Rawls’ın felsefi arka planı ve temel eserleri
Rawls, Kuzey Amerika’da siyaset felsefesine yeni bir soluk getirse de siyasi düşünceler tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olan diğer filozoflardan etkilenmiştir. Kendisinden önce gelen filozoflarla düşünsel düzeyde bir tartışmaya girerek ve onların teorilerine ve kavramlarına angaje olarak kendi düşüncelerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau, Immanuel Kant, John S. Mill, Georg Wilhem Friedrich Hegel, Henry Sidgwick ve Karl Marx etkilendiği düşünürler arasındadır.
Düşünür özellikle klasik toplum sözleşmesi geleneğinin temsilcileri olan Hobbes, Locke, Rousseau ile düşünsel bir hesaplaşmaya girerek toplum sözleşmesine ilişkin daha soyut ve ayrıntılı bir örnek sunar. Filozofun kendisi de geleneksel toplum sözleşmesi teorisyenlerinden farklı olarak adil bir toplum nedir sorusuna sistematik ve soyut bir cevap bulmak amacına sahip olduğunu vurgular. Rawls’ın inşa ettiği toplum sözleşmesi teorisi; arzu edilen ve olması gereken toplumsal düzenlemeleri tespit etmeyi hedefler, hangi toplumsal düzenlemelerin hangi bilgilerle kimler tarafından seçildiğini izah eden bir süreci de içerir.
İlgili konu: Toplum sözleşmesi nedir?
Geleneksel toplum sözleşmesi teorisyenlerden farklı olarak Rawls’ı modern dönem toplum sözleşmesi teorisyeni olarak kabul etmek mümkündür. Buna rağmen geleneksel toplum sözleşmesi teorisyenleriyle Rawls arasında benzerliklerin de farklılıkların da bulunduğu söylenebilir. Rawls, insanların eşit ve özgür özneler olduğu fikrini savunur. İnsanın temel hakları ve özgürlükleri üzerine herhangi bir pazarlığın yapılayamayacağı noktasında Locke ile aynı fikirdedir. Hobbes’un insan doğasına ilişkin kötümser bakışını paylaşmazken insanın aklını kullanan rasyonel bir varlık olduğu düşüncesini paylaşır. Hobbes’un toplum sözleşmesinde insanlar korku ve güvenlik kaygısıyla birbirinin kurdu olarak, eylemde bulunan özneler olarak tasavvur edilirken Rawls’ın sözleşmesinde insanlar, rasyonel zeminde ama diğer bireyleri kendi içinde bir amaç olarak kabul eden bir ahlak ile sınırlandırılmış özneler olarak tasvir edilirler. Bu anlamda Rousseau’yu takip eder; insanın kendi çıkarı tarafından motive edilmekte olduğunu kabul etmekle birlikte diğer insanlara karşı sempati ve merhamet duyguları tarafından da motive edilen sosyal bir varlık olduğunu savunur. İnsanların eşit siyasal haklara sahip olmasının özgürlüğün temeli olduğu hususunda da Rousseau’yu izler. Rawls’ın teorisinde yer alan kamusal akıl yaklaşımı da Rousseaucu bir etkilenmenin mevcut olduğunun göstergesidir.
İlgili konu: Adalet nedir?
Bireyi bir amaç olarak gören ahlak anlayışı Kant’ın kategorik buyruğunun Rawls tarafından da kabul edildiğinin bir delili olarak okunabilir. Rawls’ın ulusal ve uluslararası adalet anlayışı bir bütün olarak dikkate alındığında kullandığı argümanlarda Kant’tan etkilendiğini ve esinlendiğini ifade etmek yanlış olmaz. Özellikle ilerleyen sayfalarda ayrıntısıyla ele alacağımız deontolojik yaklaşımın temel ilkelerini benimsemesi, Makul ve Rasyonel özne vurgusu, dünya devletini reddedişi Kant’tan etkilendiği ama aynı zamanda onunla bir hesaplaşma içine girdiğinin işaretleridir. Kendisi de teorisinin Kant’tan izler taşıdığını kabul eder. Özellikle evrensel adalet ilkelerinin var olduğu ve objektif olarak ortaya koyulabileceği noktasında Kantçı yaklaşımı takip eder. Bu noktada Kantçı yapısalcılığın Rawls tarafından tüm etik sorulara cevap vermek yerine siyasal konularla sınırlı tutulduğunun altını çizmek gerekir.
İlgili konu: Kategorik imperatifler
Kant’ın ardından Rawls’ı etkileyen bir diğer önemli düşünür ise Hegel’dir. Rawls’ın bir bütün olarak teorik perspektifi dikkate alındığında Hegelyen izleri görmek mümkündür. Felsefenin görevinin çelişkilere işaret etmek olduğu noktasında Hegelle aynı fikirdedir. İnsanlar arasından ortaya çıkabilecek bir anlaşma için felsefe sağlam temeller sunabilir. Bu husus Hegelci diyalektik yöntemin Rawls tarafından metodolojik bir araç olarak kullanılmasıyla ilgilidir. Bu diyalektik yöntemi benimseyen Rawls, adil toplumun ilkelerini bulmak için her türlü argümandaki düşünsel çelişkileri ortaya çıkarmaya ve onları aşmaya gayret eder. Adil bir toplumda bireyin sahip olacağı pozisyon noktasında da Hegel’i izler. Hegelci anlamda makul bir birey imgesi çizer; bireyin toplum karşısında ontolojik bir önceliği olmadığının altını çizerken Hegelci bir duruş sergiler.
Rawls’ın etkilendiği filozoflarla benzerlikleri ve farklılıkları göz önüne alındığında yukarıda yer alan satırlardaki filozofların teorilerini ve kavramlarını çok iyi çalıştığı ve kendisinden önce gelen filozoflarla karşılıklı tartışır gibi angaje olarak kendi teorisini ve kavramlarını inşa ettiği söylenebilir. Düşünür, beslendiği büyük filozoflardan hareketle kendi felsefi anlayışını sağlam temeller üzerine kurarak literatüre önemli eserler kazandırmıştır.
1971 yılında basılan Bir Adalet Teorisi başlıklı kitabı çok sayıda dile çevrildiği gibi sadece İngilizce dilinde dört yüz bin adet baskı yapmıştır. Bu kitapta kullandığı metodolojik araçlarla hakkaniyet olarak adalet teorisini tek tek tuğlaları bir ahenk içerisinde üst üste dizer gibi inşa etmiştir. Bu eserinde adaleti, toplumsal yapıyla ve iş birliğiyle ilişkilendirerek objektif bir kaygıyla gerekçelendirmiştir. Özellikle kullanmış olduğu doğrunun iyi olana önceliği ilkesi, orijinal pozisyon, bilgisizlik peçesi, düşünümsel denge, maximin kuralı, pareto optimumu gibi metodolojik araçlarla evrensel adalet ilkelerini tespit etmeye çalışmıştır.
Bir Adalet Teorisi adlı kitabının yaratmış olduğu etki ve bu etkinin sebep olduğu eleştiriler neticesinde 1993 yılında Siyasal Liberalizm başlıklı kitabını literatüre kazandırmıştır. Düşünürün bu kitabı kimi düşünce insanları tarafından adalet teorisindeki evrensellik idealinden vazgeçiş olarak değerlendirilmiş ve bu manevra Rawls’ın siyasal dönüşü olarak adlandırılmıştır. Oysa Rawls bu kitabında liberal demokratik bir toplumda birlikte yaşamanın imkânı üzerine düşüncelerini serimlemiştir. Bu kitabında tasvir ettiği siyasal anlayış, siyasal özne, örtüşen görüş birliği ve kamusal akıl birlikte yaşamanın mümkün yollarının taşlarının nasıl döşeneceğini açık bir dille ortaya koymaktadır. Bu kitapla kullandığı araçları ve dili biraz daha rafine ederek Rawls, siyasal dönüşü içeren bir manevrada bulunmaktan ziyade adalet teorisini kavramakta zorlananlara bir fırsat daha tanımak istemiştir.
İlgili konu: Bir Adalet Teorisi
Ulusal düzeyde adalet problemi üzerine çalışan Rawls, 1999 yılında yayınlanan Halkların Yasası adlı kitabıyla adalet problemini uluslararası düzeyde ele almıştır. İlk iki kitabında adaleti domestik düzeyde ele alırken bu kitabıyla uluslararası adil bir düzenin olasılığı üzerine düşüncelerini açık bir dille ortaya koyar. Her ne kadar kitap meseleye uluslararası bir perspektiften yaklaşsa da önceki kitaplarındaki düşüncelerinden izleri görmek mümkündür. Bu kitap halklar arasında farklılıklar olabileceği kabulüne ve makul bir çoğulculuğa dayanarak çeşitli halkların adil bir iş birliği geliştirebilmesi için gerekli olan ilkeleri ortaya koyar. Özellikle adalet ilkeleri arasında yer alan fark ilkesinin global düzeyde kullanımı esnasında niteliksel bir sapma olduğu yönündeki düşüncelere rağmen Rawls, adalet üzerine benzer düşünsel duruşunu ve fikri tutarlılığını uluslararası adalet konusunda da sürdürmektedir.
Derslerinin ve çeşitli makalelerinin derlenmesiyle Ahlak Felsefesi Tarihi Üzerine Dersler ve Siyaset Felsefesi Tarihi Üzerine Dersler başlıklı kitaplarını 2000 yılında, Toplu Yazılar ve Hakkaniyet Olarak Adalet adlı kitaplarını ise 2001 yılında yayımladı. Tüm bu eserler dikkate alındığında Rawls’ın tüm hayatını adalet problemi üzerine ve kendisine yöneltilen eleştirileri cevaplamaya vakfettiğini söylemek mümkün gözükmektedir. Eserlerindeki düşünceler dikkate alındığında diğer tüm filozoflarla ortak noktalarına rağmen Rawls’ın özgünlüğü, adaleti gerekçelendirmesinde ve kullandığı metodolojide belirginleşir.
Kaynak: Çağdaş Felsefe II, s. 224-226, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4175, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2955