Felsefe hakkında her şey…

Ziya Gökalp’in felsefe anlayışı

06.11.2022
979

Ziya Gökalp; felsefe, ilim, mefkure, ahlak araştırma alanlarını tanımlamış ve alanların teorik özelliklerini ortaya koymakla birlikte, adı geçen unsurları daha çok toplumsal sorunlar bağlamında incelemiştir. Bugünkü Felsefe (1911) başlıklı yazısında, felsefenin bir zamanlar ilimlerin anası olduğu, müspet ilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte analık vazifesinden vazgeçip ilimlerin zabıtası haline geldiği ileri sürülmüştür. İlimlerin gelişmesi ve bağımsızlaşmalarına bağlı olarak, felsefe metafiziğe yönelmiştir. Metafizik, hem doğanın hem de insanın iç yüzüyle ilgilenirken, bilimler, dış görünüşlerle ilgilenmişlerdir. Ayrıca metafiziğin zihinsel süreçlerde nasıl gerçekleştiği üzerinde de durmuştur. Ona göre ilim, görünen varlıklar, metafizik ise gören ve görünen varlıklar üzerinde durmuştur (Gökalp 1982a/1, 1-4).

Felsefeyi ilim ve metafizikten ayıran Gökalp’a göre, felsefenin yeni çalışma alanı kıymetlerdir (Gökalp 1982a/1, 5). Felsefe, ilkin ilimlerin birliği ve umumi mantık olarak görülmüş, sonra, felsefe metafizik sahasında dolaşan umumi bir estetik şeklini almıştır. Sonunda felsefe, kendi hususi malikanesine çekilmiş, içtimai hayatı idare eden, siyasi, hukuki, ahlakî değerlerin takdiri ve insanlığı yüceltecek yeni değerlerin kurulmasıyla meşgul olmaya başlamıştır. Ayrıca bugünkü felsefe, umumi bir ahlaktır (Gökalp 1982a/1, 6). Felsefe, “akıl”ın umumi kanunlarını, “hassasiyet”in hususi farklarını keşif ve tahlil ettikten sonra, bugün “irade”nin ulvi gayelerini taharri ediyor. Bugünkü felsefenin usulü “keşif ve tahlil” değil, “takdir ve ibda”dır (İbda, yaratma, meydana getirme) (Gökalp 1982a/1, 7).

Felsefe tarihini göz önüne alarak felsefeye yüklenilen çeşitli anlamlar üzerinde durmuştur. Kendi döneminde ortaya çıkan bazı felsefe anlayışlarının onun kaygılarının gerçekleşmesine yardımcı olmuştur. Düşünce hayatının erken bir döneminde felsefeyi Batı felsefesi tarihi çerçevesinde tanımlarken, daha sonraki yazılarında farklı bir çizgi izlemiştir.

Gökalp, Felsefe Dersleri adlı kitabının girişinde felsefeyi, akademik bağlamda ele almıştır. Ona göre, bilim-felsefe ilişkisinde, felsefe, bilimlerin ortaya koyduğu yasaları toplayarak bilimlerin bilimi anlamında, bilimler felsefesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bilimlerden topladığı yasalarla daha kuşatıcı yasalar yapmakta ve bunlar felsefe yasaları olarak adlandırılmaktadır. Bilimsel felsefe daha geniş olsa da, diğer ilimlere dayandığından dolayı sınırlıdır (Gökalp 2006, 473).

Gökalp, felsefenin özelliklerini bilimle karşılaştırarak, açıklamıştır. Ona göre felsefe, bilimden, konusu, gayesi, yöntemi ve sonuçları itibarıyla dört açıdan farklıdır. Konu, Bilimlerin konusu hadiselerle sınırlıdırlar. Felsefenin konusuysa, bütün hadiseleri konu edinmekten başka ruhumuzdaki tahayyüller ve fikirleri de konu edinir (Gökalp 2006, 473). Gaye, bilimlerin gayesi, hadiselerin yaslarını bilmektir. Felsefede gaye, manevi tabiatımızı idare etmektir. Bilimler faydacıyken felsefe idealisttir (Gökalp 2006, 474).

Yöntem, bilim salt akla dayanır, deney ve gözlemle yapılan şeyleri kabul eder ve akıl hakimdir. Felsefe, akıl ile duygu ve bunların toplamı olan kalbe dayanır. Bilimden beklenen aklın tatminken, felsefeden beklenen, aklımızı, ruhumuzu, irademizi tatmin etmesidir. Felsefe, bilime muhalif olmamalı, manevi ihtiyaçlarımızı tatmin etmelidir (Gökalp 2006, 474). Sonuçlar, bilimin sonuçları, milletlerarası ve dinler arasıdır. O, fiziksel deneyler ile ispat edildiği için her din taraftarı kabul eder. Her dininin ayrı geometrisi, matematiği, fiziği yoktur, hepsi birdir. Oysa felsefede, zamanın ve zeka tarzının bütünüyle dahli vardır. Bunda herkesin şahsiyet ve maneviyatına, manevi tabiatına tabidir. Felsefe elbette zamanın bilimlerine dayanacak. Bundan başka, zamanın toplumsal örgütlenişine ve hayat şartlarına da dayanması lazımdır. Felsefenin sonuçları, zamana, topluma, şartlara göredir (Gökalp 2006, 474). Gökalp, felsefenin bölümlerinden de bahsetmiştir. Ona göre, Allah nedir? Madde nedir? türünden sorular, asıl felsefe olan metafiziğin konularıdır ve bilimsel felsefe uğraşmaz. Bilimlerden gelen verilerin bir merkezde toplanmasından oluşan metafizik birçok meseleyi çözer ve çözemedikleri hakkında, çözülemez yargısına varır (Gökalp 2006, 473).

Bilimler felsefesi ve bilimler felsefesiyle ilişkili olarak hakikatin araştırılması için kullanılan. mantık, felsefenin bir kısmı olarak görülmüştür. Felsefenin diğer kısmı, ahlak, estetik ihtiyaçlar ve psikolojik iştiyaklardan meydana gelir ve bilgi felsefesi onun tabiatını, kaynağını ve sonucunu arar, buna da değerler felsefesi adı verilir. Bir de maddenin, hayatın, ruhun vicdanın, bunların mahiyetini, kaynaklarını ve sonuçlarını inceleyen varlık felsefesi vardır. Bunların hepsi, zeka ve şuur ve insan vicdanıyla olacaktır. Bunları da incelemek gerekir ki buna şuur felsefesi denir ve psikoloji ile sosyolojiye dayanır. Bu yüzden bütün felsefe kitapları önce psikolojiyle başlar, sonra mantık, din, estetik ve metafiziğe geçer (Gökalp 2006, 474-475).

Felsefe Dersleri kitabının ana başlıkları, Ruhiyat, Lisan ve Sanat, Mantık, Ahlak, Metafiziktir. Böylelikle akademik felsefenin temel sorunlarına değinmiştir. Bununla birlikte diğer yazılarında felsefeyi oldukça farklı bir bağlamda ele almıştır.

Ziya Gökalp, Eski Türklerde Felsefe adlı yazısında, eski Türklerde dinden ayrı bir felsefenin olmadığını, din ile felsefenin aynı şey olduklarını belirtmiştir. Eski Türk felsefesini tetkik etmekle, eski dini tetkik etmiş olacağını bildirmiş, bu başlık altında eski Türk dinini anlatmıştır (Gökalp 1982/ 66, 277).

Gökalp’in bu tutumu, eski çağlarda felsefe ile dinin aynı anlama geldiğini kabul ettiğini göstermektedir. Türkçülüğün Esasları adlı kitabının Felsefi Türkçülük bölümünde felsefeyi bilimle karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak bu konudaki anlayışını ortaya koymuştur. Ona göre ilim, nesnel ve müspet olduğu için milletlerarasıdır ve bundan dolayı ilimde Türkçülük olmaz. Fakat felsefe, ilme dayanmış olmakla birlikte ilmi düşünüşten başka türlü bir düşünüş tarzıdır. Felsefenin nesnel ve müspet unvanlarını alabilmesi, ancak bu sıfatları haiz olan ilimlere uygun olması sayesindedir. İlmin kabul etmediği hükümleri felsefe kabul edemez. İlmin ispat ettiği hükümleri felsefe ortadan kaldıramaz. Felsefe bu iki kayıt dışında tamamen hürdür (Gökalp 1999, 185).

Felsefe, ilimle tenakuza düşmemek şartıyla ruhumuz için daha ümitli, daha vecidli, daha teselli verici, daha çok saadet bağışlayıcı, büsbütün yeni ve orijinal faraziyeleri meydana getirebilir. Zaten felsefenin vazifesi, bu gibi faraziyeleri ve görüşleri arayıp bulmaktır. Felsefenin kıymeti, bir taraftan, müspet ilimlerle ahenkli olmasının derecesiyle, diğer cihetten, ruhlara büyük ümitler, vecidler, teselliler ve saadetler vermesiyle ölçülür. Demek ki felsefenin bir sahası nesnel, diğer sahası özneldir. Buna göre felsefe, ilim gibi, milletlerarası olmağa mecbur değildir; milli de olabilir. Bundan dolayıdır ki her milletin kendisine göre bir felsefesi vardır. Yine bundan dolayıdır ki, ahlakta, estetikte, ekonomide olduğu gibi, felsefede de Türkçülük olabilir (Gökalp 1999, 185-186).

Felsefe, maddi ihtiyaçların zorlamadığı ve mecbur etmediği, menfaatsiz, garazsız, karşılıksız bir düşünüştür. Bu nevi düşünüşe spekülasyon adı verilir. Bunun Türkçedeki karşılığı muakaledir (Gökalp 1999, 186). Bir millet, muharebelerden kurtulmadıkça ve iktisadi bir refaha ulaşmadıkça, içinde muakale yapacak fertler yetişmez. Çünkü muakale (spekülasyon) düşünmek için düşünmektir. Türkler şimdiye kadar huzur ve rahata ulaşamadıklarından, hayatını muakaleye vakfedecek az kişi yetişmiş, bunlar da düşünüş yollarını bilmediklerinden mefkurelerini iyi idare edememişler ve ekseriyetle, dervişlik ve kalenderilik çıkmazlarına sapmışlardır (Gökalp 1999, 186).

Az sayıda filozof yetişmesinin nedeni, Türklerin spekülatif düşünceye istidatsızlıkları değil, doğa bilimleri ve iktisadi refahta gerekli seviyeye ulaşamamalarıdır. Ayrıca Türkler yüksek felsefe bakımından geri kalmış olup, halk felsefesi açısından bütün milletlerden üstündürler (Gökalp 1999, 186). Halk felsefesinin üstünlüğünü, savaş kazanmayla ilişkilendirmiştir (Gökalp 1999, 187). Halk felsefesi itibariyle Türkler, İngilizleri Çanakkale’de, Yunanlıları Anadolu’da yendiği için üstündür. Daha önce bütün savaşları kazanmasının nedeni de felsefelerinin üstünlüğünden kaynaklanır (Gökalp 1999, 187). Halk felsefesi üstünlüğü nedeniyle maddi güçler denkleştiğinde Avrupalıları yeniden yenmeye başlayacağız (Gökalp 1999, 187). Felsefi Türkçülük, Türk halkındaki bu milli felsefeyi arayıp meydana çıkarmaktır (Gökalp 1999, 188).

Gökalp, Felsefeye Doğru adlı yazısında filozofu, aklıyla kalbini telife çalışan, müspet ilimlerle kıymet duyguları arasındaki ihtilafı daimi bir sulh ve ahenk haline getirmeyi gaye ittihaz eden kimse şeklinde tanımlanmıştır (Gökalp 1982/6, 33). Ekseri adamların aklıyla kalbi arasında kendiliğinden bir ahenk ve anlaşma bulunduğu için, bu gibi kimselerin felsefeye ihtiyaçları yoktur. Kalp ile akıl arasında çatışma yaşayanlar, bundan kurtulmak için felsefeye yönelmelidirler (Gökalp 1982/6, 33).

Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak adlı kitabında, felsefe ve filozof konusun daha farklı ele almıştır. Ona göre, fenler sanayiden doğar. Sanayi sevk ve idareyle uğraşır. Bizde fen tahsili bir vasıta değil, bir gayedir. Bizim fencilerimiz yalnızca fenden bahsederler ama tatbikat iktidarından yoksundurlar. O halde biz de hakiki manasıyla ne fen ne de mütefennin vardır. Fenler aliyattan doğduğu gibi, felsefe de usulden tevellüt eder (Gökalp 2007/2, 56).

Filozoflar, başkalarının bulduğu hakikatleri terkip ve tensik edenler değil, gerçekten filozof olanlar, hakikatin taharrisi usulünü bilenler ve bunun bizzat tatbik edebilenlerdir. Bugün felsefe, keşfolunmuş bir sürü malumatın mecmuu suretinde telakki olunamaz. Felsefe bu malumatı keşif ve ıslah eden usullerden ibarettir. Bu anlamda, bizde, hakiki anlamda felsefe ve filozof yoktur. Bir taraftan tarihi ve ananeli bir millet haline girmeye, diğer taraftan da sanayiye istinad eden fenler ibda etmeye, usullerden ale’ddevam feyz alan felsefeler yaratmaya çalışmalıyız (Gökalp 2007/2, 56).

Türkçülüğün Esasları’nda filozof ile hakim arasındaki benzerlik ve farklılıklara değinmiştir. Hür felsefeye göre, hakikat meçhuldür. Filozofun görevi, bu meçhul hakikati geleneklere bağlı olmaksızın, arayıp bulmaktır. Bulacağı hakikat sosyal geleneklere aykırı olsa da umurunda değildir. Çünkü ona göre, hakikat her şeyden daha kıymetlidir (Gökalp 1999, 61). Halbuki hakimlere göre, bütün hakikatler malumdur. Çünkü gelenekler nakil ile sabit olmuş hakikatlerdir. Hakimin vazifesi, esasen bilinen bu hakikatleri akli delillerle ispat ve teyit eylemektir. Usullerindeki bu farktan dolayıdır ki hakimler, filozof adıyla anılmak istememişler, zira filozoflara dinsiz gözüyle bakarlardı (Gökalp 1999, 61). Gökalp, felsefenin akademik özellikleriyle toplumsal sorunlarla ilişkisini birlikte düşünmektedir. Farklı felsefe anlayışlarını çeşitli bağlamlarda dile getirmiştir. Kaygıları doğrultusunda tutarlı bir tavır sergilediği söylenebilir.

Kaynak: TÜRKİYE’DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I, s. 51-53, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2456 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1428

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...