Merkez-Çevre Modeli
Şerif Mardin’in merkez-çevre modelini ele aldığı, Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri, başlıklı makalesi sosyal bilim literatüründe en fazla yankı bulmuş eserlerinden birini oluşturmaktadır.
Keyman (2001: 23)’e göre, “merkez-çevre” modeli çerçevesinde, Mardin’in Türk Modernleşme Tarihi’ni çözümlemesi, Max Weber’e dayanan yanıyla, sadece toplumbilimsel bir çözümleme değil, aynı zamanda bir siyasi tarih, bir siyasal modernite kuramı teşkil etmektedir.
Osmanlı kurumlarının gelişiminde, Batı’da 17. yüzyılın ortalarına doğru gündeme gelen “Leviathan”ın ve daha sonraki aşamalarda ulus-devletin oynamış olduğu rolün önemine dikkat çeken Mardin (1997a: 36), başlangıçta, Osmanlı kurumlarının rakipleri olarak görülen bu devlet biçimlerinin, daha sonra Osmanlıların kendi hükümet biçimleri için yapacakları reformların da modeli haline nasıl gelebilmiş olduğunu analiz etmektedir.
Ancak Mardin’in (1997a: 37) bu değerlendirmesinde önemli olan nokta, bu türden bir modelin Osmanlı kurumlarıyla karşıtlıklar gösteriyor olmasına ve Batı’da bu devlet modelinin gelişiminde rol oynayan toplumsal güçler ve bu güçler arasındaki tarihsel-sosyal-ekonomik ve politik uzlaşma zemininin, Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşmemiş olmasına rağmen uygulamaya konmaya çalışılmış olduğu tespitidir.
Şerif Mardin’in Türk Modernleşmesi konusundaki yaklaşımlarının temel özelliği, Fuat (Keyman, 2001: 15)’a göre, analiz stratejisini “modernizasyon” kavramından “modernite” kavramına geçişi sağlayacak bir perspektiften hareketle, Althusserci anlamda “epistemolojik kopuş” un olduğu bir alanın gerisindeki bir noktaya dayandırmış olmasından kaynaklanmaktadır.
En genel anlamda, Osmanlı imparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki sınır, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bir ulus-devlet olarak kavramsallaştırılmasında kendini göstermektedir (Keyman, 2005: 65). “Medeniyet” kavramsallaştırılmasına, mahalli örf ve adetlerin traş edilmesi, farklılıklarının ortadan kaldırılması pahasına ağır basan bir uyum arayışı üzerinden yönelinmesi için araçsal rol oynayan “devlet mitosu” bu noktada önem taşımaktadır (Mardin, 1995: 360).
Bu devlet mitosunun Cumhuriyet dönemindeki yansımaları, Kemalizm’in uygulamalarında belirginlik kazanmaktadır. Kemalizm, bir sosyal değişme projesi olarak, geleneksel toplumdan, modern topluma geçiş sürecinde dört boyutlu bir değişmeyi temel almaktadır (Keyman, 2005: 46):
- Kişilerin otoritesi üzerine kurulu bir onur anlayışından kurallar ve yasalar üstüne kurulu bir onur anlayışına geçiş,
- Evren düzenini anlamada, dinden pozitif bilim anlayışına geçiş,
- “Avam-havas” ayrılıkları üzerine kurulmuş bir topluluktan “halkçı” topluluğa geçiş
- Bir ümmet topluluğundan bir ulusal devlete geçiş
Mardin’e (1992: 149) göre Kemalizm, ulus-devlet imgesi konusunda, zaman zaman bu imgenin sosyo-kültürel yapıda örüntü şeklinde yer alan, “ümmet bilinci” ve menkıbeler (Battal Gazi) gibi kahramanlık ve vatan sevgisi, kodlarına eklenmesi suretiyle sağladığı başarıya rağmen-, aynı başarıyı kültürün, kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam yaratma konusunda, Volk İslam’ın ideoloji olarak oynadığı rollere alternatif bir ideolojik fonksiyon görme noktasında gösterememiştir. Mardin’e göre Kemalizm, bir yandan dine alternatif bir “denge sağlayıcı harita”, “tavır ve tutum alış” haline gelebilecek bir ideoloji yaratma işlevi üstlenememişken diğer yandan dine rakip olabilecek ideolojilerin ortaya çıkmasına da müsaade etmemiştir.
Bu durum Mardin’e (1992: 149-150) göre; Cumhuriyet’in iktisadi kuvvetlere meşruiyet sağlamada, gösterdiği tereddütten kaynaklanmaktadır. Özel teşebbüs ideolojisinin gelişmesine gereken imkanlar sağlanmış olsaydı, onun beraberinde getireceği kodlar toplumun hiç olmazsa belirli kesiminde oturmuş bir ideoloji haline gelebilecekti.
Mardin (1992: 168)’e göre, modernleşme süreçlerinin beraberinde getirdiği dinamiklere içkin bir “birincil ilişkilere yönelik özlem”in ümmet yapısından yeni çıkmış kimseler tarafından duyulmasını yadırgamamak gerekir. Aydınların modern dünyaya uyma sürecinde yaşadıkları problemler kadar, “sokaktaki adam”ın modern dünyaya uymasındaki zorlukları da o ölçüde kabul etmemiz ve anlamaya çalışmamız gerekmektedir.
Bu denge fonksiyonunun analizinde Şerif Mardin’in (1999: 12) başvurmuş olduğu bir diğer kavramsallaştırma, “kök paradigma” kavramıdır. Şerif Mardin (1999: 13), kök paradigmalara örnek olarak gazi deyiminin Türk kültürü içinde sahip olduğu anlam çeşitliliğini ve işlev gördüğü durumların çokluğunu göstermektedir.
Kök paradigma kavramı, toplumsal ilişkilerin belirli bir alanında kullanılan özel bir dil kullanıma karşılık düşen “Lehçe” ile olan ilişkileri açısından da önem taşımaktadır. “Söylem” ise bu lehçenin daha belirgin pratik kaygılar çerçevesinde şekillendirilmiş haline karşılık gelmektedir (Mardin, 1999: 11). “Kök paradigma” kavramının, toplumsal açıdan dil kullanımının özel biçimleri olarak “lehçe” ve “söylem” üzerinden, Türkiye’de İslami görüşlerin kendilerini yeniden üretme mekanizmalarını otaya çıkarmak amacıyla kullanılabileceğine dikkat çeken Şerif Mardin (1999: 18)’e göre kök paradigmalar, iki temel düzeyde işlev görmektedirler: Birincisi; kişisel davranışlara rehber teşkil eden ve ideal bir toplumun görünümünü veren haritalar olarak, ikincisi; kültür çantasında yer alıp bireyin toplumsal kurallara ve konumlara ilişkin algılamasıyla birlikte, görüntüleri, sesleri ve renkleri anlamlandıran araçları birbirine kaynaştıran başlıklar olarak.
Şerif Mardin’in “kök paradigmalar” ve “görkemli yapılar/büyük gelenek- küçük yapılar/gelenek (mahalle)” ayrımına dayalı tipolojileri, onun “mahalle baskısı” kavramsallaştırması için de temel önemdeki analitik araçlardır.
Bu noktada Osmanlı’da mahallenin (ve caminin) üstlendiği bazı fonksiyonların Cumhuriyet Dönemi’nde eğitim kurumlarınca üstlenilemediğine dikkat çeken Mardin’in “Avrupa’da insanlar dindar olsun olmasın, iyiye, güzele ve doğruya dair felsefe üretmişlerdir. Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinlemesine araştıralım diye bir şey yok. Oradaki gibi binlerce sayfa tartışma bulamazsınız. Bunları bulamadığınız zaman (geriye) -göz- kalıyor. Göz ve bakma, paradoksal olarak mahalle baskısı unsurlarından biri gibi geliyor bana” Küçük geleneğin içindeki ethos, bu noktada yeninin uygulanmasını en basit ifade ile görünüş üzerinden “baskı” altına almakta; ve cumhuriyetin yeni bir insan tipi yaratma noktasındaki başarısızlığının dinamiklerinden birini de bu noktada tartışmaya açmış olmaktadır.
Sonuç olarak Mardin’in (1992: 169) görüşlerinden çıkarılabilecek derslerden biri; toplumun sorunlarının, hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedilmiş soyut problemler olarak ortaya çıkmayacağı gerçeğini göz önünde bulundurmak gerekliliğine işaret etmektedir. Türk aydınları halkın ihtiyaç tatmini niteliğindeki sorun alanlarına yeterli ilgiyi göstermeli, halkın gündelik gerçekliği içindeki sorunları göz ardı etmemelidirler. Gündelik gerçeklik içindeki bireyler açısından gerçeklik taşıyan sorunlardan hareket edilmediği sürece toplumdan uzaklaşmaya ve sürprizlerle karşılaşılmaya devam edilecektir.
Kaynak: TÜRK SOSYOLOGLARI, s. 163-171, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2915 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1872