Rorty’nin genel felsefesi
Rorty 20. yüzyılda post-modern hareketin Amerika kanadının en önemli temsilcisi olarak görülmüştür. Rorty, modernizm’i (özellikle de modernizmin bilgi, varlık veya nesnellik kavramlarını) çeşitli şekillerde eleştiren Alman ve Fransız felsefecilerle ortak bir zemin paylaştığını sıklıkla dile getirmiştir. Bu anlamda, Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger ve Michel Foucault, Rorty’nin kendi perspektifine yakın bulduğu isimler olarak ön plana çıkmışlardır.
Nietzsche, felsefecilerin görünen dünyanın ötesine geçme isteklerini onların gerçek yaşamla ve sonlu olduğumuz gerçeğiyle baş edememeleriyle ilintilendirmiştir. Heidegger, var olan şeylerin anlaşılmasında öznelerin zihinlerine veya insandan bağımsız gerçekliğe yönelmektense, var olanların “olanaklılık zeminini” sorgulamış ve bu olanağı insanın dünyadaki (sonlu) varlığında bulmuştur. Foucault, toplum içindeki “doğruların” ortaya çıkması ile tarihsel olumsallıklar (yani zorunluluk taşımayan tarihsel gelişmeler) ve “güç” kavramı arasında sıkı bir ilişki olduğunu göstermiştir. Rorty’ye göre, bu felsefeciler Platoncu ve Kartezyen geleneklere ağır ve oldukça haklı bir darbe indirmişlerdir.
Rorty’ye göre, geleneksel bilgi kuramcıları ağırlıklı olarak bilginin “temellendirilmesi” -veya daha genel bir açıdan bakıldığında, “gerekçelendirilmesi”- konusu üzerinde durmuşlardır. Rorty’nin bu bağlamda eleştirisinin hedefi yalnızca temelcilik görüşü değildir. Rorty, “bilgi” kavramına katı bir çözümleyici yaklaşımda bulunan, konunun bağlamsal ve pragmacı yönlerini hesaba katmayan geleneksel yaklaşımı eleştirmektedir.
Rorty’nin yaklaşımına göre, bilginin kuramsal (“felsefi”) olarak temellendirilmesi veya gerekçelendirilmesine gerek yoktur. Daha doğru bir deyişle, bu konuda felsefecinin tek başına yapabileceği ilginç bir araştırma olamaz. Onun eleştirilerinden nasibini alan bir diğer kavram da “doğru” olmuştur.
Rorty’nin görüşüne göre, insanların kanıt gösterme işlevleri veya eylemlerine aşkın olan bir doğruluk boyutu düşünülemez. Başka bir deyişle, doğruluk ve kanıt kavramları normatif olarak ayrı düzlemlerde bulunamazlar. Toplumsal alanda çok iyi gerekçelendirdiğimiz inançların aslında bilgi olmayabileceğini söylemek yararsız bir düşüncedir. (Şöyle bir benzetme yapılabilir: merhametli ve yardımsever bir insan, sonsuz bilgi gücüne sahip olmadığı için merhametli ve yardımsever olmanın ahlaki olarak belki yanlış olabileceğini düşünmeye başlarsa, bu tavrını oldukça tuhaf ve anlamsız buluruz.)
Pek çok felsefeci “doğrunun” kanıttan ve gerekçelendirmeden bağımsız olması gerektiğini düşünmüştür. Ancak, Rorty’ye göre, kanıttan kavramsal olarak bağımsız olan önermesel doğruluk tamamen yararsız bir fikirdir. Felsefecilerin “doğru” kavramı entelektüel bir zihinsel alıştırmanın konusu olabilir; ama gerçek yaşamda fazlaca bir yeri yoktur. Gerçek yaşamdaki “doğru” ise dinamik, değişken, tarihsellik ve toplumsallık içinde sürekli olarak üretilen, yalnızca kanıtların ve gerekçelerin zemininde yaşam bulabilen bir kavramdır.
Geleneksel felsefi yaklaşımları eleştirirken, Rorty zaman zaman pragmacı ve liberal fikirleri bir araya getirmektedir. Başka bir deyişle, Rorty’nin eleştirisi ontolojik- epistemolojik zeminle sınırlı değildir. Kuramlardan ziyade pratik toplumsal sorunlarla ilgilenen Rorty, felsefenin çeşitli alanlarındaki eleştirilerini toplumsal-siyasal alana taşımıştır. Bunun çarpıcı bir örneği doğru konusunda gözlemlenebilir. Rorty’nin pragmacı görüşüne göre, “felsefecilerin doğrusu”nun toplumsal-politik boyutta da önemli bir sakıncası bulunmaktadır. Tarihteki baskıcı yönetimler doğrunun kendi tekellerinde olduğunu savlamış, farklı olanı her zaman sindirmeye çalışmıştır. Oysa, insanın düşünsel işlevi sonsuza kadar sürecek olan somut bir maceradır. “Nesnel doğru” kavramı ise, bu macerayı bir noktada durdurma amacını taşır. Felsefeciler tarafından yüceltilen ve abartılan doğru kavramını terk etmek, hem epistemolojk hem de siyasal açıdan daha yararlı olacaktır. Bu yaklaşımın yalınızca pragmacı değil aynı zamanda liberal yönlerinin olduğu da açıkça görülebilir.
Rorty’nin epistemolojiye ve geleneksel felsefeye açtığı savaş yalnızca bilgi kuramı ile uğraşanları etkilemekle kalmamış genel anlamda, Batı’nın entelektüel yaşamının son 40 yılında önemli bir iz bırakmıştır. Ancak Rorty’ye yöneltilen eleştirilerin ve verilen yanıtların da dikkatle incelenmesi gerekiyor. Rorty’nin “doğru”yu gerekçelendirme veya kanıt boyutuna indirgeme çabasına yalnızca geleneksel (nesnelci) felsefecilerden değil, onu genelde destekleyen çağdaş pragmacılardan bile tepki gelmiştir. Doğru kavramını epistemolojik olarak indirgemek istemeyen bu düşünürlere göre; Rorty’nin eleştirdiği “doğru” entelektüel yollardan uydurulmuş bir fikir değil, gündelik dilde de yeri olan önemli bir kavramdır. Bir insan “çimenler yeşil renklidir” önermesinin doğru olduğunu iddia ettiğinde, normal olarak dile getirmek istediği düşünce yalnızca “çimenlerin rengi konusunda en iyi şekilde gerekçelendirilmiş inancın, çimenlerin yeşil renkte olduğudur” türünden bir şey değildir. O kişi kanıtlardan değil, dünyanın gerçekten (yani eldeki gerekçelerin ötesinde) nasıl olduğundan bahsetmektedir. Elbette, bu fikir bir pragmacının kolayca kabul edebileceği bir düşünce değildir.
Doğru kavramının toplumsal ve siyasal alana etkisi konusunda Rorty’yi eleştiren felsefeciler onu politik alanı neredeyse etkisiz hâle getirmekle suçlamışlardır. Bu düşünürlerin yönelttikleri önemli bir eleştiri, Rorty’nin bir araya getirdiği liberal ve pragmacı perspektiflerin ortaya çıkardığı tablonun aslında çok çekici olmadığıdır. Eleştirmenlere göre, eğer biz Rorty’nin önerdiği gibi “doğru yargı” kavramını “irdeleme ve tartışmaların sonucunda kabul edilen, inandırıcılığını koruyabilen ve faydalı olduğu düşünülen yargı” ile değiştirirsek bu durum, Rorty’nin iddiasının tam tersine, politik güce sahip olanların ve toplumsal iletişim kanallarını denetleyenlerin “doğru”yu belirlediği ürkütücü senaryoların yolunu açacaktır. Özneler arası fikirsel alışveriş alanı kendi başına ne ontolojik ne de siyasal sorularımızı yanıtlama anlamında yeterlidir. Rorty’nin mutlakçı felsefi yaklaşımlara duyduğu tepki anlaşılabilir bir tavırdır. Ancak pek çok yorumcuya göre, Rorty sunduğu eleştiriden aşırı bir sonuç çıkarmaktadır. Bu yorumcular, Rorty’nin liberal/pragmacı tavrının ve uzlaşım-merkezli anlayışının nesnelliğin veya düşüncenin normatif boyutunun hakkını tam veremeyeceğini düşünmektedir. Çağdaş çözümleyici felsefe çerçevesinde fikir üreten ve bu noktaları göz önüne alan bazı düşünürler, hem Rorty gibi pragmacıların itirazlarını ciddiye alan hem de gerçekçiliğin temel sezgilerinden vazgeçmeyen kuramlar sunmaya yönelmişlerdir. 21. yüzyılın başlarında olduğumuz bu yıllarda, bilgi felsefesi, varlık kuramları ve tümcesel doğruluk konularında felsefi araştırmalar hâlen devam etmektedir.
Kaynak: EPİSTEMOLOJİ, s. 251-253, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2229 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1228