Claude Fischler
Claude Fischler 1947 doğumlu Fransız sosyolog ve antropologdur. Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin ve Paris’teki Sosyal Bilimler İleri Araştırmalar Okulu’nun bir alt araştırma birimi olan Institut Interdisciplinaire d’Anthropologie du Contemporain’in (Disiplinlerarası Çağdaş Antropoloji Enstitüsü) başkanlığını yapmıştır.
Claude Fischler’in uzmanlığı gıda ve beslenme üzerine karşılaştırmalı, disiplinler arası konulardır. Çalışmaları bireyin kişisel beden algısını, mutfakların yapısını ve işlevini, tatları ve yemek tercihlerini; bunların zaman ve mekân içindeki değişimini ve dönüşümünü kapsamaktadır.
Claude Fischler, Fransız yapısalcı antropoloji ve sosyoloji kanadını temsil eder (Mennell vd. 1992: 12). Fischler’in çalışmaları özellikle Fransız toplumuna odaklanır; sanayileşme ve modernleşme süreçleriyle birlikte Fransız toplumunda yemeğin değişimini ele almaktadır (Fischler, 1980; Fischler, 1980; Fischler, 2001; Fischler, 2011).
Fischler’in (1980) makalesinde bireyin gıda tüketimlerinde hazırlıksız ve yalnız başına kaldığı, yemek için “ne seçeceğiz?” sorusunun eziyete dönüştüğü vurgulanmaktadır (Warde, 1997: 30). Bu karışık durum (Fischler, 1988) “hepçil paradoksu” (omnivore’s paradox) olarak tanımladığı süreç ile bireyin daha çok kaygı duymasına yol açmakta ve “hepçil kaygısı” (omnivore’s anxiety) ile sonuçlanmaktadır (Warde, 1997: 30; Mennell vd. 1992, 13). Hepçillerin çeşitliliğe ihtiyaçları vardır; ancak bilinmeyen yiyecekler zehirli olabilir (Warde, 1997: 30).
Hepçil paradoksu olarak tanımlanan bu süreç aslında neofili (yeni besinlere ilgi duyma) ve neofobi (yeni besinlerin zararlı olma ihtimalinden korkma durumu) arasında bir gerilim yaşamamıza neden olur. Gıda/yemek çeşitliliği modern toplumlarda insanın yaşadığı kaygıyı azaltmak yerine artırmaktadır (Warde, 1997: 30).
Yemek ve mutfak kültürleri açısından bakıldığında, hızlı değişimin ortaya çıkardığı kuralsızlık, düzensizlik biçimini Claude Fischler, Durkheim’ın anomi kavramını bükerek gastro-anomi (1980) kavramı ile açıklamaktadır. Koç’a göre (2013: 57) Fischler bunu modern toplumda karşılaşılan toplumsal bir yeme içme krizi olarak tanımlamaktadır.
Fischler (1980: 948) gastronomide yaşanan krizin bir çeşit gastro-anomi durumuna neden olduğunu, modern bireylerin seçimlerinin ne zaman, nasıl, neler olacağına ve ne kadar yenileceğine ilişkin belirgin sosyo-kültürel işaretlerden yoksun kaldıklarını vurgulamıştır. Yemek seçimi ve yemeğin miktarı gittikçe artan oranda toplumsal kararlar olmaktan çıkıp bireyin meselesi hâline gelmektedir; ayrıca ekolojik ve mevsimsel kısıtlardan bağımsız hâle gelmişlerdir (Fischler, 1980: 948).
Koç’un belirttiği üzere (2013: 57) gastro-anomi yalın bir biçimde “ne yesem?”, “karnımı nasıl doyursam?” meseleleri değil, çokluktan, çeşitlilikten, bilgi enflasyonundan kaynaklanan bir yabancılaşma’ya işaret etmektedir.
Gerçekten günümüzde yemek toplumsal bir edim olmanın ötesine geçerek, giderek artan bir biçimde yabancılaşmanın pençesinde gerçekleştirilen bir eyleme dönüşmüş durumdadır. Marketlerde, restoranlarda maruz kaldığımız gıda ürünlerinin, yemeklerin Fischler’in belirttiği mevsimsel ve ekolojik kısıtlardan bağımsız bir biçimde tüketime hazır halde bulunması insanların üretim koşullarından bihaber hale gelmesine yol açmaktadır.
Kentleşmenin, gelişmekte olan ülkelerde bile yüksek oranlarda seyretmesi yeme içme alışkanlıklarında bir normsuzluğun, anominin var olduğunu göstermektedir. Üretim koşullarına yabancılaşmış insanların yedikleri yiyeceklerin menşei ve içeriği konusundaki enformasyon eksikliği “gıda korkusu”, kaygısı ile sonuçlanmaktadır.
Pollan (2009: 18), süpermarketten satın aldığımız ürünlerin yenilebilirliğini sorgulamaya başladığımızı, bu ürünlerin bizi, sezgilerimizi yitirmiş bir biçimde düşünmeye sevk ederek “kalp dostu”, “hidrojenize yağ içermez” vb. ifadelerle kafa karışıklığına sebep olduğunu vurgulamaktadır. Zira işlenmiş gıdaların etiketlerinde yazanları anlamak için ürünlerin üretim koşullarına vakıf olmamız gerektiği, kullanılan maddelerin neler olduğunu anlamak için de bir gıda mühendisi kadar enformasyona sahip olmamız gerektiği sonucu çıkmaktadır. Bu durumda günümüz modern, kentli insanın “gıda okuryazarlığı”na sahip olması beklenmektedir. “Gıda okuryazarlığı”nın olmadığı durumda kaygının ve korkunun pekiştiği görülmektedir (Akarçay, 2016b: 326-327).
Claude Fischler, günümüzde yemek yemenin toplumsal düzenlenmesinin en aza indiğinin altını çizmektedir. Bireyselleşmiş ve kutsallığından kopmuş bir yemek pratiği, Fischler’in adlandırmasıyla bir ‘gastro-anomi’ (Fischler, 1980; Fischler, 2001) -Durkheim’ın anomi kavramından türetmiştirdurumu ortaya çıkarmıştır. Geleneğin yönettiği bir toplumda, yemeğin düzeni öncelikle doğanın döngüsüne tabiydi. Gelenek, din, toplu yaşama zorunluluğu gibi etkenler, yemek eylemini de üst düzeyde yapılandırmaktaydı. Buna göre, hangi mevsimde nelerin yenebileceği, hangi saatler, nerede, nasıl, hangi sofra âdâbıyla, hangi hiyerarşi içerisinde yemeğin yeneceği sıkı kurallara bağlanmıştı (Fischler, 2001: 212). Ancak çağımızda yemek git gide bireysel bir eylem haline dönüşmektedir. Üstelik kuralları, atıf noktaları hızla silinmektedir. Bunun sonucunda yemeğin kutsallaşmış ve ritüelleşmiş özelliği, kendini yalnızca dinlence/eğlence vesilelerinde yer bulabilmektedir. Yemek, bu doğrultuda yeni anlamlar yüklenerek bir kültür tüketimi biçimine dönüşmektedir.
Fischler’e göre artık yemek zamanı yapılandırmamakta, zaman yemeği yapılandırmaktadır. Yemeğin yapılandırılmış boyutunun en aza inmesi, hatta neredeyse tamamen silinmesi, ‘yiyiciler’i kendi itkileri ve fizyolojik iştahlarıyla baş başa bırakmaktadır. Bu durum, sanıldığı gibi sonsuz bir özgürlük getirmek yerine yeni sıkıntıları beraberinde sürüklemektedir: Yiyiciler, bir yandan modern bolluğun çeşitli çağrılarına, diğer yandan birbiriyle uyumsuz diet kakofonisine mâruz kalmaktadırlar (Fischler, 2001: 216).
Fischler, ayrıca insanlığın “beslenme aklı”na sahip olduğunu ancak modernleşme ve bireyselleşme ile birlikte özellikle kent toplumunda bu türden aklı kullanmamaya başladığımızı ileri sürmektedir ve insanın “beslenme aklı”nın nasıl değişime uğradığını sorgulamaktadır (Fischler, 1980: 938, 941). Fischler, modernleşmenin ve dolayısıyla neden olduğu bireyselleşmenin bilhassa gelişmiş kent toplumlarında yemeğin bir kültür tüketimine dönüştüğünü tespit etmesi, gastro-anomi kavramı ile bu durumu açıklaması bakımından önemli açılımlar sağlamaktadır (Akarçay, 2016b: 326-327).
Kaynak: Tüketim Sosyolojisi, s. 158-160, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4159 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2939