatırlayacaktır, evet; fakat onları daha önce hiç görmemiştir. Onları gören kişi, bir başkasıdır. Bu kişiler, Bataklık Adamı’nın yalnızca anılarında varlardır.

Davidson tarafından geliştirilen bu görüşe karşı kimi itirazlar sunulmuştur. Bataklık Adamı ile orijinal şahsın aynı zihni paylaştıkları için aynı kişi oldukları ileri süren bir fikir örneğin… Filozof Daniel Dennett ise bu düşünce deneyinin anlamlı olamayacak kadar gerçeklikten uzak olduğu fikrindedir.

KEMANCI

Kemancı, Judith Thomson’ın 1971’de yayımlanan “A Defence of Abortion” adlı makalesinde ortaya attığı bir düşünce deneyidir.

kemancı, keman çalan kadın, keman, müzik, müzisyen kadın

Bir sabah uyandığınızda kendinizi komada bulunan bir kemancıyla sırt sırta bağlanmış biçimde bir yatakta buluyorsunuz. Kemancı oldukça ünlü bir virtüöz ve ölümcül bir böbrek hastalığından muzdarip. Müzikseverler Derneği, mevcut tüm tıbbi kayıtları incelediğinde kemancıya ilgili yardımı yapabilecek genetik özelliklere sahip tek kişinin siz olduğunuzu öğreniyor. Bu nedenle sizi kaçırıyorlar ve kemancının dolaşım sistemini sizinkine bağlayan bir tıbbi müdahale ile iyi çalışan böbreklerinizin hem kendi kanınızı hem de kemancının kanını temizlemesini sağlıyor. Kemancı ile sizin bu tıbbi bağlantınız kesildiğinde kemancı ölecek; ama dokuz ay boyunca size bağlı olarak yaşarsa hastalığından kurtulmuş olacak ve böylece güvenle sizin bedeninizle olan bağlantısı sonlandırılabilecek.

Sorumuz şu: Kendinizi müzisyeni yaşatmakla yükümlü görüyor musunuz, yoksa salt siz öyle istediğiniz için ona olan tıbbi bağlantınızı keserek onun ölmesine izin mi vereceksiniz?

Thompson’a göre kemancı belli haklara sahip olan bir kişi olmadığı için değil, sizin vücudunuz ve onun sağladığı hayat kurtarıcı işlevler üzerinde hiçbir hakka sahip olmadığı için, onu yaşatmakla yükümlü değilsiniz. Belki dokuz ay boyunca yatağa bağlı kalarak kemancının hayata tutunmasını sağlayabilirsiniz; ama bunu yapmaya ahlaken zorunlu değilsiniz. Kemancıya yardım etmek istememeniz tamamen meşrudur.

Thompson’ın bu düşünce deneyi oldukça zekice kurgulanmıştır. Şöyle ki deney kemancıyı öldürme hakkına sahip olduğunuzu söylemez. Bu düşünce deneyi yalnızca, kemancının bedeninin hayatta kalmak için sizin bedeninizi kullanmasının önüne geçip geçmemenizle ilgilidir. Sonuç olarak ortaya çıkacak olan ölüm, önleme yükümlülüğünüz olmayan, ayrı; ama sizin bedeninizle de ilintili bir durumdur.

CEHALET ÖRTÜSÜ

John Rawls’un 1971’de yayımlanan “A Theory of Justice” adlı kitabında kaleme aldığı bu düşünce deneyi, adaletin ilkeleri hususunda geliştirilen bir teorik yaklaşımdır.

Bir grup yabancının ıssız bir adaya düştüklerini ve kurtarılma umutları tükendikten sonra en baştan yeni bir toplum kurmaya karar verdiklerini tasavvur edin. Kazazedelerin her biri kendi yararlarını düşünmekte ve korumak istemekte; ama aynı zamanda bunu sadece bir şekilde birlikte çalışarak, başka bir deyişle bir toplum sözleşmesi oluşturarak gerçekleştirebileceklerini de bilmektedir. Eğer gerçekten rasyonel ve tarafsız bir adalet istiyorlarsa o zaman derhal azaltılması gereken sayısız kural var demektir. Örneğin “Eğer ismin John’sa o zaman yemeği hep en sonla yiyeceksin” gibi bir kural —isminiz John olsa ve bu sizin yararınıza olsa bile— ne rasyonel ne de tarafsızdır.

Sorumuz şu: Bu insanlar adaletin ilkelerini saptamaya nasıl başlayacaklardır? Hangi yasaları koyacaklardır?

Rawls’a göre bu tür bir pozisyonda yapılması gereken; kim olduğumuz ve nerede doğduğumuz gibi, yaşamlarımızın gerçekleri üzerine bir “cehalet örtüsü” örtmek ve ardından hangi kuralların bizim yaşamımız için en iyileri olacağına cevap aramaktır. Cehalet örtüsünün ardındaki bireyler öznel bilgilere sahip değillerken toplumsal, siyasal ve iktisadi konularda genel bilgilere sahiplerdir. Rawls, bu durumda kişisel çıkarımızın ne olduğunu bilemeyeceğimizi ve dolayısıyla da onun peşinden koşamayacağımızı savunur.

Bu düşünce deneniyle birlikte kişisel çıkarlarımızın adil bir topluma evrilmenin önüne geçmesine izin verdiğimizi öne sürerek toplumumuzun mevcut durumu hakkında soru işaretleri doğurur.

DENEYİM MAKİNESİ

Deneyim makinesi, Robert Nozick’in “Anarşi, Devlet ve Ütopya” adlı kitabında yer alan bir düşünce deneyidir.

deneyim makinesi, makine beyin, yapay zeka

Size arzu edebileceğiniz herhangi bir deneyim (veya deneyimler dizisi) verebilecek bir makine hayal edin. Bu deneyim makinesine bağlandığınızda müthiş bir şiir yazma; dünya barışını sağlama, olağanüstü bir aşk yaşama deneyimine sahip olabilirsiniz. Bunları tam anlamıyla gerçekmişçesine deneyimleyebilirsiniz. Deneyimlerinizi hayatınızın geri kalan dönemi için kendi kendinize de programlayabilirsiniz. Hayal gücünüz zayıfladığında farklı biyografilerden, romancılardan ve psikologlardan faydalanabilir ve onlar tarafından geliştirilen önerileri değerlendirebilirsiniz. Bütün güzel hayallerinizi en gerçekçi hâliyle yaşayabilirsiniz. Makineden ayrıldığınızda bunları makine aracılığıyla yaptığınızı hatırlamayacaksınız; dolayısıyla yaşadığınız hiçbir haz baltalanmayacak.

Sorumuz şu: Şu anda yaşadığınız gerçek hayatınızı, bu makineye bağlanarak geride bırakıp yapay bir gerçekliği yaşamak ister misiniz?

Nozick’e göre deneyim makinesinin sunduğu tüm cazibelere rağmen çoğu insan bu makineye bağlanmayı tercih etmeyecektir. Çünkü o hazzın tek iyi olduğu ve onu en üst düzeyde yaşamamız gerektiği fikrinin yanlış olduğunu düşünür. Esenliğimizi etkileyen tek şey ve iyi yaşamın yegâne unsuru haz olsaydı hiç kuşkusuz gerçek yaşam seçimini yapmazdık; çünkü deneyim makinesine bağlanmanın çok daha fazla haz vereceğini bilirdik. Oysa ona göre yaşamın gerçekliği önemlidir. Bunun göstergesi de bazı şeyleri haz almak için değil, sadece yapmak için yapmak istememizdir. Pek çok insan, gerçek deneyimler yaşamaya veya bir şeyler yapmayı hayal etmektense o şeyi yapan kişi olmaya değer verir.

Kimi düşünürler ise bu görüşe karşı argümanlar geliştirmişlerdir. Bu anlayışı benimseyen bazı hedonist filozoflar, insanların makineye girmek isteyeceğini, şu anda içinde bulunduğumuz gerçekliği diğer, daha yüksek haz verenlerden daha önemli olarak görmemize yol açan bir baskıcı ön yargıyı yenebileceğimizi ileri sürmüştür.

Her iki durumda da bu düşünce deneyi insanları yaşamın amacının yalnızca haz olup olmadığı konusunda akıl yürütmelere teşvik ediyor.

MARY’NİN ODASI

Frank Jackson tarafından 1982’de geliştirilen bu düşünce deneyi, bilginin doğası hakkında sorular yaratılmasını sağlayan bir zihin egzersizidir.

Mary, siyah-beyaz bir odada yaşıyor; siyah-beyaz kitaplar okuyor, renkli görmenin nasıl gerçekleştiği hakkında her şeyi öğrenebilmek amacıyla fizik ve biyoloji çalışmak için yalnızca siyah-beyaz görüntüleri gösteren elektronik bir ekran kullanıyor. Renk hakkındaki fizyolojik ve biyolojik her bilgiyi bu ekran yoluyla ediniyor. Örneğin farklı ışık dalga boylarının, retinadaki üç farklı koni hücrelerini ne şekilde uyardığını ve elektrik sinyallerin göz sinirlerinden beyne nasıl iletildiğini bu ekrandan öğreniyor. Mary tüm hayatını bu siyah-beyaz odada geçirmiş. Bu odada gördüğü her şey; yediği yemek, seyrettiği televizyon, okuduğu kitaplar, her şey siyah-beyaz. Bu arada, Mary, renk körü değil, görme ile ilgili hiçbir sorunu da yok. Sadece tüm hayatı boyunca hiçbir renk görmemiş durumda. Mary, kırmızı rengi görmekle ilgili her şeyi biliyor; ama aslında kırmızı görmeyi hiç deneyimlememiş. Ancak, tüm bunlar değişmek üzere; çünkü bir gün Mary’nin odasındaki ekran çatlıyor ve ekranı oluşturan siyah-beyaz renkler, kırmızı renge dönüşüyor. Böylece Mary hayatında ilk defa bir renk görmüş oluyor.

Sorumuz şu: Mary, çatlayan ekranla birlikte gördüğü kırmızı renk sonucunda, yeni herhangi bir şey öğrenmiş olur mu?

Mary kırmızı rengi görünce yeni bir şey öğrenirse o zaman deneyimin öznel unsurları olan qualia’nın var olduğu ortaya çıkar; çünkü rengi görmeden önce renk hakkında deneyim dışındaki tüm olası bilgilere sahiptir; fakat Mary yine de yeni bir şeyler öğrenmiştir. Bu kişisel tecrübeden gelen bilginin varlığının ispatı olur.

Mary kırmızı rengi gördüğünce yeni bir şey öğrenmezse fiziksel gerçekleri bilmenin bir şeyler deneyimlemekle aynı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bununla birlikte, Mary kırmızı rengi görmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsa bu, konuyla ilgili tüm fiziksel doğruları bilmesine rağmen, kırmızı görmeyle ilgili bilinmesi gereken her şeyi bilmediği anlamına gelir. Bu durumda, fiziksel gerçeklerin ötesinde başka başkaca bilgi kaynaklarının da doğruluğuna işaret edilmiş olunur.

BURİDAN’IN EŞEĞİ

Buridan’ın eşeği adı verilen bu düşünce deneyinin türlü biçimleri, Antik Çağ’a kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Deney ününü ise adını aldığı ve determinizm hakkındaki görüşleriyle ünlenen filozof Jean Buridan ile kazanmıştır.

Aç bir eşek düşünün. Bu eşek, görüntü ve nitelik anlamında özdeş olan iki saman balyası arasına, iki balyaya da aynı mesafede ve ikisini de aynı açıdan görebileceği biçimde yerleştirilmiş olsun. Eşeğin pek tabii özgür iradesi yoktur. Hiçbir seçenek de diğerinden daha iyi olmadığı için eşek seçim yapmakta sorun yaşayacaktır.

Sorumuz şu: Eşek seçimini nasıl yapabilir? Bir seçim yapacak mıdır, yoksa aç mı kalacaktır?

Eşeğin ne yapacağına karar vermesi rasyonel bir tavra ya da başkaca çevresel faktörlere dayanacak olursa eşek bu iki eşit arasından hangisini seçeceğine karar verme sürecinde açlıktan ölecektir. Eğer eşek bir seçim yaparsa o zaman da seçime etki eten tek şeyin rasyonalite değil bu bazı gelişigüzel durumlar veya özgür irade unsurları olduğu düşünülebilir.

Eğer arzu, tercihlerin değerleri arasındaki hiyerarşinin bir ürünüyse değerler eşitlendiğinde arzu artık var olamaz. Arzu olmazsa hareket de olmaz. Hareket olmazsa yaşam da olmaz.

Burada tartışılan durum, irade özgürlüğü problemidir. Özgür irade anlayışını desteklemek amacıyla ortaya atılmıştır. Buradan yola çıkılarak bir insanın benzer bir durumla karşılaştığı taktirde karşıt unsurların dengesini özgür iradesini kullanarak aşabileceği öne sürülmüştür.

KURTARABİLECEĞİN BİR YAŞAM

Peter Singer tarafından geliştirilen bu düşünce deneyi ilk kez, Singer’ın 1972 tarihinde yayımlanan “Famine, Affluence, and Morality” adlı kitabında ortaya çıkmıştır.

Sığ bir göletin yanında yürüdüğünüzü ve göletin içinde boğulmakta olan bir çocuk gördüğünüzü düşünün. Son derece pahalı olan ayakkabılarınızı ve kıyafetlerinizi mahvetmek pahasına da olsa boğulmakta olan çocuğu kurtarmak için bir ahlaki yükümlülüğe sahip misiniz?

Çağdaş filozoflardan birisi olan Peter Singer, bu düşünce deneyinde çocuğu kurtarmakla yükümlüyseniz dünya çapında etkili olan yardım kuruluşlarına bağış yaparak mutlak sefalet nedeniyle ölecek olan çocukları kurtarmakla da eşit derecede yükümlü olduğunuzu savunuyor.

İlgili konu: Ahlak felsefesi ve mutlak sefalet: Efektif altruizm


Kaynak Metnin Yazarı: Scotty Hendricks

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Bu makale, Sosyolog Ömer YILDIRIM tarafından www.felsefe.gen.tr için derlenerek çevrilmiştir.

Derleme için kaynak metin: 7 thought experiments that will make you question everything17 Şubat 2023 Arşivi

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...