Felsefe hakkında her şey…

Sanayi Devrimi’nin sosyolojinin doğuşu üzerindeki etkileri

08.12.2022
1.319
Sanayi Devrimi’nin sosyolojinin doğuşu üzerindeki etkileri

Sanayi Devrimi, 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 19. yüzyılın ikinci yarısına dek süren ekonomik, teknolojik ve toplumsal alanlarda yaşanan birbiriyle ilişkili geniş çaplı değişimlerin bütününe verilen addır.

Sanayi Devrimi terimi, teknolojik, ekonomik ve toplumsal alanda yaşanan büyük çaplı değişimleri ifade eden bir terimdir. Bu değişimler, ilk olarak 1760-1850 yılları arasında İngiltere’de başlamış, on dokuzuncu yüzyıl içinde Batı Avrupa’ya, Amerika’ya, Japonya’ya ve Rusya’ya yayılmıştır. Sanayi Devrimi, bir seferde meydana gelen bir olay değildir. Endüstri Devrimi batı toplumlarının tarım toplumlarıyken endüstri ağırlıklı toplumlar haline gelmelerini sağlayan birbiriyle ilişkili bir dizi gelişmeyi ifade etmektedir.

Sanayi Devrimi’nin merkezinde bilimsel bilginin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda pratik amaçlara yönelik olarak kullanılması bulunmaktadır. Daha önce üretim için büyük ölçüde insan ve hayvanların enerjisi kullanılırken, Endüstri Devrimi’yle birlikte başta buhar gücü olmak üzere cansız enerji kaynaklarından yararlanılmaya başlanmasıyla birlikte her tür üretim için gerekli olan zaman ve emek azalmış ve her alanda verimlilik büyük ölçüde artmıştır.

Aydınlanma düşünürleri, doğal olguların ve düzenliliklerin incelenmesi ve genel ilkeler hâline getirilmesi ve bu ilkelerin sistematik ve ulaşılabilir biçimlerde özetlenmesi sayesinde bu ilkelerin toplumsal yaşama uygulanabileceğine inanmışlardır. Bu düşünce Endüstri Devrimi ile birlikte hayata geçmiş, elde edilen bilimsel bilgi, fabrikalarda, gemicilikte, madencilikte ve tarımda, tüm üretim alanlarında uygulanmıştır. Bu açıdan Endüstri Devrimi sürecinde yapılan keşifler ve yaşanan gelişmeler, Aydınlanma düşünürlerinin bilim ve akla dayalı ilerleme kavramını ve Francis Bacon’un “bilginin amacı insanlığa maddi gelişme sağlamasıdır” şeklindeki düşüncesini yansıtmaktadır.

Aydınlanma düşünürlerinin topluma faydalı olacak bilimsel bilginin önemine ve teknolojik ilerlemeye duydukları inanç, dönemin en önemli bilimcilerinin bilimsel çalışmalarını faydalı araçlar geliştirmeye yöneltmelerini sağlamıştır. Bilimsel araştırmaların toplumun materyalist ihtiyaçları doğrultusunda yapılması gerektiği anlayışı, döneminin en yetenekli bilimcilerinin gemi tasarımı, fabrikalar, makineler, sokak aydınlatması gibi pratik konular üzerinde çalışmalarını sağlamıştır.

18. yüzyıl, doğa felsefesi ile endüstriyi yan yana getirmiş ve “kullanışlı bilgi” kavramına verdiği önemle üretim süreçlerini iyileştirecek çalışmaların yapılmasını sağlamıştır. Bilimsel bilginin toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanılması fabrikaların, trenlerin, gemilerin, tarımsal ve endüstriyel üretim teknolojilerinin, radyo ve telefon gibi iletişim araçlarının geliştirilmesiyle sonuçlanmış, böylece kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde toplumsal yaşamda son derece büyük bir değişim meydana gelmiştir.

Endüstri Devrimi’ni meydana getiren değişimlerin başında temel olarak, emek zanaat bağımlı üretim tarzından cansız enerji kaynaklarıyla fabrikalarda yapılan üretime geçiş yer almaktadır. Endüstri Devrimi’yle birlikte yeni icat edilen çeşitli makineler üretimde kullanılmaya başlanmış, tekstil, demir çelik, madencilik ve ulaşım endüstrileri çok hızlı bir şekilde gelişmiş, ekonomik verimlilik çok yüksek düzeyde artmıştır.

Endüstrileşme, geleneksel toplumsal yaşamı radikal bir şekilde değiştirmiş, basit kırsal yaşamın yerini karmaşık bir kent yaşamının almasına neden olmuştur. Endüstri kentlerindeki fabrikalarda çalışmak için kırsal alanlardan kitlesel olarak kentlere göç edilmiş, bu da endüstriyel kentlerin beklenmedik bir hızla büyümesine neden olmuştur. Bu kentlerde ağırlıklı olarak kömürle çalışan makineler nedeniyle fabrika sistemi, ilk endüstri kentlerinde yoğun bir hava kirliliğine yol açmıştır. Bir yandan hızla büyüyen kentler ve göç olgusu, diğer yandan işçilerin ücretlerinin düşüklüğü ve çalışma koşullarının kötülüğü, endüstriyel kentlerde suçun hızla artmasına neden olmuştur. Endüstri Devrimi ile birlikte aile ve eğitim kurumları da dönüşüm geçirmiş, geniş ailenin yerini çekirdek aile almış, eğitimin içeriği değişmiş, eğitim kurumu endüstrinin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirmeye yönelik olarak şekillenmiştir.

Endüstri Devrimi’nin en belirgin özellikleri emek sürecinde kapitalist kontrolün ve işbölümünde uzmanlaşmanın artması, madencilik, üretim ve ulaşım alanlarında başta buhar gücü olmak üzere cansız enerji kaynaklarından ve yeni makinelerden ve teknolojilerden faydalanılmasıdır.

İşçilerin kentlerde ağırlıklı olarak endüstriyel kuruluşlarda ve fabrikalarda kitlesel olarak çalışmaları, yeni “endüstriyel işçi sınıfı”nı doğurmuş, toplumsal tabakalaşma yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir. Endüstri Devrimi, uzun vadede toplumda refahın ve zenginliğin artmasını sağlamış olsa da endüstrileşen bölgelerde üretim ve buna bağlı olarak zenginlik ve refah artarken zenginliğin eşitsiz dağılımı nedeniyle işçi sınıfı uzun süre yoksulluk içinde yaşamıştır. Diğer bir deyişle, endüstriyel işçi sınıfına mensup olan işçiler on dokuzuncu yüzyıla kadar büyük ölçüde sosyal ve siyasal haklardan mahrum bir şekilde, kötü çalışma koşullarında ve düşük ücretlerle çalışmış ve genel olarak sağlıksız koşullarda yaşamıştır. Bunun yanında bilimsel yöntem işin örgütlenilmesinde de kullanılmış ve işçilerin işverenin çıkarlarına yönelik olarak en verimli şekilde çalıştırılmasına yönelik uygulamalar geliştirilmiştir.

İşçilerin çalışma ve yaşama koşullarındaki bu sorunlar ve endüstriyel işçilerin fabrikalarda kitlesel olarak çalışması, işçilerle işverenler arasındaki çıkar çatışmasının kitlesel işçi hareketlerine dönüşmesine yol açmıştır. Endüstriyel işçi sınıfı ile işverenler arasındaki çıkar çatışması, Endüstri Devrimi’ni izleyen yıllarda geniş çaplı işçi hareketlerinin ve sosyalist düşüncenin gelişmesinde etkili olmuş, ayrıca endüstri ve kapitalizmin yarattığı sorunlar klasik sosyoloji teorilerinde de ele alınmıştır. Kapitalizmin çeşitli yönlerini eleştiren Karl Marx sosyalist toplumların doğuşunu sağlayacak politik eylemler üzerinde çalışırken, Max Weber ve Emile Durkheim da kapitalizmin yarattığı sorunların yine kapitalist sistem içinde çözülmesine yönelik çalışmalar yapmışlardır (Ritzer, 2008:6).

Endüstri Devrimi’ne dek fabrika ya da atölye gibi endüstriyel işletmeler olmadığı için, bu gibi işletmelerde çalışma koşullarıyla ilgili yasal mevzuat da yoktu. Bu nedenle, Endüstri Devrimi’nin ilk dönemlerinde de şikâyet edemeyecek kadar küçük ve eğitimsiz olan çocuklar, fabrikalarda yoğun olarak ve yetişkinlerden daha düşük ücretle çalışmıştır.

Endüstri Devrimi ile birlikte toplumda yaşanan bu değişimler, yeni bir toplum tipinin oluştuğunun habercisidir. Bu yeni toplum, “endüstri toplumu” ya da “modern toplum” olarak adlandırılmıştır. Diğer bir deyişle endüstri toplumu, modern toplumdur. Endüstri toplumunun genel özelliklerini özetlemek gerekirse (Kumar, 2006:286):

  • Ekonomiye insan ve hayvan gücü yerine buhar, petrol veya elektrik gibi cansız enerji kaynaklarıyla çalışan makineler yön vermektedir.
  • Zanaatkârların küçük ölçekle elde ürettikleri ürünlerin yerini fabrikalarda makinelerle büyük ölçekli olarak üretilen ürünler almıştır.
  • Nüfusun önemli bir kısmı tarımda değil kentlerdeki endüstriyel kuruluşlarda çalışmaktadır.
  • İş bölümü uzmanlaşmış, hem yeni meslekler doğmuş, hem kol emeği ile kafa emeği birbirinden ayrılmış hem de yapılan iş en küçük parçalarına ayrılmıştır. Bu şekilde çalışmak, fabrikalarda çalışan işçilerin yüksek düzeyde yabancılaşmasına neden olmuştur.
  • Kadınlar fabrikalarda çalışmaya başlamış, geleneksel toplumda olduğundan daha yüksek düzeyde işgücüne katılmışlardır.
  • Emek üzerinde kapitalist işverenler giderek daha fazla kontrole sahiptir.
  • Üretim araçlarına sahip olan ve olmayan toplumsal sınıflar ayrışmış ve aralarındaki çıkar çatışması işçi hareketlerine yol açmıştır.
  • İş ve ev, çalışma zamanı ve boş zaman geleneksel toplumda olduğu gibi iç içe değildir, ayrışmıştır.
  • Nüfusun çoğu kentlerde yaşamaktadır ve kırsal alanlarda yaşayanlar da ürün ve hizmetler açısından büyük ölçüde kentlere bağlıdır.
  • Nüfusun çoğu okuryazardır.
  • Laiklik ilkesiyle, rasyonel bir şekilde, bürokrasiyle ve genellikle ulus devletler tarafından yönetilir.

Kaynak: KLASİK SOSYOLOJİ TARİHİ, s. 21-23, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2685 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1651

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...