Sürü Ahlakı Nedir?
Sürü ahlakı, kendisi olamayan zayıf insanların kalabalık içinde kendilerini güvende hissetmeleri için kullandıkları değer biçmeleri ifade eden ahlak anlayışıdır. Modernizmde toplumsal yaşamın insanın doğal hâli olarak nitelendirilmesi Nietzsche için insanın sürü ahlakına bağlı kılınması demektir.
Modemizmin anlayışında toplum, insanı insan yapan yapı olarak belirir ve bunun sonucunda da insanın kendisini topluma ya da Nietzsche’nin ifadesiyle sürüye feda edilmesi istenir. Bu bağlamda aklın doğrultusunda kurulan toplumsal düzen içinde yetişmiş insanın gerçek insan olarak değerlendirilmesine Nietzsche tarafından şöyle karşı çıkılır:
“İnsanlaştırma talebi belirli bir tür insanın kendini egemen kılmaya çalıştığı bir riyakarlıktır, daha doğrusu tamamıyla belirli bir insiyak, sürülerin içgüdüsü, ‘insanların eşitliği ki o kendini insan olarak daha çok eşit kılmak eğiliminde kendisini gizler.'”
Nietzsche toplum ile sürü ahlakı arasında belirli benzerlikler görür. Sürü ahlakının yaygınlaşmasının nedeni toplum düşüncesinin modernizm ile birlikte gittikçe artan bir öneme sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Toplum düşüncesi Hobbes‘un toplum sözleşmesi kuramında da görüldüğü üzere toplumun nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışır. Bu kuramda toplumun sadece basit bir yapı değil insanların kendi devrettikleri haklarını düzenledikleri bir mekanizma olduğu düşüncesi vardır. Bu mekanizma, toplum içerisindeki yerimizin nasıl tasarladığının ve bunun sonucu olarak da nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin inancımızın yeniden elden geçirilip düzeltilmesini sağlayabilir.
Bu anlamda geleneksel batı metafiziği içinde Tanrı’nın yarattığı bir varlık olarak kendisini değerlendiren insan evrende yer edebiliyorken, üst değerlerin ortadan kalkmasıyla beraber çatısını toplum olarak belirler. Tanrı’nın yarattığı bir varlık olma değildir insanı insan yapan. Toplumsal düzenin olduğu yaşamın içine girmeden insan kendi kimliğini kazanamaz. belirleyen temel nokta toplumsal hayata girmek için sözleşmeye uymadır.
Kutsal kitapta Adem’in elmayı yemesi ve işlediği bu günahtan dolayı dünyaya düşmesi insanların yaşamlarını anlamlandırmada etkili değildir. Bu meselin rasyonel bir yani yoktur. Rasyonel olan insanın toplumsal ilişkileridir ve bu anlamda “Hobbesçu antlaşma, antlaşmadan önce paylaşılan hiçbir kuralın veya olmaması anlamında toplumsal hayatla temelidir aslında; antlaşma toplumsal normları paylaşmaya nasıl başladıklarının bir tür açıklaması olarak iş görür.”
Toplum sözleşmesi insanın doğal olarak ölümden kaçındığını ve varlığını korumak istediğini iddia eder. “Bununla birlikte insan sadece bir dürtü varlığı, salt içgüdüler eseri olan bir yaratık değildir. Kendi varlığını akıl temeli üzerinde, rasyonel bir tarzda koruma diye bir şey vardır. İşte kendi varlığını rasyonel bir tarzda koruma içgüdüsel olarak değil de aydınlanmış bir egoizm bağlamında savunma eylemdir ki insanı diğer insanlarla bir toplum sözleşmesi yapmaya ve toplum düzeniyle devlet kurmaya götürür.”
Kaynak: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Nietzsche’nin Modernizm Eleştirisi, Mehmet Günenç