Felsefe hakkında her şey…

Tabiyye (Tabiyyun, Tabîiyye) Nedir, Ne Demektir?

28.11.2019
5.988

Tabîiyye/tabiatçı felsefe, İslam düşünce tarihinde görülen felsefe ekollerinden birisidir.

Deist bir yaklaşımı esas alan tabiatçı ekol, yaratıcı kudret olarak Tanrı’nın varlığını kabul ettiği hâlde peygamberlik ve din kurumunu reddeder. Bu tutumu nedeniyle İslam düşünce tarihinde bir gelenek kurma olanağını bulamayan tabiatçı felsefenin, Câbir b. Hayyân diğeri Ebû Bekir Râzî olmak üzere iki temsilcisi literatürde kendilerine yer bulmuşlardır.

İslam düşünce ve bilim tarihinde kimyanın kurucusu olarak tanınan Câbir b. Hayyân, âlemin sırlarını anlamanın yolunun kimyasal analizlerden geçtiğini ileri sürmüş; bu sırların kötüye kullanılabileceği kaygısıyla da düşünceleri gizemli ve mistik bir dille ifade etmiştir. Kaleme aldığı çok sayıdaki eserden az bir kısmı günümüze ulaşan bu tabiatçı/natüralist düşünür maddenin ana yapısının çözülebilmesi için felsefe taşının keşfedilmesi gerektiğine inanmaktaydı.

Tabiatçı felsefenin diğer temsilcisi olan Ebû Bekir Râzî ise İslam dünyasında yetişen en önemli tabip ve kimyacıdır. Âlemin var oluşunu “beş ezelî ilke” (el-kudemâü’l hamse) adını verdiği yaratıcı (Tanrı), nefis (ruh), heyûlâ (madde), hâlâ (mekân) ve dehr (zaman) kavramlarıyla açıklayan Râzî, akıl gücü ve adalet duygusu sayesinde iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, faydalı-zararlı ayırımını yapabilecek donanımda ve eşit konumda yaratılan insanların bir peygamberin rehberliğine ihtiyaç duymayacağını ileri sürerek din kurumunu gereksiz ve anlamsız bulmakta, ayrıca birçok çatışma ve savaşın nedeni olarak dini göstermektedir.

Bu deist yaklaşımı nedeniyle İslam dünyasında bir gelenek kuramayan Râzî’nin iki yüzü aşkın sayıdaki eserlerinden tıp ve ahlakla ilgili olan çok azı günümüze ulaşmıştır (Kaya, 2003: 156-160).

Milattan önce VI. yüzyılda yaşayan Tales, Anaximenes, Anaximandros, Herakleitos gibi tabiatçı filozoflar evrenin ana maddesinin ne olduğunu sorgulamışlardır. Maddenin canlı olduğu (hylozoisme) öğretisini benimseyen bu düşünürler varlığın ilkesinin toprak, hava, ateş ve su olduğunu; bunların taşıdığı soğukluk, sıcaklık, yaşlık ve kuruluk gibi karşıt niteliklerin etkilemesiyle maddi kâinatın teşekkül ettiğini savunuyorlardı. Bazı İslam düşünürleri bu fikri benimsediğinden tabîiyyûn (tabiatçılar, natüralistler) diye anılmıştır.

İslam dünyasında tabiata ilişkin anlayış ve yaklaşımların oluşmasına yol açan farklı etkilerden söz edilmektedir. Daha önce de zikredildiği gibi Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayette Allah’ın kudret ve yüceliğinin göstergesi olarak kâinattaki organik ve inorganik varlıklara dikkat çekilmekte, onlar üzerinde düşünme ve evrendeki sırları kavrama konusunda ısrarlı tavsiye ve yönlendirmeler yapılmaktadır. Örnek olmak üzere “İnsan, neden yaratıldığına bir baksın!” (Târık, 86: 5); “İnsanlar deveye bakıp da acaba biraz olsun düşünmezler mi, deve nasıl yaratıldı?” “Göğe bakmazlar mı nasıl yükseltildi, dağlara bakmazlar mı nasıl yerleştirildi, yeryüzüne bakmazlar mı nasıl serilip yayıldı?” (Gâşiye, 88: 17-20) gibi ayetlerin hatırlanması yeterlidir.

Bunun yanı sıra Hz. Peygamber’in aynı doğrultudaki öğütleri inanan insanları düşünme ve araştırma yönünde motive etmiş, İslam toplumunda tabiat ilimleri alanında geniş araştırmaların başlamasını sağlamıştı. Nitekim ünlü düşünür Câhiz, Kur’an-ı Kerimde bazı surelerin sığır, balarısı, karınca, örümcek ve fil gibi hayvan adlarıyla anılmalarından esinlenerek Kitâbü’l-Hayevân adlı bir eser kaleme almıştır. Diğer yandan Öklid, Batlamyus, Hipokrat, Galen ve Aristo’dan yapılan tercümelerin bu tabiatçı anlayışın gelişmesinde önemli pay sahibi olduğu açıktır.

Bu gibi hazırlayıcı sebeplerin etkisiyle tabiat alanının mahiyeti, organik ve inorganik varlıklar arasındaki bir ilişki olup olmadığı, bunun gerisindeki ilkenin ve işleyişin ne olduğu gibi sorular etrafında farklı bir yaklaşımı benimseyen kişiler ortaya çıkmıştır. Tabiî varlıklar alanındaki her türlü oluşum, değişim ve gelişimi teorik düzeyde açıklayıp temellendirmeye çalışan bu kişiler tıp, kimya, astronomi ve matematik gibi bilim dallarında birer otorite sayılmaktadırlar. Gazzâlî’ye göre filozofları materyalistler (dehriyyûn), deistler (natüralistler, tabîiyyûn) ve teistler (ilahiyyûn) şeklinde üç grupta toplamak mümkündür.

İkinci grubu oluşturan tabiatçı filozoflar bir bilim adamı titizliğiyle tabiatı incelemiş, hayvanların anatomisini araştırarak orada yüce Allah’ın eşsiz hikmetlerini ve eserinin ilginçliğini görmüş, evrenin yaratıcısı Allah’ın varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Ne var ki bunlar insan nefsini onun maddi varlığının bir parçası sayarak ölümle birlikte ruhun da yok olacağını ileri sürdüklerinden bu durum onların ahiret hayatının varlığını ve bu gerçeği haber veren peygamberlik kurumunu inkâr etmeleri sonucunu doğurmuştur. Tabiatçı filozoflar bütün fizik ve metafizik gerçeklikleri maddeye indirgeme eğiliminde olduğundan bilginin kaynağı sorununda sansüalist, yöntem konusunda tümevarımcı, varlık felsefesinde realist bir tutum takınırlar.

İslam toplumunda kendisinden tabiatçı filozof diye söz edilen ilk düşünür ve bilginin Câbir b. Hayyân olduğu bilinmektedir. Her ne kadar Câbir’in çalışmaları tıp, astronomi, matematik, felsefe gibi ilimlere yayılmışsa da o her şeyden çok kimyacı sıfatıyla tanınır. Temsil ettiği tabiat felsefesi küçük âlem-büyük âlem (insan-evren) anlayışına ve semavî güçlerin yeryüzündeki olaylara etkisi fikrine dayanmaktadır. Ayrıca evrenin nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de evrende temel ilkenin sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu sistemin onun tabiat felsefesindeki bir yansımasıdır.

Tabiatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Câbir’in eserlerinde özel bir yeri vardır. Madenlerin sadece oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınması onun kimya çalışmalarının hareket noktasını oluşturur. Daha sonra Kindî’nin felsefe, matematik, astronomi, optik, meteoroloji, psikoloji, ahlâk, kimya, mûsiki gibi alanlarda eser vermesi ve tabiat bilimleri alanında birçok eser kaleme alması sonraki nesilleri yüreklendirmiştir.

İslam düşüncesinde tabiatçı filozof ismini en çok hak eden âlimin Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî olduğunda şüphe yoktur. Yaşadığı dönemin hoşgörü ortamında Eflâtun felsefesinden esinlenerek deist dünya görüşünü temellendirmeye çalışan filozof, hakikate ulaşmada dine ve bir peygamberin rehberliğine ihtiyaç olmadığını iddia ettiği için gerek çağdaşları gerekse daha sonraki filozof ve kelamcılar tarafından eleştirilmiş, mülhidlik ve zındıklıkla damgalanmıştır. Bazıları da onu bir taraftan Aristoculuktan sapmakla, diğer taraftan Sokrat öncesi natüralistlerin görüşlerini benimsemekle suçlamıştır.

Râzî’nin tabiat felsefesi konusundaki görüşleri onun, Gazzâlî’nin tabiatçı filozoflarla ilgili sınıflandırmasındaki hikmet sahibi bir yaratıcının varlığını kabul eden grup içinde yer aldığını gösterir. Koyu bir rasyonalist olan, çalışmalarında gözlem, deney ve tümevarım yöntemini uygulayan Râzî, tıp ve kimya alanındaki başarıları yanında atomist görüşleriyle de dikkat çekmektedir ki bu yaklaşımlar geleneksel tabiatçı felsefenin tipik özelliklerine işaret eder. Meşşâî felsefedeki statik madde anlayışına karşılık Râzî, yapısı gereği maddenin dinamik olarak hareket etme gücüne sahip olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca ruh göçünü (tenasüh) savunduğu için tipik bir natüralisttir.

Ruhun ölümsüzlüğüne inandığından salt materyalistlerden, tenasühü kabul ettiği için kelamcılardan ayrılır. Kozmik varlığın oluşum ve işleyişini beş ezelî ilke adını verdiği bir sistemle yorumlayan filozof bunun kendisine ait orijinal bir sistem olduğunu iddia etse de Allah, küllî nefis, ilk heyûlâ, mutlak zaman ve mutlak mekân diye sıraladığı bu ezelî prensipler fikrini Pisagor, Empedokles ve Demokrit gibi Sokrat öncesi tabiat filozoflarından aldığı ve kendi düşüncesini bu görüşler üzerine kurduğu konusunda ciddi eleştiriler vardır.

İslam felsefesinde tabiatçı filozoflar dehrîlerden farklı şekilde bir yaratıcının varlığını inkâr etmezler. Bu filozofların hedefi tabiata dayalı bir metafizik kurmaktır. Onlar için esas olan varlığı açıklamada deney ve tümevarım yöntemlerinin kullanılmasıdır. Her ne kadar kâinatı yaratan Allah’ın varlığını kabul etseler de nübüvveti ve dini kabule yanaşmamışlardır.

İslam felsefesindeki ekollerden birisi de İslam düşüncesi çerçevesinde ele alınmasının yadırgatıcı bulunabileceği Tabîiyyedir. Çünkü Tabiatçı filozoflar Allah’ın varlığını bir yaratıcı güç olarak kabul etmekle birlikte O’nun kâinatla ve insanla ilişkisinin süreksiz ve pasif olduğunu (deizm) savunmuşlardır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Salih dedi ki:

    Teşekkür ederiz akıcı ve güzel olmuş 👍

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...