Alman idealizminin tarih tasarımı ve akıl anlayışı
Alman İdealizmi olarak bilinen ve 19. yüzyılda ortaya çıkan düşünce sistemi akıl, ilerleme, gelişme gibi kimi kavramlara vurgu yaparak bu kavramları, tarihsel oluşu açıklamak için kullanır. Böylece Alman İdealizmi düşünürleri olarak Fichte, Schelling ve Hegel, tarihi ilerleme ve akıl kavramlarıyla ilişki içinde düşünmüşler ve tarihsel oluşu açıklamak için metafizik sistemler kurmuşlardır.
Tarihin “metafizik açıklaması” ile kastedilen, tarihsel olu ve değişmenin, tarihin her türlü deviniminin tek bir ilke ya da az sayıda ilke ile açıklanmasıdır.
Tarih yüzyılı olarak da adlandırılan 19. yüzyılda yeni bir ilerleme anlayışı ortaya çıkar. 19. yüzyılda ‘ilerleme’ kavramının içeriğinde değişme olur. Aydınlanma döneminin terime verdiği anlamla 19. yüzyıl filozoflarının terime verdiği anlam aynı değildir. Bununla birlikte önceki bölümde de gösterilmeye çalışıldığı gibi 18. yüzyılın Alman düşünürlerinden Kant ve Herder Tarih Felsefesi’nin olanağının tarihin sonuna bir erek koyulmasında olabileceğini göstermekle 19. yüzyılın erekçi tarih tasarımlarını belirlemişlerdir. Bu bağlamda ‘ilerleme’ teriminin anlamındaki kopma aslında 18. yüzyılda başlamıştır da denilebilir. Bununla birlikte Kant ve Herder’den önce ama kısmen Kant ve Herder’de de Aydınlanma’nın ilerleme tasarımı bir inanç olarak mükemmelleşme umududur. Bir önceki ünitede söylediklerimizden de hatırlayacağınız üzere, Yeniçağ’ın ve Aydınlanma’nın ilerleme anlayışı bir inançtır. Bu inanç da bilimlerin ve aklın kullanımının gelişmesiyle birlikte insanlığın ilerleyeceğine duyulan bir güvenden kaynaklanır. Mükemmelleşme olarak ileri gitme, iyiye doğru kayma gibi Aydınlanma kavramları zamanla ilgili kavramlar olmuşlardır. “Spesifik, tarihsel bir kavram olarak ilerleme, özellikle de Kant’ın etkisi altında, XVIII. yüzyılın ilk yirmi yılı içinde yavaş yavaş oluşmaya başlar” (Koselleck 2007: 67). Böylece ilerleme kavramından sürekli olarak genel olana doğru bir yükselme, genel olanın erek olması ve tarihin deviniminin bu erek tarafından belirlenmesi anlaşılır.
İlerleme terimi özellikle 19.yüzyılda belirli bir hedefe, bir ereğe doğru yaklaşma anlamında ele alınmıştır. Bu anlamıyla ilerlemeden genel olana doğru ya da mutlak olana doğru yükselme anlaşılır.
Genel bir kavram olarak ‘ilerleme’nin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağı olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Böylece ilerlemenin öznesi evrenselleştirilmiştir ve ilerleme artık sanat, bilim, teknik gibi sınırlı alanlara ilişkin olmaktan çıkmıştır (Koselleck 2007: 72). Alman İdealizmi’nin bütün çabası ilerlemeye duyulan inancı akıl temeline oturtmak ve ilerlemenin ilkesini, yasasını ortaya koymaktır. Bu ilkelerin kendisi de mutlak olmalıdır. Başka bir deyişle Alman idealist düşüncesi aklın kavramlarını nesnel ve kendi başına gerçekliği olan öğeler olarak ele almış ve bununla da bütün doğal ve tarihsel gerçekliği akla bağımlı kılmışlardır.
Alman İdealizmi’nde mutlak olan ile kastedilen koşullardan bağımsız olarak kendi başına varolan ve varolanların varlığının kendisine bağlı olduğu şey anlamına gelir. Bu anlamda tarihte ortaya çıkan her şey mutlak olanın bir görünüşüdür.
Almanya’da Kant’tan sonra Alman İdealizmi olarak bilinen düşünürler büyük ölçüde Kant’ın akıl ve ilerleme anlayışından etkilenerek bu anlayışı daha mutlakçı bir anlayışa doğru geliştirmişlerdir, öyle ki Kant’ın fenomen ile noumen arasında yaptığı ayırım Alman İdealizmi’nin düşüncesinde ortadan kalmıştır. Bilgi ilkeleri aynı zamanda varlık ilkeleri olarak ele alınmış ve akıl, gerçekliğin kendisinden türetileceği bir sistem hâline gelmiştir.
Alman İdealizmi’nin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir. Kavramların birbirinden mantıksal türetilmesi ya da bir kavramdan diğerinin diyalektik olarak türetilmesi bir süreçtir, üstelik de diyalektik olarak ilerleyen bir süreçtir. Bu bağlamda Alman İdealizmi’nin kavramdaki bu diyalektik ilerlemeyi ya da mantıksal türetilebilirliği, gerçekliği akla indirgeyen anlayışları temelinde gerçekliğe taşıdıkları görülür. Kavramdaki bu devinim bir ilerleme olarak gerçekliğe taşınır. Gerçeklik ise ya doğa gerçekliğidir ya da tarih gerçekliğidir. Bir doğa gerçekliği olarak ele alındıkta doğal varlık alanında bu kavramsal devinim doğal süreç olarak tarihsel varlık alanında ise ilerleme olarak ortaya çıkar. Hem doğal varlık alanında hem de tarihsel varlık alanında işleyen süreç erekli bir süreç olarak tasarımlanır. Dolayısıyla Alman İdealist düşüncesinde doğa da tarih de belirli bir ereğe doğru devinen süreçler olarak tasarlanır. Bu erek de akıl sisteminin en başına konulan kavramın kendisidir.
Alman İdealizmi aklı mutlaklaştırarak değişmenin ve devinimin belirleyici ilkesi kılmıştır ama aklın kendisi de mantıksal bir devinim içindedir. Öyle ki her akıl kavramının başka bir akıl kavramından mantıksal türetilişi söz konusudur. Bu da kavramların devinimi demektir.
Böylece akıl hem doğayı hem de tarihi, başka bir ifadeyle varolan gerçekliğin bütününü açıklayan ilke hâline gelir. Gelişmenin ilkesi de bir akıl ilkesi olarak ya da bir mantık ilkesi olarak ‘diyalektik’tir. Kavramlar birbirlerinden mantıksal, diyalektik olarak türetilebildiklerinden, bütün bir gerçekliğin devinimi ve oluşu da diyalektik olarak açıklanabilir. Böylece Alman İdealizmi tarihi diyalektik olarak gelişen bir süreç olarak tasarlamıştır. Yani tarihte her bir dönem bir önceki dönemden diyalektik olarak ve zorunlulukla çıkmaktadır. Tarihin çağları arasında mantıksal bir türeyiş, bir zorunluluk vardır. Bu zorunluluk da temelini aklın kendisinde bulur.
Kaynak: TARİH FELSEFESİ II, s. 18-20, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2888 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1845