Felsefe hakkında her şey…

John Stuart Mill’in Bireysel Özgürlük Anlayışı ve Özgürlüğün Önemi

06.11.2019
2.877

Fransız Devrimi’nin ardından, başarı getiren devrim, aynı zamanda yanında özgürlük, kardeşlik, eşitlik prensiplerini hayata geçirmeyi amaçlayan “Fransız İnsan Haklan Bildirgesi”nin yayımlanmasına vesile olmuştur.

Her ne kadar anılan bildirgenin sonrası dönemlerde kölelik yasal platformlarda tarihe karışmış gibi görünse de, kölelik, özellikle Doğu toplumlarında farklı boyut ve şekillerde yaşatılmıştır. Burada kölelik olgusuna bilinçli olarak dikkat çekilmek istenmektedir; zira kölelik ile özgürlük, birbirleriyle çelişen, birbirlerini yok sayan olgulardır. Birinin olduğu yerde ötekinin varlığından söz etmek gülünç olacaktır. İnsanlar doğuştan özgür olmalı ve o şekilde yetişmeli, yetiştirilmelidir ki toplum yaşamı içinde bireysel özgürlüğün gerçek niteliği ve içeriği araştırılabilsin ve belirlenebilsin. Aksi takdirde, özgürlüğün hiçbir tarzından söz etmenin bir anlamı kalmayacaktır. Bu nedenledir ki “bireysel özgürlük”, özellikle 19. yüzyılın liberal toplumlarında bir anlam kazanmaya ve gerçek değerini bulmaya başlamıştır. Bu özgürlüğün özü ve anlamı üzerine, anılan yüzyılda dikkate değer bir çalışmayı da İngiliz düşünürü John Stuart Mill gerçekleştirmiştir.

Onun Essay on Liberty (Hürriyet Üstüne) (1972; 2005; 2009) başlıklı yapıtı, bu alandaki modern araştırmalar için, temel bir başlangıç metni görevi görmektedir. 19. yüzyıl İngiltere’sinde, emperyal yayılma kadar sosyal ve bilimsel yenilikler çağı da olarak kabul edilen “Kraliçe Victoria” döneminde yaşayan Mill, sosyal özgürlüklere yönelik savunusu ile “liberal düşünürün modeli” haline gelmiştir. Keza Mill, kendi döneminde Essay On Liberty gibi bir kitaba şiddetle ihtiyaç duyulduğunu düşünmüştür. Kraliçe Viktorya İngiltere’sinde özgürlük, uzunca bir zamandır sağın aralıklı hücumlarına maruz kalmıştır. Ancak Mill’e göre, bunlar özgürlüğe karşı olan ana tehlikeyi oluşturmamaktadır. Çok daha tehlikeli olan, “moralistler”in (ahlakçılar) ve siyasî reformcuların -genellikle istemeyerek- sebep oldukları özgürlük erozyondur. Nitekim Mill, eşi Harriet’e; “Günümüzün sosyal reformcularının hemen hemen bütün projeleri gerçekte hürriyeti yıkmayı amaçlıyor.” diye yazmaktadır (Thomson, 2006: 200).

Peki, Mill özgürlüğe neden bu denli çok önem vermektedir? Mill, özgürlüğü, toplumda canlılığın sürmesi ve toplumsal devrimin motoru olarak görmektedir. Mill, toplumsal deneyim zenginliği ve çeşitlilik olduğu sürece, nerdeyse Darvinci bir anlayışla toplumların değişim olanağına sahip olabileceğini; olumlu değişimlerin de ancak değişim olanağı olduğunda mümkün olacağını düşünmektedir.19 Diğer deyişle, en çok sayıda kişiyi en yüksek düzeyde mutlu edebilmek, deney zenginliğiyle mümkündür. Bu olanağı da ancak toplumsal uyumun aptallaştırıcı etkisinden kaçabilirsek bulabiliriz. Bütün önemli sosyo-politik-felsefî çalışmalar gibi Hürriyet Üstüne de, bir tehlikeye karşı gösterilmiş bir tepkidir. Aslında Mill, bu tehlikeye karşı Alexis de Tocqueville’in (1994 [1838]) “Amerika’da Demokrasi”siyle yıllar önce uyarılmıştır. Tocqueville’in “çoğunluğun tahakkümü (tiranlığı)” ifadesiyle işaret ettiği tehlike, “popüler ‘ethos’un kişisel inançlar üzerindeki tiranlığı”dır. Mill de, kendi yaşadığı Victorya dönemi için korkulması gereken tiranlık türünün “vücut üzerinde değil, zihin üzerindeki” tiranlık olduğu konusunda Tocqueville ile hemfikirdir. Nitekim Mill (2009: 9), anılan eserinde “çoğunluğun tiranlığı”nın başlıca gerçekleşme yolunun kamu otoritelerinin icraatları olarak algılanmaması gerektiğini tekrarlar ve konuya şöyle açıklık getirir:

“Sosyal demokrasi, her ne kadar insanlara çeşitli siyasi baskı rejimlerinin uyguladığı türden müeyyideler getirmiyorsa da kaçacak yolları tıkadığından, hayatın ayrıntılarına çok daha esaslı bir nüfuz ettiğinden ve ruhun kendisini esir aldığından, diğer baskıcı rejimlerden çok daha korkunç bir sosyal tiranlık halini alabilme özelliğini taşımaktadır.”

Mill’in İngiltere’sinde entelektüeller arasında “fikri boyunduruk” öylesine ağırlaşmıştır ki ona göre çağdaşlarından yalnızca ticaret ve sanayiyle meşgul olanlar bağımsızca ve enerjik olarak düşünebilmektedir. Mill’in tahminine göre, demokratik çoğunluklar, güçlerinin farkına vardıklarında onu, sonuna kadar kullanma eğilimine girecekler; böylelikle sivil özgürlük, toplumsal özgürlüğün kamuoyunca belirlenen sınırlarından daha geri olmayacak şekilde devletçe sınırlandırılacaktır.

Mill’in eserinde savaş açtığı tehlikeye karşı savaş yöntemleri nasıldır? Mill, özgürlük konusunda hiçbir doğal hakka atıfta bulunmamıştır. Gençliğinde “faydacılık” fikrinin dayatıldığını daha önce gördüğümüz Mill, bu ilkesini hiçbir zaman tam olarak terk etmese de, bu fikrin çok dar bir ilke olduğunu anlamış ve desteklenmesi gerektiğini saptamıştır. Dolayısıyla bireysel özgürlük konusundaki görüşlerinde dayandığı ilke “faydacılık”tan hayli farklıdır. Mill’in (1972: 72-73) sözleriyle; “İnsanlığın kurtuluşunu temin eden ve başka bireylere ya da gruplara müdahale hakkını veren bu ilke, nefsi müdafaa prensibidir. Buna göre, medeni bir toplumun üyelerine, onların isteklerine karşı güç kullanmanın yegâne meşru gerekçesi, başkalarına zarar verilmesini engellemektir.”

Faydacılık fikri ile sadece farklılığıyla kalmayıp, zaman zaman onunla çatışan bu prensip bağlamında Mill, sık sık kendi fikirlerinin topluma, önemli faydalar sağlayacağını belirtir. Bu fikirler, toplumsal maliyetlere de yol açmaz. Ona kalırsa, toplumun müdahale edebileceği eylemler, her halükarda toplumu etkilemeyenler veya ihmal edilebilir bir etkisi olanlardır. Mill genellikle şunu savunur: Toplum tarafından sınırlanmaması gereken eylemler, yalnızca o işin öznesini ilgilendiren, onu etkileyen eylemlerdir. Gerçekten de, Mill’in prensibi, öyle gözüküyor ki gerçekte insanların harici/dışsal faaliyetlerini değil, dâhili/içsel düşüncelerini ve duygularını himaye eder. Mill’e göre, insanın özgürlüğünün merkezi bölgesi, “bilincin dâhili alanı”dır. Burada söz konusu prensip, “en kapsayıcı anlamıyla vicdan özgürlüğü”nü talep eder. Gördüğümüz gibi, Mill, ahlakî meselelerde faydacılık prensibini nihai ölçü olarak görmeyi bırakmış ve yerine vicdan özgürlüğünü koymuştur. Bu da toplumun, aklı başında bir kişiye onun iyiliği için ve onu daha mutlu kılacak, bu arada kimsenin mutluluğuna da dokunmayacak olsa bile müdahale etmemesi prensibidir.

Özgürlükler bağlamında, Mill’in ortaya koyduğu bir diğer önemli prensip de şudur: Toplum, insanların hakikati arama çabalarına -bu çabaların keşifleri toplum için tehlikeli dahi olsa- engel olmamalıdır. Bu kapsamda Mill (1972: 27), “tartışma özgürlüğü” için; “Fikirleri ifade etme ve yayınlama özgürlüğü, bireyin başkalarını da ilgilendiren temasları arasında olduğundan, burada başka bir prensibin geçerli olduğu düşünülebilir.” demektedir. Ancak Mill, düşünme özgürlüğü ile bunları ifade etme ve yayınlama özgürlüklerinin pratikte birbirlerinin ayrılmaz parçaları olduğunu da vurgulamadan yapamaz. Bir toplum için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten, felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. Nitekim Mill (1972: 23), bize hoş gelmeyen, fikrimize aykırı olan veya fikrimizi tehdit eder görünen fikirlerin ifade edilebilmesini desteklememizin “özgürlük” kavramı açısından niye çok önemli olduğunu şu derin ve anlamlı belagatle ortaya koymuştur; “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz.”

Mill’e (1972: 64, 34, 21) göre, insanların birtakım gerçekleri kavramış olması iyi bir şeydir ve diğer unsurlar eşit olmak kaydıyla, bir toplumdaki “gerçek stok”u ne kadar çoksa, toplumun refahı da o ölçüde gelişir. Toplumdaki bilinen gerçek miktarını artırmada tartışma özgürlüğünün merkezi bir yeri bulunur. Bir fikrin doğruluğu hakkında bize kesinlik kazandırabilecek olan şey, muhaliflerinin ona yönelttiği eleştirilere dayanma gücüdür. Bunun içindir ki belli bir fikrin, onun yanlışlığı yolunda muhalefette bulunduğu durumda bile yanlış fikri bastırmak, gerçeğe zarar vermektir. Böylelikle kendimizi, doğru fikri test etme fırsatından mahrum bırakırız. Zira gerçeklerin eleştiriden korunduğu durumlarda, gerçekler dogmaya dönüşür ve entelektüel gelişme yavaşlar. Fikirlerin nispi güçlerini ve zayıflıklarını, ancak onların çarpışmasına izin verildikten sonra görebileceğimizden, kamu sansürü, genel-geçer fikrin tamamen doğru olduğunu bilemeyecektir. Mill bunu şöyle ifade eder; “Bir fikri, her bir tartışma fırsatı sonrasında çürütülmediğinden dolayı doğru farz etmek ile aynı fikri muhaliflerinin onu çürütme teşebbüslerine izin vermeme maksadıyla doğru farz etmek arasında çok büyük bir fark vardır.” Bir fikrin ifade edilmesini yasaklamak, insanlığın hem bugünkü nesline hem de gelecek nesillerine, o fikrin hem muhaliflerine hem de taraftarlarına karşı işlenmiş büyük bir kötülüktür. Eğer bu fikir doğruysa, insanlar yanlışlarını düzeltip, yerine doğruları koyma fırsatından mahrum kalırlar. Yanlışsa, yanlışlığın ortaya çıkmasıyla doğruların daha açık bir şekilde kavranması ve yaşanan bir etki meydana getirmesi şansını kaybederler.

Quinton (1981: 152), Mill’in düşününün en belirgin tarafını, onun başkalarının kişiliklerine karşı beslediği saygı ve sevgi olduğunu vurgular. Bütün insanlık bir tarafta ve tek bir kişi muhalif tarafta olsa dahi, ne insanlığın o tek kişiyi susturmak için meşru bir gerekçesi vardır ne de -eğer gücü varsa- o tek kişinin diğerlerini susturmasının. Doğru ya da yanlış olsun, herhangi bir fikir üzerinde baskı kurma, gerçeğe ihanettir (Thomson, 2006: 208-211). Bu anlamda Mill’in (1972: 16-17) “bireysellik” üzerine olan düşünceleri de, hem bireysel özgürlük hem de toplumsal özgürlük ile çok yakından ilişkilidir. Mill için özgürlük, başkalarını mutluluklarından yoksun bırakmadığı veya onların mutluluğa ulaşma çabalarına engel olmaya kalkışmadığı sürece, bireyin kendi iyiliğini kendi bildiği yolda araması serbestisi biçimi olarak tanımlanabilir. Mill’e göre her bireyin özgürlüğü, kendi yaşam alanında, başkalarının yaşam alanlarına girmedikçe salt belirleyici olmalıdır.

Mill’in bu konudaki ana fikri; her birimizin -başkalarının fikirlerinin borazanlığını yapmak ve insanların genellikle yaptığı gibi yaşamını bize dayatılan şartlara göre sürdüren kişiler olmak yerine- kendi fikirlerine sahip ve kendi yaşam planını belirlemiş kişiler olması gereğidir. Mill, bu anlamda belirgin bir bireysel amaca yönelik olmasa da farklılığı alkışlar. Mill’e göre, “fikir tahakkümü”nün farklılığı dışlaması sebebiyle, halkın farklı olması gereği iyidir. Mill, toplumda çeşitliliği sırf “farklılık iyidir” diye gerekçesiyle onaylıyor gözükse de, aslında ona önem vermesinin ana nedeni, her bir bireyin kendi hayatını kendi kabiliyetlerine göre sürdürdüğü bir toplum öngörüsüdür. Mill’in burada kullandığı argüman, onun ifade özgürlüğüne ilişkin geliştirdiği argümanı akla getirir. Bu da bireylerin yaşam tarzları arasında ne kadar farklılık ve zıtlık varsa, daha iyi yaşamı tarzlarının bulunması yolunda o kadar çok ilerleme imkânı olduğudur:

“İnsanlar mükemmel varlıklar olamadığından, farklı fikirlerin ortaya çıkmasının iyi bir şey olduğunu kabul eden bir kimse, farklı yaşam tarzlarının, her bir karaktere – başkalarına zarar vermemesi kaydıyla – kendisini geliştirmesi için özgürlük tanınmasının gereğini ve farklı yaşam tarzlarının her birinin saygıdeğer olduğunu kabul etmek durumundadır.” (Mill, 2009: 46)

Mill’e (1972: 3) göre; “Toplumsal özgürlük, toplum tarafından, birey üzerinde yasal olarak kullanılabilen iktidarın niteliği ve sınırlarıdır.” Bu anlamda Mill (1972: 72-73), bireysel özgürlüğün otorite ve yasayla doğrusal bir ilişki içinde bulunduğuna dikkat çekerek, bu türlü bir özgürlük algısının esas yapısını şöyle açıklar:

“Güvence altına alınan insan türü açısından, birey olarak ya da topluluk olarak herhangi birisinin ya da birilerinin davranış özgürlüğüne müdahale etme ile ilgili tek ilke, bireyin kendi kendisini koruma (nefsi mücadele) hakkıdır. Uygar bir toplumun herhangi bir üyesi üzerinde haklı olarak bir güç uygulamanın tek amacı işte budur. Bu ilke bireyin istencine karşıt olarak, başkalarına zarar vermeyi önlemek amacıyla konmuştur. İster fiziksel ister ahlaksal anlamda olsun kişinin kendi iyiliği böyle bir müdahale için yeterli bir neden oluşturmaz. Birisinin davranışa müdahaleyi haklı çıkarmak için, o davranışın bir başkasına zarar verdiği gösterilebilmiş olmalıdır. Şu halde herhangi bir bireyin eyleminde topluma karşı sorumlu tutulabileceği yön onun eyleminin başkalarıyla ilgili olan yönüdür. Yalnız kendisini ilgilendiren kısmında, onun özgürlüğü hak olarak mutlaktır; kendisi üzerinde kendi bedeni ve zihni üzerinde, birey mutlak olarak egemendir.”

Buna göre, bireyin yaşama hak ve özgürlüğü birincildir. Dolayısıyla bireysel özgürlüğün “olmazsa olmaz” koşulu, herhangi bir bireyin diğer bireyler tarafından hiçbir şekilde zarara uğratılmadan ve uğratılamayacak şekilde serbest bırakılması hakkıdır. Bu çerçevede, özgürlüklerin de sınırsız olmadığına inanan Mill’e (1972: 73) göre; “Medeni topluluğun herhangi bir üyesinin iradesine rağmen üzerinde kullanılabilecek haklı iktidarın yegane amacı, diğerlerine zarar vermesini engellemektir.” Mill, bireylerin mutlak özgürlük kullanacakları “kendileriyle ilgili” eylemler ile diğerlerinin özgürlüklerini kısıtlayabilecek ya da onlara zarar verebilecek “diğerleriyle ilgili” eylemler arasında net bir ayırım yapar. Mill, birey üzerinde, kişinin kendisine fiziksel veya ahlakî olarak zarar vermesini engellemek üzere tasarlanmış olsalar bile, hiçbir kısıtlamayı kabul etmez. Bu türden bir görüşe göre, örneğin otomobil sürücülerinin emniyet kemeri veya motosiklet kullanıcılarının kask takmalarını zorunlu kılan yasalar kabul edilemez niteliktedir. Mill’e göre özgürlük, salt dışsal baskılardan azade olmaktan çok daha fazla bir şeydir: Özgürlük, gelişme ve nihai olarak da kendini gerçekleştirmeyi başarmak üzere insani kapasiteyi gerektirir (Heywood, 2010: 45-47).

Bu bağlamda, “bireysel özgürlük” konusunda, düşünürün şu uyarısına dikkat etmek önemlidir; “Dünyanın her tarafında toplumun birey üzerindeki yetkilerini, kamuoyu gözüyle ve hatta yasalar aracılığıyla gerektiğinden çok genişletmek konusunda giderek büyüyen bir eğilim vardır. Bütün ülkelerde görülen değişimlerin yönü giderek toplumu güçlendirmeye ve bireyin gerçek anlamdaki yetkilerini azaltmaya doğru olduğuna göre; bireysel özgürlük alanına yapılan saldırı kendiliğinden ortadan kalkmayacak, tersine, giderek korkunçlaşacaktır.” (Mill, 1972: 18)

Bu anlamda Mill’in, insanın özgürlüklerini doğa durumundan farklı bir tabanda inceleyen ilk demokrat olduğu söylenebilir. “Hiçbir şey, bireyden üstün olamaz.” ve “Birey, yanlış olarak gördüğü her şeye karşı çıkma özgürlüğüne sahiptir.” diyen Mill, Locke’la başlayan, Rousseau’yla daha soyut ve devletçi bir boyuta taşınan insan hakları söylemini, insanın doğa durumundaki haklarında temellendirmek yerine, faydacı ve daha gerçekçi bir savunmayla şekillendirmiş; salt insanı ve onun her türlü özgürlüğünü (özellikle ifade özgürlüğü) olabildiğince çoğulcu bir prensiple ele almıştır. Dolayısıyla Mill’in fayda ilkesi çerçevesinde; “Bireysel özgürlüklerin en iyi savunusu, zorunlu olarak, en doğrudan olanı değil, fakat daha çok insanların düşünme sürecinden sonra varoluşlarının değerini anlama tarzlarıyla en çok uyum içinde olanıdır.” demek mümkündür (Berten vd., 2006: 228).

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; EUL Journal of Social Sciences (VI-I) LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi June 2015 Haziran

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Cansu dedi ki:

    Çok güzel sayfa, bilgiler için teşekkür ederim.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...