Felsefe hakkında her şey…

Devrimci bilim anlayışı

23.10.2022
698

Gerek mantıkçı pozitivizm, gerekse Popper’ın yanlışlamacı bilim görüşü, sadece bilimsel faaliyeti belirlediğine inanılan mantıksal ya da içsel faktörler üzerinde yoğunlaşmıştı. Her ne kadar biri keşfe, diğeri haklılandırmaya ağırlık verse de mantıkçı pozitivizm ve Popper bilimsel keşfi veya mevcut teorinin haklılandırılmasını sağlayan yöntem kuralları üzerinde durdular. Örneğin mantıkçı pozitivistler için bir teorinin kabul edilmesinde karar vermeyi belirleyen temel faktör, o teoriyi destekleyen kanıtların derecesiydi.

Bilim felsefesinde bundan sonra ortaya çıkan görüşler, bilimi anlamak yönünden, bilim dışı faktörlerin de en az içsel faktörler kadar önemli olduğunu, söz gelimi bu noktada bilim tarihinin büyük bir önemi bulunduğunu öne sürer. Başka bir deyişle, bilim felsefesi tarihinin ikinci döneminde yaşanan en önemli gelişme, bilimin mantıksal bir bakış açısından ziyade, tarihsel bir bakış açısıyla ele alınmasıdır. Buna göre, özellikle mantıkçı pozitivistlerin gerçek bilimi tanımlamadaki başarısızlıklarını eleştiren post-pozitivist bilim filozofları, bilimi mantık temelinde ele almak yerine, özellikle tarihsel gelişim süreci içerisinde çözümleyen bir yaklaşım geliştirirler. Bu yeni yaklaşımın en önemli temsilcisi de Thomas Kuhn (1922-1996)’dur.

Kuhn’un çıkış noktası, büyük ölçüde Kopernik Devrimi ama özellikle de Galileo’nun görüşleriyle Kilise arasındaki karşıtlık konusundaki klasik yorumlar oldu. Bu karşıtlığı bir tarafta akıl ve deney, diğer tarafta ise batıl inanç ve dinî dogma arasındaki bir kavga olarak okuyan pek çok bilim adamı ve tarihçisi Galileo’yla arkadaşlarının Aristotelesçi evren anlayışıyla bağdaşmaz nitelikte deneysel veriler bulduklarını söylemekteydi. Durumun sanıldığından çok daha karmaşık olduğunu gören Kuhn, Kopernik Devrimiyle başkaca devrimlerin gelişiminin ve tarihlerinin, ne mantıkçı pozitivist bilim anlayışının ne de yanlışlamacılığın metodolojisiyle bağdaştığını gözler önüne serdi. Dünya ölçeğinde büyük bir etki yapan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı eseriyle bilimsel metodoloji ve bilgi üzerinde düşünmenin yeni ve bütünüyle farklı bir yolunu önerdi.

Bilim felsefesinde içselcilik bilimin sadece kendi iç mantığıyla, dışsalcılık ise bilimin esas olarak ona dışsal koşullar yoluyla açıklanması gerektiğini söyleyen yaklaşımlardır. Mantıkçı pozitivizm ve yanlışlamacı bilim görüşü içselciliği, devrimci bilim anlayışıyla çoğulcu bilim görüşü dışsalcılığı temsil eder.

Bilimin İlerleme Tablosu

Gerçekten de Kuhn kendisinden önceki pek çok bilim filozofunun bilimin sürekli biriken bir bilgi sağladığı varsayımına karşı çıkarken, bilim dallarının değişik aşamalardan geçtiklerini ve bilimsel araştırmanın karakterinin bu evre ya da aşamaların her birinde değiştiğini ileri sürer. O, bilimin tarihsel sürecinde, dört, hatta üç evreyi birbirinden ayırır. Bunlardan birincisi,

  1. Bilim öncesi dönem veya olgunlaşmamış bilim dönemidir. Tüm bilimler için söz konusu olan bir hazırlık dönemine tekabül eden bu dönemde, bilim adamlarının belirginleşmiş bir bakış açısı yoktur ve herhangi bir bilim dalında araştırma yapan bilim adamları çeşitli yollar deneyip çeşitli yöntemler kullanırlar. Zaman geçtikçe, bu alanda çalışan bilim adamlarından birinin geliştirmiş olduğu teori ön plana çıkar; yani doğadaki olguları açıklama gücü oldukça yüksek olan ve söz konusu bilim dalında daha ileri düzeyde araştırmalar yapılmasına izin veren bir bakış açısı, bir yöntem ya da varsayım kendini kanıtlar ve kabul ettirir.
  2. Söz konusu bilim öncesi dönemi, öne çıkan teori ya da paradigmanın herkes tarafından kabulüyle belirlenen organize ve hatta kurumsal faaliyeti temsil eder nitelikteki normal ya da olağan veya olgun bilim dönemi izler. Kuhn işte bu dönemde, bilim adamlarının bilimsel faaliyetlerini bir tür bulmaca çözme faaliyeti olarak tanımlar.
  3. Bilimin tarih içindeki ilerleme sürecinde, olağan bilim döneminin ardından mevcut paradigma tarafından çözülemeyen anomalilerin belirlediği kriz dönemi gelir.
  4. Ve nihayet, eski paradigma tarafından çözülemeyen anomalilerin tamamını çözen yeni bir paradigmanın kabulüyle belirlenen devrim dönemi, bilimsel ilerleme sürecinin dördüncü ve sonuncu dönemini oluşturur. Aslında ona sonuncu dönem demek hatadır çünkü her devrim dönemi bir yeni olağan ya da normal bilim döneminin başlangıcını temsil eder. Başka bir deyişle, her bilim dalında bilim öncesi dönem bir kez yaşandıktan sonra, (2), (3), (4). evreler kendi içlerinde kapalı bir döngü ya da dairesel bir süreç oluşturur.

Kuhn’un bilim resminin özünde, normal veya olağan bilim görüşü ile bilimsel devrim kavrayışı bulunur. Aslında, bunların da gerisine gidildiğinde, onun devrimci bilim anlayışının temel kavramı olarak “paradigma” kavramıyla karşılaşılır. Çünkü Kuhn’a göre, normal ya da olağan bilim, bir “paradigma”nın oluşturulmasını gerektirir. Bir paradigma belirli bir bilim dalının konu edineceği olguları belirleyip karakterize eden bir çerçeve sağlar. Paradigma, aslında bir bilimsel model ya da genel bir teoridir fakat o, yalnızca bir model ya da teori olmayıp aynı zamanda bir model ya da teorinin gelecek araştırmalarda nasıl geliştirileceğini ve uygulanacağını belirleyen bir metodolojidir. Kuhn kusursuz paradigma örneği olarak sıkça Newton fiziğine gönderme yaparken bir paradigmanın, Newton fiziği örneğinde, en az şu dört temel öğeden meydana geldiğini açıklıkla ortaya koyar:

  1. Fail nedensel açıklamalara ve söz gelimi genel ve niteliksel teoriler yerine, niceliksel sonuçlar ve sınanabilir öndeyiler veren teorilere yönelik tercihlere yönelten arka plan değerleri ve kabulleri.
  2. Çarpışarak ve çekim/ itim güçleri uygulayarak birbirleri üzerinde eylemde bulunan maddi parçacıklardan oluşan metafiziksel bir dünya resmiyle devasa bir makine olarak dünya imgesi.
  3. Paradigmanın özünü ya da nüvesini oluşturan temel olarak hareket yasalarıyla yerçekimi yasası.
  4. Temel yasaların sarkaç hareketine, gezegen hareketlerine, hava direnci ve sürtünme hareketine uygulanmasını mümkün kılan standart matematiksel teknikler.

Kuhn’un yorumuna göre, bilim adamları bir paradigmayı benimsedikleri ya da paylaştıkları zaman, bundan böyle hakikatin ölçüsü olacak bir epistemik cemaat ya da bilim adamları topluluğu meydana gelir. Ortada, işte bu cemaat tarafından benimsenen bir paradigma söz konusu olduğu zaman, bilim adamları sadece birtakım doğru önermeler üzerinde uyuşmakla kalmaz, aynı zamanda alanda bilimsel araştırmanın gelecekte nasıl yürüyeceği, çözüm bekleyen hangi problemlerle ne şekilde baş edileceği, bu problemleri çözmenin uygun yöntemlerinin ne olduğu konusunda da tam bir fikir birliği içinde olurlar. Kısacası, paradigma genel ya da total bir bilimsel bakış açısıdır. O, bütünsel bir teori; bir bilim adamları topluluğunu bir araya getiren ve burada bilimsel faaliyeti organize eden kabuller, inançlar, değerler ve nihayet önermeler ve teknikler bütünüdür.

Paradigma esas itibarıyla bir teoriden, çoğunlukla doğanın nasıl işlediğini dile getiren bir şemadan oluşur. Kuhn’a göre, teorinin ya da paradigmanın bilgisini ders kitaplarından öğrenen bilim adamının amacı, teoriyi ne yanlışlamak ne de doğrulamaktır. Bilim adamları topluluğunu meydana getiren bilim adamlarına düşen şey, teoriyi doğaya uydurmak için çalışmaktır. Doğanın nasıl çalıştığı ya da işlediğini genel olarak ortaya koyan teori henüz tamamlanmamış olup teoriyi temele alarak bulmaca çözen bilim adamları, onu bezeyip içini doldurmaya çalışırlar. Aynı bilim adamları, bir yandan da genel kuramın ya da paradigmanın uygulanabilirlik alanını genişletirler. Gerçekten de normal bilim bilinenin alanını genişletme, şişirme sürecidir; o, köklü yenilikler peşinde koşmaz.

Bilim adamları teorinin doğaya uyma başarısı gösteremediği durumlarda, bazen teoriyi onarır ya da yamarlar. Bununla birlikte, bu gibi durumlarda, tek çare onarım değildir. Kuhn, bu dönemde yapılan deneylerin teoriyle uyuşmadığı durumlarda, teorinin değil de teoriyi dünyaya uygulayan ve sınayan kişinin sorumlu tutulduğunu söyler. Burada sergilenen çaba, benimsenen paradigma ya da kuramın doğru olduğu varsayıldığı için, onu çalışır hale getirmek yönünde bir çabadır. Normal bilim döneminde sergilenen bilimsel faaliyeti veya bilim pratiğini, Kuhn’un oldukça muhafazakâr bir faaliyet olarak nitelemesinin nedeni de budur. Çünkü bu olağan bilim döneminde bilim adamları benimsedikleri paradigmayı veya bilimlerinin ilk ilkelerini hiçbir zaman sorgulamazlar; tam tersine, herhangi bir başarısızlıkla karşılaştıklarında, bu başarısızlıktan, paradigma veya teorilerini değil de kendilerini sorumlu tutarlar. Kuhn normal bilim döneminin yıllar, hatta yüzyıllarca sürebileceğini söyler. Fakat bu süreç içinde ortaya birtakım anomaliler, yani bilim adamları ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, paradigmanın teorik yapısı veya kuramsal kabulleriyle bağdaştırılamayan veya çözüme kavuşturulamayan aykırı durumlar çıkabilir. Başka bir deyişle, ilk başta önemli başarılar sergileyen pek çok paradigmanın problem çözme başarısı eninde sonunda yavaşlayıp çözülemeyen problemlerin yığılmaya başladığı bir noktaya gelinir. İyice veya yeni çözülmüş problemler yerine, başarısızlıklar ya da anomaliler baş gösterir. Söz konusu anomalilerin sayısı başlangıçta az olup onlar çoğu zaman göz ardı edilir.

Fakat anomalilerin sayısı arttığı zaman, o bilim dalı Kuhn’un üçüncü aşama olarak nitelediği bunalım dönemine girer. Bu dönemde paradigmanın başarılı olmasını mümkün kılmış olan araştırma kuralları gevşer; paradigmaya duyulan güven sarsılır, bağlılık ortadan kalkarken farklı bakış açıları, yöntem ve tekniklerin denenmesine başlanır. Paradigma bağlayıcı olmaktan çıkarken tam bir kargaşa egemen hale gelir ve bilimsel faaliyet unutulup metafiziksel tartışmalar başlar. Akabinde, bunalımın pekişmesiyle birlikte, bilim adamlarının niteliğinde veya karakterinde de önemli bir değişim söz konusu olur; nitekim, şimdiye kadar sadece bulmaca çözen bilim adamları paradigmanın kendisini bile ıslah etmeyi, hatta değiştirmeyi göze alabilecek kadar yaratıcı düşünmeye başlarlar. Zorunluluk ve çok daha önemlisi yaratıcılık, kökten farklı ilkeler ve modellerle işleyen yeni alternatif paradigmaların ortaya çıkmasına yol açar. Eğer bu tür yeni paradigmalar gelişmeye başlarsa ilgili bilim dalı Kuhn’un devrimci bilim dediği aşamaya girer. Devrim süreci, eski paradigmaya alternatif paradigmaların ortaya çıkışıyla başlar ve alternatif bir paradigma, neredeyse bir kuşaklık bir zaman geçtikten sonra, bilim adamları topluluğunun bütün üyeleri tarafından kabul edildiği zaman tamamlanır. Kuhn “devrim” kavramını, hiç kuşku yok ki bilinçli olarak politik anlamıyla ilişki içinde kullanır. Buna göre, bir devrim eski paradigmayla yeni paradigma taraf­ları arasındaki aleni bir savaş durumunu ortaya koyar. Politik devrimlerde olduğu gibi, bilimsel devrim durumlarında da normal bilim dönemlerinde geçerli olan kurallar artık uygulanamaz. Çünkü bu kurallar, saldırı altında olan paradigmanın kurallarıdır. O, bir paradigmadan diğerine geçişin din değiştirmek kadar zor olduğunu, bir bilim adamının paradigmasını yeni paradigma uğruna terk etmesi gerektiğini gösterecek, mantıksal bakımdan zorlayıcı hiçbir argüman bulunmadığını öne sürer. Ona göre, başarılı olan bir devrimde bilim adamları yeni paradigmayı, çoğu zaman hakikatle ilintisiz bilim dışı neden ya da kaygılarla kabul etmek zorunda kalırlar. Gerçekten de paradigma değişiminde veya devrim zamanında aklın iş başında olmadığını, bir paradigmayı diğerine tercih etmenin son çözümlemede bir hayat tarzının diğerine tercih edilmiş olmasını ifade ettiğini öne süren Kuhn’a göre, buradan çıkartılacak sonuç açıktır: Bilim, sanıldığı kadar nesnel ve rasyonel bir faaliyet değildir.

Bilimsel Değişmenin Doğası

Kuhn’un bilim tarihiyle ilgili açıklamalarından veya yorumundan çıkardığı ikinci önemli sonuç, bilimsel değişme ya da ilerleme süreciyle ilgilidir. Özellikle mantıkçı pozitivizmin yaygın bilim görüşüne göre bilim nesnel hakikat doğrultusunda ilerler; bunun da yolu, hiç kuşku yok ki eski ve yanlış fikir ya da teorilerin yerine yeni ve doğru fikir ya da teorilerin geçirilmesidir. Yeni teorilerin eski teorilerden nesnel olarak daha doğru olduğunu öne süren bu birikimsel bilgi tasarımının Kuhn, tarihsel olarak hatalı, felsefi olarak da çok naif olduğunu söyler. Nitekim o, bilim tarihinde zaman zaman geriye dönüldüğünü, dolayısıyla yanlıştan doğruya çizgisel bir ilerlemeden söz edilemeyeceğini öne sürer. Kuhn bununla da kalmayıp önceki bilim anlayışlarının sıkı sıkıya sarıldığı nesnel hakikat düşüncesini sorgular. Ona göre, nesnel hakikat veya objektif doğru düşüncesi her şeyden önce dünya ile ilgili, mevcut teori ya da eldeki paradigmadan bağımsız, sabit birtakım olgular olmasını gerekli kılar. İşte bunu kabul etmeyen Kuhn, çok daha radikal başka bir görüş öne sürer. Bu görüşe göre, dünya ile ilgili olgular eldeki teori ya da kabul görmüş paradigmadan bağımsız olmayıp tam tersine paradigmaya görelidir ve dolayısıyla, paradigma değiştikçe olgular da değişir. Durum böyle olduğunda, paradigma ya da teorilerin, olgulara “gerçekte oldukları şekliyle” tekabül etmelerinden söz edilemeyeceği gibi, onların nesnel olarak doğru olmalarından da söz edilemez. Hakikat, nesnel değil de paradigmaya görelidir.

Eş Ölçülemezlik ve Teori Yüklülük

Kuhn söz konusu felsefi tezlerini temellendirmek amacıyla iki ana argüman geliştirmiştir. Bunlardan ilki, meşhur eş ölçülemezlik tezidir. Gerçekten de Kuhn bir bilim adamının paradigmasının onun dünya görüşü haline geldiğini, bilim adamının dünyadaki her şeyi paradigmasının kendisine temin ettiği gözlüklerle gördüğünü söyler. Bu yüzden, bir paradigma değişimi yaşandığı, yani bir bilimsel devrim sırasında mevcut paradigma yeni bir paradigmayla değiştirildiği zaman, bilim adamları çalışmalarını devam ettirmelerine imkân sağlamakla kalmayıp dünyayı anlamlı kılmalarını da mümkün kılan kavramsal çerçevelerini terk etmek durumunda kalırlar. Bu iki paradigma, aynı bilim dalında aynı konuyla ilgili olsa dahi, birbirinden o kadar farklıdır ki Kuhn’un ifadesiyle bilim adamları paradigma değişiminden önce ve sonra farklı dünyalarda yaşarlar. Bu, paradigmaların eş ölçülemez oldukları, yani birbirleriyle kıyaslanmalarını imkânsız hale getirecek kadar farklılık gösterdikleri, ikisini birleştiren ortak bir zemin ya da dilin bulunmadığı anlamına gelir.

Kuhn’un eş ölçülemezlik tezi, çok büyük ölçüde onun bilimsel kavramların anlamlarını içinde geçtikleri teoriden aldıkları iddiasından çıkar. Bu açıdan bakıldığında, paradigma değiştiği zaman, bazı anahtar terimlerin anlamlarının da değiştiğini öne süren Kuhn’a göre, örneğin Newton fiziğindeki “kütle” teriminin anlamı, Einstein’ın görelilik teorisinde geçen “kütle” teriminin anlamından tamamen farklıdır. Onun eş ölçülemezlik tezinin kavramsal boyutu kadar ontolojik bir boyutu da vardır. Buna göre, Kuhn idealist bir anlam içinde, paradigmanın dünyayı oluşturduğunu da savunur. Zira farklı paradigmalar altında veya farklı paradigmaları benimseyerek bilim yapmak, gerçekte farklı dünyalarda bilim yapmak anlamına gelir. Kuhn eş ölçülemezlikten, hatta paradigmaların birbirleriyle olan bağdaşmazlığından dolayı, paradigmalar arasında nesnel bir tercihin söz konusu olamayacağını dile getirir. Paradigmaları nesnel bir biçimde karşılaştırmak pek mümkün olmadığı gibi, eş ölçülemezlik, egemen paradigmanın nesnel anlamda doğru ya da daha doğru olduğunu söylemeye imkân tanımaz. İşte bundan dolayıdır ki, bilimde, paradigmadan bağımsız bir dış dünyanın giderek daha tam, daha doğru bir betimlemesini vermek anlamında bir ilerlemeden söz edilemez.

Onun bilim tarihiyle ilgili yorumundan çıkarttığı felsefi tezleri temellendirmek için kullandığı bir başka argüman da “teori yüklülük” tür. Aslında onda, eş ölçülemezlik ile teori yüklülük arasında çok yakın bir ilişki vardır çünkü eş ölçülemezliği tartışırken Kuhn, gözlemin teori yüklü oluşu olgusundan destek alır. Onun teori yüklülükle ilgili argümanı aslında çok açıktır. Bir bilim adamının iki rakip teori ya da paradigma arasında bir seçim yapmaya çalıştığını varsayalım. Burada yapılacak yegâne şey, mantıkçı pozitivist bilim görüşünün veya rasyonalist bilim anlayışının savunucularının söylediği gibi, hangisinden yana karar vermek gerektiğini belirleyecek ilgili olgular kümesine bakmaktır. Ama böyle bir şey ancak ve ancak teorilerden bağımsız olan birtakım olgular bulunduğu, bilim adamının hangi teoriyi benimsemiş olursa olsun, kabul etmek zorunda kalacağı müstakil olgular var olduğu takdirde mümkün olabilir. Mantıkçı pozitivistler, rakip teoriler arasında nihai bir karar vermeyi mümkün kılacak, hatta bu bakımdan hakem rolü üstlenebilecek yansız ve bağımsız olgular ya da veriler olduğuna inanıyorlardı. Kuhn işte bunu hiçbir şekilde kabul etmez. Çünkü ona göre, teori bakımından yansızlık ideali veya teoriden bağımsız olgular bulunduğu düşüncesi, bir yanılsamadan başka hiçbir şey değildir.

Tüm verilerin teori- yüklü olduğunu öne sürerken Kuhn öncelikle algının arka plandaki inançlarımız tarafından koşullandığını, gördüklerimizin en azından kısmen inandığımız şeylere bağlı olduğunu anlatmak ister. O, dahası bir paradigmanın savunucuları veya uygulayıcılarının, daha önceden paradigmanın eğitimini almış oldukları için gözlemlerini teori yüklü olarak rapor etmeyi öğrendiklerini savunur. Her paradigmanın gözlemleri dile getirme biçimi ayrı olduğundan, ayrı paradigmaların taraftarları dünyada gördükleri şeyi aynı biçimde dile getirmezler. Söz konusu teori yüklülük tartışmasının veya olgu ya da verilerin teori yüklü oluşunun, Kuhn açısından önemli bir sonucu vardır. Buna göre, verilerin teori yüklülüğü, öncelikle rakip paradigmalar arasında, eldeki verilere veya olgulara müracaatla tercih yapılamayacağı anlamına gelir. İki rakip paradigmanın iddialarına yansız bir gözle değer biçecek tarafsız bir bakış açısı olmadığına göre, söz konusu paradigmalar arasında nesnel bir tercih yapmanın imkânı yoktur.

Kaynak: FELSEFE, s. 91-92, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2487 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1458

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...