Felsefe hakkında her şey…

Yanlış anlaşılmasıyla yaygın 5 felsefi söz…

30.09.2023
476
Yanlış anlaşılmasıyla yaygın 5 felsefi söz…

Doğru soruları sormak ve yeterince derinlikli düşünmek koşuluyla herkes felsefe yapabilir. Internet ise bir filozofun doğru sorular ve derinlikli düşünmelerle ortaya koyduğu teorileri açıklayabilecek düzeyde olmayan kısa ve bağlamından kopuk aforizmalarla doludur. Bunların içindeyse özellikle beş filozoftan yapılan toplam beş alıntı, oldukça öne çıkmaktadır.

Felsefenin en güzel yanı, kapılarının herkese açık olmasıdır. Herkes gerçeğe, hakikate, doğruya ve yanlışa ve tüm bunların amacına ilişkin felsefi sorular sorabilir. Bütün bunları da gün içinde kısa süreliğine de olsa neredeyse hepimiz yaparız. En iyi kitaplar, en popüler televizyon programları ve en etkileyici filmler felsefeyle yoğrulmuştur. Bu nedenle bunların hepsi muhataplarının kitabı kapattıktan veya beyaz ekran karardıktan sonra, çok uzun süreler boyunca akılda yer edinecek yeni görüşlere yelken açmalarına vesile olur.

Ancak herkes felsefe yapabilse de (küçük “p”), herkesin (bir disiplin olarak) Felsefe’de yetenekli ve başarılı olmadığı da doğrudur (büyük “P”). Felsefe öğrencileri bilirler ki akademik felsefenin sadece küçük bir alanı felsefe yapmayı içerir. Geri kalanı ise tarihsel zeminde yer edinen veya güncel meseleleri konu seçen filozofların görüşlerini ve bu görüşlerin nasıl ortaya çıktığını öğrenmekle geçer. Bu elbette belli bir mantık çerçevesinde böyledir. Zira resim yapmayı ya da iyi yazı yazmayı öğrenmek için öncelikle yapmanız gereken şey, temel teknikleri edinmektir. Koşmadan önce yürümeniz gerekir.

Buradaki asıl mesele şudur ki internet çoğunlukla neredeyse hiç okunmamış ya da yeterince anlaşılamamış felsefi ifadelerle doludur. Internette karşımıza çıkan Nietzsche, Mevlana ya da Camus’den alınmış cümleler oldukça girift bir metnin tek bir satırından alıntılanarak bağlamından koparılmış ya da değiştirilmiş bir dizi alıntıdan oluşur. Tabii ki çoğu değerli sözler ve ifadelerdir; ama bunlar artık sosyal medyada milyonlarca takipçisi bulunan hesaplar tarafından yalnız başlarına bırakılmış, bağlamdan koparılmış ve inceliği kaybettirilmiş içeriklerdir.

Nietzsche: “Tanrı öldü”

Bu söz, peşi sıra yazılan cümlelere baktığınızda çok daha derin ve daha anlamlıdır:

“Tanrı öldü. Tanrı ölü duruyor. Hem onu biz öldürdük. Şimdi biz, katiller katili, nasıl avutalım kendimizi?” 1

Bu söz aslında Tanrı’yla değil, doğrudan doğruya insanlıkla, insanların yapıp etmeleriyle ve bunların anlamlarıyla ilgilidir.

İlgili konu: Tanrı öldü ne demektir?

Nietzsche için ahlaki ölçüler ve normlar, insan davranışlarının önüne konulabilecek ketleyiciler olamaz

Nietzsche’nin “Tanrı öldü”sü kilise kapısında kollarını birbirine kavuşturmuş biçimde bekleyen bir ateistin ejderha avcısı bir cengavermişçesine bilgiçlik taslayarak attığı coşkulu narası değildir. Bu daha çok bir kasidenin kaygılı fısıltılar içeren bir dizesi gibidir. Bu sözdeki Tanrı; sakallı, hayırsever bir mitolojik figür değil, hepimizin üzerinde bulunduğumuz manyetik kutba işaret etmektedir.

Aydınlanma ile birlikte bilim ve akıl kitlelere ulaşmaya başlamıştır. Aydınlanma dönemi başlamadan önce Tanrı mutlak olanı, hakikati, düzeni ve anlamı ifade ediyordu. O, yaşamdaki tüm soruların cevabıydı. O, dünyanın anlam kazanmasını sağlayan esastı. Bunlara binaen Nietzsche Tanrı’nın ölümünden sonrasını şöyle anlatır:

“Biz nereye gidiyoruz şimdi? Bütün güneşlerden uzaklaşmıyor muyuz? Dalmıyor muyuz boyuna: geriye doğru, yana, ileriye doğru, bütün yönlere? Aşağı diye, yukarı diye bir şey kaldı mı? Sonsuz bir yokluk içindeymiş gibi yoldan sapmıyor muyuz? Soluğunu duymuyor muyuz boş uzayın ? Daha da soğumuş değil mi ? Gece üstüne gece değil mi yaklaşan? Sabahlan fener yakmamız gerekmez mi?” 2

Nietzsche’nin ölen Tanrı’sı artık onun etrafında dönmeyen bir dünyada kendimizle baş başa kalmamızla ilgilidir. Ona dayanan tüm açıklamalarımız artık ortadan kalkmıştır. Peki bundan sonra ne olacaktır?

Nietzsche’ye göre Tanrı insanın içinde ölmüştür. İnsan kendi eliyle öldürmüştür onu ve içinde Tanrı’nın ölümüyle birlikte açılan boşluğa yuvarlanmaktadır. Dolayısıyla insan ne yapıp edip bu boşluğu kendi varlığıyla kendini alt edip doldurmalıdır.

İnsan eksik, tamamlanmamış bir varlıktır. İnsan her şeye açıktır; gerisin geri de gidebilir, sağa sola da sapabilir, yukarılara da yükselebilir. Öyleyse insanın yönünü, ereğini belirlemek gerekir. İnsan eksiktir, ama bu eksiği kendisi giderecektir; kurtuluş kendisinden gelecektir ona; şimdiye dek kendi dışında sanarak yücelttiği varlıkların bütün görkemi, güzelliği onun olacaktır. Bir var ki insan, kendi içinde kalarak gerçekleştiremez bunu; insan varlığının yöneldiği, erek bildiği bir örnek koymak gerek onun üstüne: Üstinsan. İnsan, var gücünü seferber ederek bu örneğe doğru ağmasında hep kendini aşmaya çalışmalıdır. 3

Ockhamlı William: “Varlıklar zorunluluk dışında çoğaltılmamalıdır”

Ockham’ın usturası felsefi terminolojinin en popüler söylemleri bakımından listenin üst sıralarında yer alır.

Ockham’ın usturasının “bir şey daha basitse doğru olma olasılığı daha yüksektir” iddiasında bulunduğu, sanki basitlik doğrulukla orantılıymış gibi varsayılır. Ancak bu sistematikte amaçlanan bu değildir. Ockham’ın usturası bu sözle bir kuralı ifade etmez. Burada anlatılan şey farklı seçenekler arasından en mantıklı olana giden yolun gösterilmesine yarayacak bir ilkedir. Bu ifadeyle bize eşit derecede zor iki teori sunulduğunda, daha basit teoriye yönelmenin daha mantıklı olduğu söylenir.

İlgili konu: Ockham’ın usturası (Occam’ın usturası)

Varlıkların zorunluluk dışında çoğaltılmaması ilkesini anlamakta ortaya çıkan en büyük sorun, bu yaklaşımın bilim felsefesi gibi gerçek dünyaya ilişkin şeyler için kullanılmamış olmasıdır. Ockham bunu ifade ederken metafiziği hedef almıştır. Sözün odağında angelology (melekleri konu edinen ilahiyat alanı) ve onun “bir toplu iğnenin başında kaç melek dans edebilir?” tartışmaları yer almıştır. Örneğin Dun Scotus, dış dünyanın 10 farklı metafizik özden oluştuğuna inanıyordu ve 10, o zaman için oldukça mütevazı bir sayıydı. 4

Bir başka deyişle bu ilkeye göre “zihnimizde ve dilimizde var olanlar” ile “gerçekte var olanları” ayırt etmeyi başarabilmek için gereksiz ve yararsız izahlarla uğraşmaktan uzak durmamız gerekmektedir. Bir ya da birkaç tanesi yeterli olacakken milyonlarca metafizik varlık icat etmenin bir anlamı yoktu…

Karl Marx: “Kapitalizm lanet bir şeydir”

Bu bir özlü sözden ziyade bir ana fikirdir. Karl Marx’ı tanımayan ya da onun eserlerini üstünkörü okuyan pek çok kişi onu yüzüne maske takmış bir banka-yakıcı, barikat-kurucu, vandal bir anti-kapitalist olarak düşünür. Marx’ın kapitalizmin karşısında durduğuna tabii ki şüphe yoktur; ancak bu onun kapitalizmin iyi yanlarını tamamen şeytanileştirdiği anlamına da gelmez. Hatta Marx, kapitalizmi, tarihin ilerlemesinin önemli ve gerekli bir parçası olarak kabul etmiştir.

Engels ve Marx

Engels ve Marx

“Komünist Manifesto”nun giriş bölümü, kapitalizmin başarılarının isteksizce de olsa bir kabulünü içerir. Bu kısımda Marx büyük sanayi, ticaret ve iletişim ağlarına; eğitim hizmetlerine ve hukukun üstünlüğüne dikkat çeker. Kapitalizm, savaşan ve çekişen halkları “tek bir siyasi erk, tek bir yasa, tek bir ulusal sınıf çıkarı” oluşturmak üzere bir araya getiren şeydir. Ancak kapitalizmin yaptığı en önemli şey, bir tür “yaratıcı yıkım” olarak hareket etmek olmuştur.

“Modern sanayi, Amerika’nın keşfinin temellerini attığı dünya pazarını kurdu. Bu pazar, ticarete, gemiciliğe, kara ulaştırmacılığına büyük bir gelişme kazandırdı. Bu gelişme de sanayinin yayılmasını etkiledi; ve sanayinin, ticaretin, gemiciliğin, demiryollarının gelişmesine orantılı olarak, burjuvazi de aynı oranda gelişti, sermayesini artırdı ve ortaçağdan kalma bütün sınıfları geri plana itti.” 5

Kapitalizm her şeyi metalaştırır, öyle ki kapitalizm içinde “katı olan her şey buharlaşır, kutsal olan her şey kirlenir”. Geçmişin tanrılarını ve kutsal şeylerini yıkar ve onların yerine kâr ve endüstriyi koyar. İşte bu put-kırıcılık, toplumun eşitlikçi bir şekilde yeniden yapılandırılmasına olanak tanıyan temiz bir sayfa açacaktır. Dahası, kapitalizmin “kârı” adeta sihirli bir değnek olarak addetmesi, kaynakların komünistçe yeniden dağıtımı için gerekli olan artı değeri ve üretkenliği yaratan şey olmuştur. Komünizm kendi başına bir şey olarak gökten zembille inmemiş, aksine kapitalizmden kaynaklanmıştır.

Elbette Marx’a göre kapitalizm insanlığın “doğrudan, arsızca, acımasızca, hunharca sömürüsüdür” ve sorunlarla doludur. İçimizdeki en kötüyü ortaya çıkarma eğilimindedir. Ama bu aynı zamanda daha iyi bir çağa açılan kapı için gerekli bir kötülüktür.

Rousseau: “Soylu vahşi”

Bu biraz aldatıcı olabilir; çünkü buradaki konu “yanlış anlaşılmak”tan ziyade bu fikre “yanlış atıfta bulunulması”dır.

Rousseau’nun “soylu vahşi” fikri, hepimiz şehirlerde yaşamaya ve kendimizi “medeni” olarak tanımlamaya başlamadan önce, insanların doğal olarak erdemli bir tür olduğuna atıf için kullanılmıştır. O zamanlar kibar, misafirperver ve mutluyduk. Rousseau’nun bu ifadeyi, modern toplumun insan doğasını ileriye götürmekten ziyade nasıl değersizleştirdiğini göstermek için kullandığı düşünülür. Rousseau medeniyetin, medenileşmek daha çok, yozlaştırdığını anlatmaktadır.

“At, kedi, boğa ve hatta eşek ormanda, vahşi hayatın içinde, ahırda olduklarından daha endamlı, daha kuvvetli, vahşi ve cesurdur. Evcilleştirilince bu özelliklerinin yarısını kaybederler; onları besleme ve büyütmeye olan ilgimiz, yalnızca onları yozlaştırmaya yarıyormuş gibi görünür. O halde aynısı insan için de geçerlidir. İnsan sosyal oldukça ve köleye dönüştükçe zayıflar, ürkek ve teslimiyetçi olur. Kibar hayat tarzı, gücünü ve cesaretini azaltır. İlkel ve medeni insan arasında hâlâ, vahşi ve evcil hayvan arasındakinden fazla fark olduğu da bunlara eklenebilir. Doğanın eşit davrandığı insan ve ilkel insanın çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını, sahip oldukları hayvanlarınkinden daha çok karşılamaları, daha çok yozlaşmalarının sebeplerindendir.” 6

“Medeniyete” karşı “vahşiler” söylemi ırkçı ve sömürgeci bir anlam ifade etmekle kalmıyor. Buradaki asıl sorun Rousseau’nun bunu hiçbir zaman söylememiş olmasıdır. 7 Zaten muhtemelen buna inanmıyordu da.

Rousseau uygarlık öncesi insanları iyi ya da kötü, erdemli ya da ahlaksız olarak adlandıramayacağımızı; çünkü bu fikirlerin uygarlıkla birlikte evrimleştiğini savunmuştur. Neyin doğru olduğuna dair kavrayışımız, ait olduğumuz toplum tarafından formüle edilir. “Soylu bir vahşiden” bahsetmek, kendi değerlerimizi bizden çok önce yaşamış bir topluma yansıtmak anlamına gelecektir. Medeniyetten önce insanlar ne ahlaklı ne de ahlaksızdı. Onlar sadece olması gerektiği gibiydiler. Yani doğaldılar.

Descartes: “Cogito ergo sum” ya da “Düşünüyorum, öyleyse varım”

“Düşünüyorum, öyleyse varım” kesinlikle “İnanıyorum, o hâlde yapabilirim” demek değildir. Rene Descartes, robot köleler yaratabilmek için kişisel gelişim kitapları yazan bir 17. yüzyıl yazarı değildi. Aksine, bu söz onun kartezyen şüpheciliği, yani “Herhangi bir şeyin varlığından nasıl emin olabiliriz?” sorusunu çözme girişimiydi.

Rene Descartes, düalizm akımının en bilindik temsilcisidir.

İlgili konu: Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım” derken aslında ne anlatıyordu?

Temel nokta şudur ki eğer şu anda düşünüyorsam ya da daha doğrusu şüphe ediyorsam o zaman aynı zamanda var olmam gerekir. Var olmayan bir şey düşünemez.

Yanlış anlaşılma, bu sözün öncüllerden (düşünüyorum) sonuca (ben varım) giden bir argüman olduğunu varsaymakla ortaya çıkar. Kuşkusuz cezbedici yönü de burasıdır. Cogito, a priori sezgi anlamına gelir; yani, sadece üzerinde düşündüğümüz zaman doğrulanır. Yanlış anlaşılan hâliyleyse “bir üçgen vardır, o halde üç kenarlı bir şekil vardır” demek gibidir. Özetle bu bir argüman değil, daha ziyade içinde belirli hakikatleri barındıran bir ifadedir.

Bunun önemi ve yalnızca felsefi bir ayrıntı olmamasının nedeni, Descartes’ın “Meditasyonlar”ında akılcılığımızın hatasız olduğunu düşünmek için hiçbir gerekçemiz olmadığını oldukça açık bir şekilde ifade etmesidir. Argümanlar içinde gerçeği bulma yeteneğimiz, her şeye gücü yeten bir varlığın bizi yanılmasının sonucu olabilir.

Descartes’ın da söylediği gibi, “İki ile üçü her topladığımda ya da bir karenin kenarlarını saydığımda, elime geçen sonucun beni aldatmadığını nereden bileceğim?” Yani aklımıza güvenemeyiz. İşte bu yüzden Cogito, bir argüman olamaz. O ancak ve ancak yanılsa da yanılmasa da düşünen bir şeyin var olduğunu ortaya koyabilir. O da ben’dir.

Gördüğümüz gibi, tarihteki en büyük beyinlerin tüm fikirlerinin güzel harflerle yazılmış bir Instagram gönderisinde özetlenebilmesi veya anlaşılabilmesi pek olası değildir. Bir alıntının tam bağlamını araştırmak için zaman ayırırsanız, neredeyse her zaman çok daha fazlasını bulursunuz. En azından ayrıntı ve inceliğe ulaşırsınız ve çoğu zaman ilk izlenimlerinizden tamamen farklı bir şey ile karşılaşırsınız.

Ama tabii ki pek çok insan bunu yapmaktan kaçınır. Alıntılar, özellikle de popüler olanlar, görmek istediklerimizi gördüğümüz bir tür sihirli ayna işlevi görür. Dürüst olmak gerekirse bunlar yanlış anlaşılsın ya da anlaşılmasın, insanları düşünmeye ve konuşmaya sevk ediyorsa bunda pek bir sakınca yoktur.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jonny Thomson’ın “5 of the most misunderstood quotes in philosophy” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Kaynak Metnin Yazarı: Jonny Thomson, Oxford Üniversitesinde felsefe öğretmenliği yapmaktadır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

KAYNAKÇA

  1. Nietzsche, F.W., (1964), Böyle Buyurdu Zerdüşt, (1. basım), Bilgi Yayınevi, İstanbul, S. 11
  2. Nietzsche, 1964: 11
  3. Nietzsche, 1964: 12
  4. Pini, G., Scotus’s Realist Conception of the Categories: His Legacy to Late Medieval Debates. ,
  5. Marx, K.H., Engels, F., Kominist Parti Manifestosu, Sol Yayınları, S. 23-24
  6. Rousseau, J.J., (1754), İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni, (1. basım), Yeryüzü Yayınevi, Ankara, S. 36-37
  7. Ellingson, T., (2001), The Myth of the Noble Savage, (1. basım), Kaliforniya Üniversitesi Yayınları, Kaliforniya
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...