Felsefe hakkında her şey…

Aşkın doğası: Eros, Philia, Agape

01.02.2023
1.184
Aşkın doğası: Eros, Philia, Agape

Aşkla ilgili felsefi tartışmalar aşkın doğasının akılcı biçimde sorgulanmasıyla başlar. Bu, aşkın bir “doğası” olduğunun ifadesidir; fakat aşkın bir doğasının bulunması, onun kavramsal açıdan akıl dışı olduğunu ve rasyonel veya anlamlı önermelerle tanımlanamayacağını ileri sürecek görüşlere kapı aralar.

Aşka metafizik ve epistemolojik argümanlarla yaklaşan eleştiriler için aşk, rasyonel incelemeye meydan okuyarak duyguları öne çıkarır. Öte yandan, örneğin Papuan toplumunda, aşk teriminin dilde bir karşılığı dahi yoktur. İngilizcedeki aşk (love) terimi de Sanskritçe lubh (arzu) kökünden türetilmiştir ve oldukça geniş anlamda tanımlanmıştır. Bu nedenle aşkı tanımlarken birinci dereceden anlam üretebileceğimiz sözcüklere yönelmekte fayda vardır. Onlar da antik Yunan dilindeki Eros, Philia ve Agape sözcükleridir.

EROS

Eros, Eros heykeli, Eros anıtı

Eros heykeli

Eros (Yunanca erasthai) terimi; aşkın tutkulu, yoğun bir arzu oluşturan tarafına göndermede bulunur. Bu genellikle cinsel arzu olarak dile getirilir. Günümüzde kullanılan “erotik” (Yunanca erotikos) sözcüğü de aşkın bu anlamına temellenerek türetilmiştir.

Platon’un metinlerinde eros, transandantal güzelliği arayan ortak arzu olarak ifade edilir. Tekilin kendine özgü güzelliği bize Formlar veya İdealar dünyası’nda var olan gerçek güzelliği ansıtır.

İlgili konu: Platon’un idealar kuramı

Platoncu-Sokratik görüşler, bu dünyada güzelliğe karşı hissettiğimiz hayranlığın bize asla gerçek tatmini sunmayacağını savunur. Bu anlayışa göre önümüzde duran uyarıcı imgenin ötesine, güzelliğin kendi içinde taşıdığı derin fikre talip olmalıyızdır.

Platoncu eros anlayışı ideal güzellik’i ihtiva eder. İdeal güzellik; karşılaştığımız görüntülere yansıyan, insanlarda da eşyalarda da bulunan, düşüncede ve sanatta da karşılaşılan güzelliktir. Bu anlayışına göre sevmek, belirli bir bireyi değil, onun sahip olduğu gerçek (İdeal) güzellik unsurunu, Platoncu güzellik ideasını sevmektir. Bu bağlamda aşkın karşılık bulması, Platon’un aşk anlayışı için gerekli değildir. Çünkü burada arzu, başkalarıyla paylaştığımız yol arkadaşlığından, ilgi alanlarından, değerlerden daha çok, güzelliğin nesnesine yöneliktir.

Platoncu felsefe damarında konumlanan birçok düşünür, sevginin özünde bedensel arzudan daha etkili ve iştah uyandıran bir değer olduğunu kabul eder. Platoncular bedensel arzunun hayvanlar âlemiyle eşleştiği görüşündelerdir. Bu nedenle bedensel arzu, rasyonel zeminde desteklenen, yani ideal güzelliğin peşinden koşmayı belirten rasyonel söylem ve fikirlerin keşfedilmesiyle ortaya çıkacak olan bir aşktan daha alt seviyede, salt bir uyaran-tepki etkileşimine sahiptir.

Demek ki Platoncu anlayışta bir nesneye, bir fikre veya bir kişiye duyulan bedensel arzu, kabul edilir bir aşk biçimi değildir; aşk nesnenin, fikrin veya kişinin ideal güzellik’ten aldığı paya verilen değerdir.

PHİLİA

aşk, heykel, aşıklar, aşık heykeli, aşk heykeli

Philia

Eros’un arzu ve ihtiras hasretinin aksine, Philia ötekine karşı bir muhabbet ve kadirşinaslık gerektirir.

Yunanlar için philia terimi sadece bu gerekleri değil, aynı zamanda kişinin ailesine, siyasi topluluğuna, işine ve otoriteye karşı bağlılığını da içerir. Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik”te açıkladığı gibi, Philia kişiyi hem başkalarının iyiliği hem de kendi iyiliği için güdüleyebilir. Bu gibi güdüsel ayrımlar, bir başkasına karşı beslenen sevgiden türetilir; çünkü dostluk, iş ilişkilerinde olduğu gibi, tamamen faydalı bir ilişki biçimidir.

Aristoteles’e göre philia, kendisine en uygun ortamı nesnel zeminde bulur. O, gerçek dostlarda aramamız gereken nitelikleri de bu nesnel zeminde açıklar: bizimle aynı mayadan olanlar, kin tutmayanlar, yaptıklarımızın arkasında duranlar, ölçülü ve adil olanlar, bizim onları takdir ettiğimiz gibi kendileri de bizi takdir edenler… Philia; geçimsiz, dedikoducu, tutum ve karakter olarak saldırgan, adaletsiz vb. kimselerden doğamaz.

Dostluk, en iyi karakterlerin üretebileceği bir bağdır ve dolayısıyla sevgiyi de yalnızca en iyi karakterler üretebilir. İşte philia’ya layık iyi bir karakterin nasıl olması gerektiği, Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik”inin ana konusudur. Ona göre en akılcı insan, en mutlu olacak insandır. Bu nedenle en iyi dostluğu kuracak kişiler de “iyilikte ve erdemde birbirine benzeyen” kişilerdir. Aristoteles’in eşitleri -iyi ve erdemli insanlar- arasındaki aşkın, ahlaken iyiden uzaklaşanların çokluğu arasında, kusursuz bir aşk olacağını tahmin etmek güç değildir. O bu tür sevgiyi “duyguların bir tür ölçüsüzlüğü” olarak nitelendirmiştir.

Niteliği yüksek olmayan dostluklar, dostluktan duyulan memnuniyete veya edinilen faydaya dayalı olabilir. Örneğin bir iş arkadaşlığı kişisel faydaya ya da iş hakkındaki çıkarların mütekabiliyetine dayanır; burada iş biter bitmez, arkadaşlık da biter. Bu, alınan hazza dayalı arkadaşlıklara benzer; bu, arkadaşın kendinden kaynaklı bir haz değil, onun davranışlarından veya mizah anlayışından duyulan hazzın cereyanıdır.

Aristotelesçi aşkın en üst biçiminin ilk koşulu, insanın kendini sevmesidir. İnsan egosantrik bir temel olmadan başkalarına sempati ve eğilim gösteremez. Böylesi bir öz-sevgi, hedonistik bir tavırla anlık zevklerin peşinden koşmak ya da kalabalığın dalkavuğuna bağlı olarak göklere çıkarılmak anlamında bir öz-sevgi değildir. Bu sorgulayan bir yaşamın arayıcısı olmakla zirvesine ulaşan asil ve erdemli bir uğraşın yansımasıdır.

Başkalarıyla dostluk etmek gereklidir; çünkü dostlar kendilerine yakışır eylemlere yönelirler. İyi yaşamanın, tartışmak ve düşüncelerini paylaşmak olduğunu bilirler. Ahlaki açıdan erdemli insan, karşılığında ahlaki açıdan kendisinden aşağı olanların sevgisini hak eder; bu sevgiye karşılık olarak eşit bir sevgi vermek zorunda da değildir. Buradaki karşılıklılık, zorunlu olarak denk olmak durumunda değildir. Bu da Aristotelesçi aşk anlayışının elitist veya mükemmeliyetçi olduğunu göstermektedir. Sevgiye ve dostluğa karşılık vermek Aristotelesçi sevgi ve dostluk anlayışının bir ön şartıdır; ama erdemli insan, gördüğü seviye ve dostluğa aynı oranda cevap vermek zorunda değildir. Yalnızca ana-babaların sevgisi tek taraflı olabilir.

Agape

aşk, heykel, aşıklar, aşık heykeli, aşk heykeli

Agape

Agape, Tanrı ile insan arasındaki karşılıklı baba-evlat sevgisine atıfta bulunan bir ifade olmasına rağmen zamanla tüm insanlık için kardeşçe bir sevgi anlayışına evrilmiş ve anlamsal genişleme yaşamıştır.

Agape anlam aralığını Eros’tan ve Philia’dan aldığı niteliklerle belirler. Çünkü aynı anda hem muhabbet hem kişiselliğin aşılması hem de karşılıklılık zorunluğu bulunmaksızın hissedilen bir tutkuyu, yani kusursuz aşk’ı ifade eder. Bu bir anlamda Tanrı sevgisidir. Tanrı sevgisi, Platon’un dünyevi kaygıları ve engelleri aşan şehvetengiz bir tutku, haşmet ve arzu içeren güzellik sevgisini anımsatan mutlak bir bağlılık gerektirir. Örneğin Thomas Aquinas, Aristoteles’in dostluk ve sevgi teorilerini benimseyerek Tanrı’yı en akılcı varlık ve dolayısıyla da kişinin sevgisini, saygısını ve dikkatini en çok hak eden varlık olarak ifade etmiştir.

Evrenselcikomşunu kendin gibi sev” emri, özneye, çevresindekileri gerekirse tek taraflı olarak sevmesi göndermesinde bulunur. Bu emir, karşılıklı karşılıklılık ilkesiyle Aristotelesçi aşkın öznenin kendisini kendine yakışır bir biçimde sevmesi gerektiğine dönük temeline işaret eder. Filozoflar burada ifade edilen “kendini sevme”nin doğasını, Aristoteles’in kendini sevmenin her türlü aşk için gerekli olduğu fikrinden yola çıkarak, egoizm’in olumsuz yönlerine ve sevginin kibir ve kendini beğenmişliğe bağlanmasına atıfta bulunarak tartışabilirler.

Aziz Augustinus münazarayı başkalarına bırakarak bir insanın kendini sevmesi için herhangi bir emre gerek olmadığını öne sürer. O, “Vermek almaktan evladır” anlayışıyla Agape’nin evrenselliğine karşı bir fikir önderinden gelen ilk yakarışı ortaya koyar: Aristotelesçi görüşün ters istikametinde olmak üzere Hristiyan inancında ahlaki açıdan başkalarına sevgi gösterme sorumluluğu, kendini sevme anlayışından daha üstündür. Her şeye karşın bu emir aynı zamanda eşitlikçi bir sevgiye-karşı-sevgiyi de beraberinde getirir. Hristiyanlıktaki “Düşmanlarınızı sevin” anlayışı da buradan kaynaklanmaktadır (Matta 5:44-45). Bu aşk anlayışı bazılarının diğerlerinden daha aşka yaraşır olduğu ya da olmadığı biçimindeki mükemmeliyetçi veya aristokratik aşk anlayışlarının ötesidir.

Agape asıl yankılarını ise Immanuel Kant ve Kierkegaard’ın etik anlayışlarında bulur. Bu da kuramsal olarak başka bir kişiye insani varoluşundan dolayı adil biçimde saygı veya sevgi göstermenin ahlaki önemini vurgulamaktadır.

Gerçekten de kişinin komşusuna adil bir sevgi göstermesi (Yakup 2:9), özellikle de komşu sevgiyi göze çarpacak kadar hak etmiyorsa ciddi etik kaygılar doğuracaktır. Bu noktada, komşunun hangi davranışlarının Agape’ye dâhil kabul edilmesi ve hangilerinin bunun dışında tutulması gerektiği problemi ortaya çıkar.

İlk Hıristiyanlar, bu sevgi anlayışının yalnızca İsa Mesih’in havarilerine mi yoksa bütün Hristiyanlara mı uygulanması gerektiği konusunda şüpheye düşmüşlerdir. Aralarında adilliği savunanlar, komşunun yalnızca insani varoluşa sahip olmasının dahi sevilmenin ilk koşulunu sağladığını öne sürmüşlerdir; fakat yine adilce düşünenler için sevgi, ikinci bir koşulu da gerektirebilir. Çünkü kardeşçe sevginin dayandığı temel, bunun kardeşçe bir nefreti de doğurabileceğini öngörür.

Metafiziksel düalizm taraftarları, komşunun bedensel varoluşunu veya eylemlerini değil de ruhunu sevmenin sevileni dünyevi eziyetlerden ve bedeninin günahkârlığından kurtaracağını ileri sürerler. Hristiyan barışseverler için de saldırganlığa ve şiddete karşı “öbür yanağını çevirmek”, saldırganın önünde sonunda barışa, bağışlamaya ve insanlık sevgisi gibi daha yüksek değerleri kavramayı öğrenmeye yönelmesini sağlayacaktır.

Agape’nin evrenselliği, Aristoteles’in adil sevgi anlayışına ters düşer ve kendi içinde çeşitli etik çıkarımlar ortaya koyar. Aquinas, herkese karşı merhametli olmamız gerektiğini savunurken özellikle akraba olduğumuz kişilere karşı göstereceğimiz sevgide taraflı olmamız gerektiğini de kabul eder. Kierkegaard ise sevgide tamamen yansızlıktan yanadır. Aristoteles gibiler ise evrensel aşk anlayışının ve herkesi eşit biçimde sevme fikrinin yalnızca uygulanamaz değil, aynı zamanda mantıksal olarak da anlamsız olduğunu iddia etmişlerdir:

“Birçok kişiye aynı anda âşık olamayacağınız gibi, birçok insanla kusursuz bir dostluk da kuramazsınız. Çünkü aşk bir çeşit duygusal aşırılıktır ve böyle bir aşırılığın doğasında sadece bir kişiye karşı orta çıkma özelliği vardır.” (Nikomakhos’a Etik, VIII. 6, Aristoteles).

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...