Felsefe hakkında her şey…

Bölünmüş Çizgi Benzetmesi, Platon’un Bölünmüş Çizgi Analojisi

11.11.2019
10.545
Bölünmüş Çizgi Benzetmesi, Platon’un Bölünmüş Çizgi Analojisi

Platon’un bölünmüş çizgi analojisi, bölünmüş çizgi benzetmesi ya da bölünmüş çizgi kuramı olarak adlandırılan bu bakışı gene onun mağara alegorisi’ne benzer bir akıl yürütme biçimidir.

Çizgi, varoluşun farklı seviyelerini ve onları anlamak için kullanılan zihinsel melekeleri sembolize eder. Yani, bölünmüş çizgi metafizik ve epistemolojik (bilgi kuramsal) bir olaydır; gerçekliğin dört derecesini ve bu dereceleri idrak edebilmek için kullanılan dört duyum kabiliyetini ortaya koyar.

Varoluşun dört seviyesi görüntüler, nesneler, matematiksel nesneler ve idealardır. Bunları anlamak için kullanılan biliş türleriyse hayal etmek, inanç, düşünmek ve anlamaktır. Her biri için şimdi örnekler vereceğiz.

Görüntüler ve yansımalar sanatçıların ve şairlerin kullandığı araçlardır. Empire State binasının suluboya resmini yapan bir sanatçı binanın kendi gerçekliğini yakalayamaz, nesnenin bir resmini ortaya koyar. Tutsakların mağara duvarında gördüğü gölgelerden öte bir gerçekliği olmayan bu resmi yaratırken, hayal gücünü kullanır. Yarattığı resim, New York’ta dikili duran gerçek tuğla ve çelikten yapıya göre bir seviye eksiltilmiştir ve bir seviye aşağıdır. Bizler o yapıyı duyularımız aracılığıyla, özellikle de görme duyumuz sayesinde tanırız.

Bu iki seviye ve bunları bilmek için gerekli olan biliş türleri, kanı ya da görüşler alanıdır. Bilgi alanıysa, duyularla elde edilen bilgiye dayanmaz. Bilgi alanında, bir şeyleri bilmek için işe yarayacak olan, düşünme ve akıl yürütmedir. Düşünme seviyesinde, düşünen kişinin Empire State binasını kavramak için ihtiyaç duyduğu şey matematiksel hipotezlerdir. Örneğin, bir mühendis veya bir mimarın bir binaya bakışı sıradan bir kişininkinden daha farklı olacaktır.

Ara Not: Platon’un matematiksel biliş düzeyinden bahsetmesinde Pisagor’un etkisi açıktır. Pisagor gibi o da dünyanın, daha derin bir seviyede, tabiatı itibariyle matematiksel olduğuna inanmıştır.

Ancak uygulamalı ve saf matematik de gerçekliğin en üst düzeyleri değildir. Platon gerçekliğin en üst derecesinin idealar dünyası olduğunu düşünmüştür.

(Platon’a göre idealar, duyuların bize tanıttığı dünyanın değişmeyen ilkeleri, kaynakları ve asıllarıydı. İdealar cisimsel ve maddi gerçekler değildi; zamanla ve mekânla ilintileri yoktu. Bununla birlikte, zaman ve mekân içinde bulunan duyular dünyasının temelini teşkil ediyorlardı. Başka bir deyişle, Platon’un ideaları, bizim bugün genel fikirler, kavramlar ya da sınıflar dediğimiz şeydir. Örneğin, çevremizde çeşitli ağaçlar görürüz. Bu ağaçları, duyumlarımız ve algılarımız [idraklerimiz] aracılığıyla tek tek tanırız. Ama bütün bunlardan genel bir fikir, kapsayıcı bir kavram da türetiriz. Bu, “ağaç” kavramı ya da “ağaç” türü dediğimiz şeydir. Tek tek ağaçları aşan ve onların özünü, mahiyetini, ilkesini dile getiren genel bir fikirdir. İşte, Platon’un “idea” derken göz önünde tuttuğu gerçek budur.)

İdealar, saf düşüncelerdir. Empire State binası gibi nesnelere uygulandığında, idealar nesnenin kendisinden de daha yüksek bir seviyedir, gökdelenin özünün ne olduğu saf fikridir. Yalnızca en üst akıl ve idrak bu seviyedeki gerçekliği kavrayabilir.

Burada, anlamak sadece saf idealar, kavramlar üzerine işler, nesneler değil. Bu seviyede, güzel bir ağaca bakan ya da adaletli bir ameli idrak eden kişi, artık yalnızca o belirli şeyi ya da olayı düşünmüyordur. Çünkü anlamak, güzelliğin ya da adaletin kendi içindeki gerçek tabiatını düşünmekte olan filozofun faaliyetidir.

Burada kişi kutsal ya da cesaretli ya da nefsine hâkim kimseleri ya da amelleri tek tek düşünmez, onun ötesinde bunların kavram olarak ideasını ve doğasını düşünür.

Bölünmüş Çizgi Analojisi

Bölünmüş Çizgi Analojisi

BÖLÜNMÜŞ ÇİZGİ ANALOJİSİ

Dünyanın veya varlığın yapısını, insanın bilgisi veya kavrayışı açısından gözler önüne sermeyi amaçlayan ve dolayısıyla Mağara Benzetmesini tamamlayan bu analojide, bütün bir varlık alanı tek bir çizgiyle gösterilir.

Doğrunun konstrüksiyonu, modern insanın “en son gelenin en iyi olduğupozitivist ön kabulüne benzer bir biçimde, Platon’dan başlayarak özellikle Orta Çağ kültüründe çok kilit bir noktada önem kazanacak olan “en yüksekte olanın en gerçek ve en değerli olduğu” ön kabulüne uygun olarak, dikey olmak durumundadır.

Platon burada, ortasından iki eşit parçaya bölünmüş bir çizgi varsayar. Bu iki eşit parçanın biri görünen dünyayı, öteki ise kavranan dünyayı, yani idealar dünyasını temsil etmektedir.

Sonra bu iki eşit parçanın her birini yine ortasından ikiye ayırır ve böylece dört eşit parçadan oluşan bir çizgi ortaya çıkmış olur.

Bu dört parça aşağıdan yukarıya doğru düşünüldüğünde, alttaki iki parça duyuların değişken ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür olanın aydınlık dünyasını temsil eder. En üstte, değişmez kesin bilgi (episteme) sağlayan ideaların alanı yer alır. Onun altında ise sayıların ve geometrik şekillerin alanı bulunur.

İdealar saf akılla (nous) bilinebilirken sayılar ve geometrik şekiller çıkarımlı akıl yürütmeyle yani zihinle (dianoia) kavranırlar. İlki diyalektiğe, ikincisi matematik ve geometriye karşılık gelir. İşte düşünülür yapıdaki aydınlık alan bunlardan oluşur ve bu her iki alan da bize kesin bilgi (episteme) sağlar.

Çizginin duyulur olana, sanı nesnelerine karşılık gelen aşağı ve karanlık tarafının da yine ikiye ayrıldığı söylenmişti. Alttakinde imgeler, gölgeler, yansımalar yer alır ve bunlara ilişkin bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Bunun hemen üzerinde canlı varlıklar, bitkiler, insan yapımı nesneler, yani doğa ve sanat alanı yer alır ki buna ilişkin bilgi inanç (pistis) düzeyindedir. Tahmin ve inanç gerçek bilgi (episteme) değildirler, sadece sanı (doxa) düzeyinde kalırlar (Devlet, 509d-511e).

Kısacası Platon, bu çizgi benzetmesi ile idea ve akıl evrenini görünür evrenden bir kez de bilgi bahsinde ayırır ve varlıkları, bir kez de bilgi değerlerine göre sıralamış olur.

Platon’un doxa-episteme ayrımı da burada en keskin anlatımını bulmuştur. “Doxa” (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken “episteme” ideaların kesin bilgisidir. Bu sıralamanın en üstünde yer alan İyi ideası epistemolojik bakımdan bilgi derecelerinin, ontolojik bakımdan varlık derecelerinin doruğunu oluşturur.

Çizgiyi tam ortadan ikiye bölen Platon açısından, doğrunun üstteki yarısı mağaranın dışını, yani akılla anlaşılabilir İdealar dünyasını, daha aşağıdaki ikinci yarısı da mağaranın içini, eş deyişle duyu yoluyla algılanabilir fenomenler dünyasını gösterir.

Platon, burada kalmayıp mimesis olarak sanat anlayışını ifade etmek, zihni ideal gerçeklikten uzaklaştıran sanatçıları ideal devletinden atışını gerekçelendirmek için söz konusu iki çizgiden her birini tam ortalarından yeniden ikiye böler. Sonuçta dört ayrı bölmeden oluşan üç dereceli bir gerçeklik ya da varlık anlayışı ortaya çıkar.

Varlık açısından, en üstteki kesitte genel İdealar, bu dünyadaki varlıkların ve niteliklerin yetkin kopyaları olan özler bulunur. Bunun hemen altındaki kesitte, matematiğin konu aldığı ideal varlık veya kendilikler bulunur.

Duyusal dünyaya geçildiğinde, üstteki kesit, İdeaların gölgeleri olan değişme içindeki bireysel varlıkların toplamını gösterir. Onun altındaki kesit ise duyu yoluyla algılanan bireysel varlıkların sıvı ya da güneşli ortamlarda oluşan görüntü ya da yansımalarını temsil eder. Varlık açısında hareket ya da nedensellik düzeni yukarıdan aşağıya doğru işler.

Gerçeklik (aletheia) açısından, elbette, gerçekten var olan (üstteki iki kesitin temsil ettiği) İdealar dünyası olup (alttaki iki kesit tarafından temsil edilen) fenomenler dünyası onun bir yansıması, gölgesi veya suretidir.

Nedensellik yukarıdan aşağıya doğru işlediğinden veya varlık bakımından hareket çizgide yukarıdan aşağıya doğru olduğundan, nesnel gerçeklikler, kendinden kaim varlıklar olarak İdealar, fenomenlerin varlık sebebi olarak ortaya çıkar.

Nedensellik, elbette aşkın olanın içkin nedenselliğidir, yani duyusal dünyanın ötesinde olma anlamında görünüşler dünyasına aşkın olan İdealar, kendilerinden pay alan örnekler ya da asıllarına benzemeye çalışan bireysel kopyalar sayesinde dünyaya içkin hale gelirler.

Nasıl ki iki ayrı varlık alanı varsa, çizgi söz konusu varlık alanlarına tekabül edecek şekilde, iki farklı biliş tarzı ya da türü olduğunu dile getirir. Bunlardan biri İdeaları konu alan, ezeli-ebedi, zorunlu ve akıl yoluyla bilinebilir varlıklar olarak İdealara yönelen rasyonel felsefi bilgi anlamında epistemedir. Diğeri ise görünüşler dünyasının, akıl yoluyla değil de duyu yoluyla idrak edilebilir fenomenlerine ilişkin kanaat anlamında, doksadır.

Bu iki farklı biliş tarzının epistemolojik değerini belirleyen şey, bir yandan nesnelerin mahiyeti, diğer yandan da biliş türlerine tekabül eden zihin hallerinin açıklığıdır.

Çizgi analojisi yoluyla, bilinebilir olan şeylerin sanı ya da kanaate konu olan, inanılabilir nesnelerden farklı olduğunu öne süren Platon’a göre, sadece hakiki olan, gerçekten var olan bilinebildiği için bir tek İdealar bilginin nesnesi olabilirler. Buradan çıkan sonuç açıktır: Değişen hiçbir şekilde bilinemez.

Değişenin belli bir zamanda belli bir türden olduğu, buna karşın daha sonraki bir zamanda söz konusu türden olmadığı için bir çelişki içerdiğini, kendinde çelişik olan bir şeyin ise gerçekte var olmadığını savunan Platon’a göre bu fenomenlerin, bireysel nesnelerin bilinemeyeceği anlamına gelir.

Duyusal dünya için inanç ya da kanaatten daha fazlası söz konusu olamaz. Bu yüzden inançtan bilgiye, doksadan epistemeye doğru bir hareket, sadece zihin hali, bilme melekesi bakımından bir değişikliği değil fakat bilgi ya da kavrayışa konu olan nesne bakımından da bir değişikliği gerektirir.

HAYAL AŞAMASI

Nasıl ki Platon çizgiyi sonra yeniden ikiye bölerek dört ayrı varlık derecesi ortaya çıkardıysa, episteme ve doksanın da kendi içinde, sonuçta söz konusu dört ayrı varlık derecesine karşılık gelecek şekilde, kendi içlerinde ikiye bölünerek dört ayrı biliş tarzı meydana getirdiğini öne sürer.

(1) Çizginin en altındaki varlıkları konu edinen biliş tarzı tahmin ya da hayaldir (eikasia). Çölde görülen bir serap bu türden bir bilgiye iyi bir örnek oluşturur. Burada zihin, gerçekliğin en uzağında bulunan, en az gerçekliğe sahip olan gölge, suret ya da imgelerle karşı karşıyadır.

Gölgelerin, suret veya görünüşlerin hakiki gerçeklikler olarak alındığı bu zihin halinde, eikasia görünüşlerin algılanmasından veya deneyimlenmesinden oluşur. Algılanan görünüş veya gölge elbette gerçek olan bir şeydir; bununla birlikte, hayal etmeyi en aşağı bilgi türü haline getiren şey, gölge ya da görünüşün kendisinden ziyade, gölgelerle veya imgelerle karşı karşıya kalan zihnin, algıladığı şeyin gölge olduğunu bilmemesi, tam tersine onu gerçek kabul etmesidir.

Zaten kişi algıladığı şeyin sadece bir gölge olduğunu bilseydi eğer, hayal âleminde yaşıyor veya bir yanılsama durumu içinde bulunuyor olmazdı. Mağaranın dip duvarındaki kişinin derin bir bilgisizlik içinde olmasının nedeni de aynıdır; o, duvarda gördüğü gölgelerin gerçek olduğunu sanmaktadır.

Burada insan zihni, şu halde tamamen pasif durumdadır; o bu yüzden, ikna sanatının ustaları tarafından aldatılmaya ve manipüle edilmeye çok elverişli bir haldedir. Bu türden bir biliş tarzına gerçekte bilgi denemezse de Platon onu buraya, Sofistlerin retorik sanatının gerçek doğasıyla, tragedya gibi sanatların özünü gösterebilmek için dahil eder.

Onun karşı çıktığı bu sanatlar, gerçekliğin en az üç derece uzağında kaldıkları, insanı gerçeklikten uzaklaştırarak, insanın yüzünü gölgelere çevirdikleri için söz konusu bilgi türüne somut birer örnek oluşturur.

İNANÇ AŞAMASI

Aşağıdan yukarıya doğru ikinci bilgi türü, (2) duyusal nesnelerin, Platon’un inanç (pistis) adını verdiği, bilgisidir.

Duyusal nesneler ağaçlar, insanlar, dağlar, çiçekler gibi maddi, doğal nesneler olabildikten başka, evler, masalar, çeşitli yapay ürünler türünden insan tarafından yaratılmış nesneler de olabilirler.

Platon’un inanma olarak tanımladığı buradaki bilginin kaynağı duyu algısıdır ve o, hayale göre daha güvenilir bir biliş tarzı olabilmekle birlikte, yine de gerçek bir bilgi olmayıp yalnızca muhtemel bir bilgidir. Onun gerçek bir bilgi olabilmesini engelleyen üç temel neden, Platon’a göre, her şeyden önce duyuların, duyu yanılsamalarından dolayı, hiçbir şekilde güvenilemeyecek bir bilgi kaynağı olmaları ve ikinci olarak da böyle bir bilginin nesneleri olan duyusal nesnelerin değiştikleri için bilinemeyecekleri gerçeğidir.

Zira Platon’a göre, bilgi her zaman tek teklerin değil de genel olanın ve değişenin değil fakat değişmez olanın bilgisidir. Üçüncü olarak, gözle görülebilir ve elle tutulabilir nesnelerin gözlenmesi insana belli bir kesinlik verse de bu, mutlak bir kesinlik değildir.

Bundan dolayı, insan burada da gerçekliklerin değil de yalnızca görünüşlerin bilgisine sahip olur. Bu görünüşler, duyusal nesnelerin mağaranın dip duvarına düşen gölgeleri ya da görünüşleri değil, bu kez hakiki gerçekliklerin ya da İdeaların görünüşleridir.

DÜŞÜNME AŞAMASI

Çizgide sıra, (3) bundan sonra gerçek bilgi olarak epistemeyi meydana getiren bilgi kategorilerinden matematiksel bilgiyi temsil eden dianoiaya yani diskürsif bilgiye gelir.

Üçüncü bilgi türü, diskürsif bilgi, yani duyusal varlıkları değil de sayılar, doğrular, düzlemler, üçgenler gibi matematiksel nesneleri konu alan matematiksel bilgidir.

Bu bilgi, Platon için çok büyük önem taşıyan tümdengelimsel bir bilgi olmakla birlikte, o matematiği iki bakımdan eleştirir: Buna göre, matematik Platon’un gözünde apaçık ilkelere değil de birtakım hipotez ya da kabullere dayanan bir bilimdir. Başka bir deyişle, o matematiği kesin, mutlak değil de hipotetik bir bilim olarak anlar.

Burada, örneğin daire ve üçgen gibi genel kavramlar kullanılır ve bunların belirli özellikleri oldukları varsayılarak, genel kavramların bilgisi elde edilmeye çalışılır. Bu şekilde elde edilen bilgi ise yalnızca hipotetik bir bilgidir çünkü bu bilgi başlangıçtaki hipotez ya da kabullere bağlıdır.

Euklides geometrisinin teoremleri, dairelerin varsayılan özellikleri var ise eğer, doğrudur. Burada belirli tanım ve aksiyomlardan yola çıkmak suretiyle, mantıksal olarak ilerlemek ve böylelikle doğrular, daireler, üçgenler üzerine olan belirli önermeleri kanıtlamak mümkündür. Platon’a göre matematiksel bilginin ikinci kusuru, bu bilimin hâlâ duyusal malzemeden yararlanıyor olmasıdır.

Matematik tikel duyusal varlıkları değil yalnızca akıl yoluyla anlaşılabilen genel varlıkları konu alır. Bununla birlikte, matematikçi ispatlarında birtakım şekiller ya da diyagramlar kullanmaktan geri kalmaz.

YETKİN BİLGİ AŞAMASI

(4) Matematikçinin eksiklerini gidermek, matematiksel bilimlerde söz konusu olan karanlık yönleri ortadan kaldırmak, araştırmanın sınırlarını, varlığın ancak belli bir boyutunu araştıran matematikçinin ulaşamayacağı noktalara kadar genişletecek olan filozofa ya da diyalektikçiye düşer.

Dördüncü bilgi türü, şu halde duyusal dünyayla artık hiçbir ilişkisi kalmamış sezgisel ve diyalektik bir bilgi olarak noesis’tir.

Bu bilgi, İdealarla doğrudan bir tanışıklığa dayanan rasyonel bir kavrayışa dayanır; özlerin ya da genel kavramların akla dayanan saf bilgisine karşılık gelir. Söz konusu saf ya da yetkin bilgi, varolan her şeye ilişkin tam ve kusursuz bir açıklamayı ortaya koyabilen bir bilgidir. Bu yüzden bilginin dördüncü ve en yüksek düzeyinde, zihin her şeyin her şeyle olan ilişkisini kavrayıp, gerçekliğin tümünü bir bütün olarak görür.

Bir bilgi türü ya da zihin hali olarak noesis, şu halde, bir kısmı dianoia için söz konusu olan öğe ya da özelliklerin olumsuz bir biçimde tanımlanmasından meydana gelen beş özellik içermektedir.

  1. (i) O, yalnızca İdealar düzeyinde gerçekleşir ve onun faaliyetinin nesneleri sadece İdealardır.
  2. (ii) Zihin duyu-deneyinden mutlak olarak bağımsız olup, duyusal hiçbir şey kullanmaz.
  3. (iii) Zihin, burada izlediği yöntemde, hipotezlere karşı hem olumlu ve hem de olumsuz bir tavır takınır. O bir yandan her şeyin ilk ilkesine, yani hipotetik olmayan ilk ilkeye yükselmek için hipotezleri araç olarak kullanırken, diğer yandan da ilk ilkeye yükselip, onlara karşı yıkıcı bir tavır geliştirir.
  4. (iv) Zihin burada, hipotezlerden ilk ilkeye yükselecek şekilde yukarı doğru bir hareket gerçekleştirir.
  5. (v) Noesiste zihin her şeyin ilk ilkesine, yani İyi İdeasına ulaşınca da daha sonra buradan yola çıkarak aşağı doğru iner ve tümdengelimsel yöntemi kullanarak aşağı doğru inip, sonuç çıkarsar.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 2 YORUM
  1. Ahmet Said Nursoy dedi ki:

    Merhaba. Teşekkürler öncelikle.

    Çizginin ortadan ikiye bölündüğüne emin misiniz? Çünkü Wikipedia’da Bölünmüş Çizgi Benzetmesi sayfasında noesis ve eikasia uzunlukları farklı. Gerçi orada da yerleri karışmış olabilir. Okulda da 1/3 oranı ile çizmişlerdi diye hatırlıyorum.

  2. Ahmet Said Nursoy dedi ki:

    ii’de deneyin yerine deneyim olacak sanırsam.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...