Medyada Mülkiyet Doğrudan Kontrol Anlamına Gelir mi?
Medyanın mülkiyetine sahip olanlar, medya ve medya içerikleri üzerinde doğrudan bir kontrole de sahip midir?
Marksist teorik gelenek içindeki araçsalcı yaklaşımın bu soruya yanıtı evettir: Medya yöneticileri ile patronlarının farklı olması, bunların birbirlerinden tamamen özerk oldukları ya da birbirlerine karşıt oldukları anlamına gelmemektedir.
70’li yıllarda bir medya patronu olan Victor Matthews’in “Editörler benimle aynı politika üzerinde anlaştıkları sürece tamamen özgürdürler.” demesi bu duruma örnektir. Kısaca bu yaklaşım medyada mülkiyet ve yönetimin doğrudan birbirine bağlı olduğunu iddia eder.
Medya patronları, hangi fikirlerin kitlelere ulaştırılacağı konusunda tartışmasız söz sahibidir. Ancak eleştirel ekonomi-politik yaklaşıma göre bu tür bakış açıları, “kısmen haklı” da olsalar “sistemdeki çelişkileri gözden kaçırırlar.” “Medya sahipleri her zaman dilediklerini yapamazlar” (Golding ve Murdock, 1991:55).
Medya ürünleri/metinleri, büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarının “basit bir yansıması” olarak görülmemelidir. Medyada bir dizi mesleki kodlar ağı içinde belirli kişisel ve toplumsal amaçlar doğrultusunda çalışan erkekler ve kadınlar vardır. Farklı bir ifadeyle medya profesyonellerinin tamamen olmasa da kısmen görece özerkliği vardır. Medyada çalışanların görece özerkliği ekonomi-politikçiler için temel bir ilgi konusu olup bu özerkliğin nereye kadar uygulanabileceğini keşfetmek ekonomi- politikçilerin temel amaçlarıdır (Golding ve Murdock, 1991:63-67).
Kaldı ki medya ve siyasal yapı arasındaki ilişki sadece doğrudan devlet müdahalesi bağlamında temellendirilerek analiz edilemeyeceği gibi medya ve ekonomik yapı arasındaki ilişki de sadece mülkiyet/sahiplik sorunu ekseninde anlaşılamaz. Medyanın ürettiği bazı içeriklerin öne çıkması, bazı uzlaşımların ortaya çıkması gibi sorunları sorgularken üretim sürecini sadece iktidar sahiplerinin müdahaleleriyle anlamaya çalışmak, yapılaşmış üretim süreçlerini ve ardındaki toplumsal dinamikleri göz ardı etmektedir. Sadece güç/iktidar sahiplerinin kasıtlı, iradi müdahalelerinin varlığına odaklanan bakış açılarıyla yetinilmemeli ve medya metinlerine ideoloji, dil, özne ve güç/iktidar sorunlarına duyarlı bir yaklaşım içinden bakılmalıdır. (İnal, 1999:21; 1997: 137).
Yine aynı gelenek içindeki yapısal yaklaşıma göre ekonomik yapı, medya sahiplerinin, medya yöneticilerinin ve çalışanlarının etkinliklerini şekillendirir. Ekonomik yapının baskısı, maksimum kâr için hareket etmeyi ve bunun için daha fazla rekabeti gerektirir. Bundan dolayı bu yaklaşıma göre mülkiyet sahiplerinin niyet ve hareketleri değil medya profesyonellerine yönelik bu yapısal baskı ve sınırlamalar daha belirleyicidir (Williams, 2003:83-84).
Geleneksel liberal yaklaşım ve kültürel çalışmalar içindeki kimi modeller; medya sektöründe çalışanların iş güvencesinin olmaması, ücretsiz ya da düşük ücretle çalıştırma, sendikasızlaştırma, toplu işten çıkarma ve uzun çalışma saatlerine rağmen bu sürenin fazla mesai olarak ücretlendirilmemesi gibi üretim sürecinin esas faillerinin somut sorunlarını yok saymaktadır (Erdoğan ve Alemdar, 2002:314). Türkiye örneğinde de rahatlıkla görülebileceği gibi süregelen ekonomik krizle birlikte gerçekleşen olağanüstü işsizlik ve işten çıkarma faktörünün “üretim” süreci üzerinde de oldukça olumsuz etkileri söz konusudur. Medya sektöründe binlerce çalışanın işsiz kalmış olması, işlerini kaybetmemiş olanların üretim sürecindeki görece özerklikleri üzerinde oldukça sınırlandırıcı, caydırıcı ve baskıcı etkiye ve oto-kontrol geliştirilmesine neden olabilmektedir. Kapitalist dinamikler, medyayı siyasi/ekonomik iktidara bağımlı hâle getirmektedir. Bu durum medya içeriğini etkilemekte, kamusal fayda ilkesini ortadan kaldırmakta ve alternatif/ bağımsız medyanın ortaya çıkışını zorlaştırmaktadır.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2387, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1384