Paul Tillich
Paul Tillich Tanrı ve inanç konusundaki görüşleriyle geleneksel Hıristiyanlık ve modern kültür arasındaki ilişkiyi ortaya koyan Almanya doğumlu Amerikalı teolog ve filozoftur.
“Başta The Courage to Be” (1952) ve “Dynamics of Faith” (1957) başta olmak üzere kimi kitapları, normalde dinî konularla ilgilenmeyen geniş bir halk kitlesine de ulaşmıştır. “Systematic Theology” (1951-63) adlı üç ciltlik eseri ise Paul Tillich’in inanç konusundaki kapsamlı çalışmalarının doruk noktası olmuştur.
Brandenburg eyaletinde bir yerleşim yeri olan Starzeddel’de doğan Paul Tillich, çocukluk yıllarını babasının Prusya Yerel Kilisesi’nde papaz ve piskoposluk denetçiliği yaptığı, Elbe Nehri’nin doğusundaki küçük bir köy olan Schönfliess’te geçirdi.
Orta Çağ’da kurulmuş, verimli tarlalar ve karanlık ormanlarla kaplı, etrafı surlarla çevrili bir yerleşim yeri olan Schönfliess’teki yaşam, Tillich gibi duyarlı bir çocuğun üzerinde güçlü bir tarihsel birlik duygusu, doğa ve doğanın süreçleriyle yakınlık hissi ve topluluk yaşamının merkezinde kutsal anlamın taşıyıcısı olarak kiliseye derin bir bağlılık gibi kalıcı izler bıraktı.
Tillich için dinî açıdan otoriter ve muhafazakâr bir tutum sergileyen babasının şahsında vücut bulan bu yaşam tarzı, Tillich’in Königsberg-Neumark’ta okuduğu hümanist okulda aklın kuralları dışında hiçbir şeyle sınırlandırılmamış klasik özgür düşünce ülküsüyle tanışmasıyla birlikte sorgulanmaya başlandı. Bu ülküyü heyecanla benimseyen Paul Tillich babasının Berlin’e tayin edilmesiyle birlikte, gelişen bir metropolde yaşamanın sağladığı özgürlük ortamına da aynı heyecanla karşılık verdi.
Tillich’in özgürlük aşkı ona çocukluğunda bağlandığı güçlü ve tatmin edici dinî geleneği unutturmamış ve yaşamı keşfetme özgürlüğünün tadını bir dinî mirasın esaslarından ödün vermeden nasıl çıkartabileceği konusu onun yaşam boyu süren uğraşlarından biri olmuştur.
Heteronominin otonomiyle ilişkisi ve bunların teonomideki olası sentezi, teolojik çalışmalarında ana tema olarak ortaya çıkar. Heteronomi, geleneksel norm ve değerlerin bireysel özgürlüğü yok etmekle tehdit eden katı dış koşullar hâlini aldığı kültürel ve spiritüel durumdur. Otonomi bu tür baskılara karşı kaçınılmaz ve haklı bir başkaldırıdır ve bununla birlikte tüm norm ve değerleri reddetme eğilimini de beraberinde getirir. Teonomi, normların ve değerlerin özgür bir toplumdaki özgür bireylerin inançlarını ve yükümlülüklerini dile getirdiği bir ortamı ifade eder. Tillich bu üç koşulu hem kişisel hem de toplumsal yaşamın temel dinamikleri olarak görmüştür.
Sorunu çözmeye yönelik ilk girişimleri, muhafazakâr babasına karşı bağımsız bir konum belirleme biçiminde gerçekleşti; bu bağlamda kişisel deneyimlerini felsefi ulamlar çerçevesinde incelemeyi öğrendi, çünkü yaşlı Tillich iyi bir felsefi tartışmayı çok severdi. Ancak sorunla kesin ve belirleyici karşılaşması Halle Üniversitesindeki teolojik çalışmaları sırasında (1905-12) ortaya çıktı; burada o dönemde Almanya’daki akademik çevreye hâkim olan teolojik liberalizm ve bilimsel ampirizme karşı Lutherci kilisenin yerleşik günah çıkarma belgelerine dayanan doktrinel konumunu eşleştirmek durumunda kaldı.
Paul Tillich’in felsefesi
Paul Tillich bu çözüm arayışında Alman filozof Schelling’in (1775-1854) yazılarından ve teoloji profesörü Martin Kähler’in derslerinden ilham almıştır.
Tillich’in doğaya karşı hissettiği duyguya hitap eden Schelling’in doğa felsefesi ona doğayı Tanrı’nın yaratıcı ruhunun dinamik bir tezahürü olarak yorumlayan kavramsal bir çerçeve sunmuştur. Bunun amacı, bireysel yaşam ile evrensel yükümlülük arasındaki ikiliği aşan bir özgürlüğün gerçekleştirilmesidir. Kähler dikkatini Aziz Paul tarafından ortaya konan ve Martin Luther tarafından tekrar edilen iman yoluyla temellendirme doktrinine yöneltmiştir.
Tillich “Protestan öğretisi” olarak adlandırdığı bu doktrinin daha önce düşünüldüğünden çok daha geniş bir kapsama sahip olduğu sonucuna varmıştır. Günahkâr insanların mutlak kudret sahibi bir Tanrı tarafından nasıl bağışlanabileceği şeklindeki klasik dinî soruyla sınırlı kalmayan bu ilke, kişinin entelektüel yaşamını ve dolayısıyla tüm insani deneyimleri de kapsayacak şekilde anlaşılabilirdi. Günahkârlar Tanrı’nın gözünde temize çıkarıldıkça, şüpheciler hakikati bulmakta umutsuzluğa kapılsalar bile hakikate sahip olurlar ve böylece genel olarak kültürel yaşam hem eleştirel olumsuzlamaya hem de bir olumlamaya tabi olur. Lutherci kilisenin katı formülleri böylece reddedilebilirken, temel muhtevası tasdik edilir.
Tillich’in bu anlayışın ayrıntılarını çözmeye yönelik ilk girişimleri Schelling araştırmaları, felsefe doktorası (1911) ve teoloji lisans tezi (1912) şeklinde olmuştur. Özellikle son çalışmasında, “Mystik und Schuldbewusstsein in Schellings philosophischer Entwicklung” (Schelling’in Felsefi Gelişiminde Mistisizm ve Suçluluk Bilinci), Protestan öğretisinin gerçekliğin doğası ve yapısı üzerindeki etkilerini, özellikle de Schelling’in günah ve kefareti tüm varlığı kucaklayan kozmik bir olay olarak görmesini incelerken görebiliriz.
Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Lutherci bir din adamı olarak tayin edilen Paul Tillich, I. Dünya Savaşı sırasında orduda din adamı olarak görev yapmıştır. Savaş onun için sadece katliam ve maddi yıkım açısından değil, aynı zamanda 19. yüzyıl hümanizminin iflasının ve tek rehber olarak otonominin yeterliliğinin sorgulanabilirliğinin bir kanıtı olarak da sarsıcı bir deneyim olmuştur. Mütarekeden sonra Almanya’daki kaotik durum, Batı medeniyetinin gerçekten de bir dönemin sonuna yaklaştığından emin olmasını sağlamıştır.
Bu krize yönelik uygulamaya dönük tepkisi, üyeleri yaklaşmakta olan kültürel çöküşün yaratıcı toplumsal yeniden yapılanma için önemli bir fırsat olduğuna inanan Dinsel-Sosyalist harekete katılmak oldu; Paul Tillich‘in Yeni Ahit‘teki kairos terimiyle karakterize ettiği bu dönem, sonsuzluğun patlak verdiği ve dünyayı yeni bir varlık durumuna taşıyan tarihsel bir anı ifade ediyordu.
Tillich‘in asıl ilgi alanı siyasi faaliyetlerden ziyade düşünceler olmuştur. Berlin, Marburg, Dresden, Leipzig ve Frankfurt üniversitelerindeki öğretim görevlerinde, insanlık durumunun yeni bir anlayışına yönelik olarak oluşturulan düşünce gruplarına heyecanla katıldı. Ayrıca, 1919-33 döneminde 100’den fazla deneme, makale ve inceleme yayınlayarak oldukça üretken bir yazın hayatı sürdürdü.
Bu yazıların çoğunda Paul Tillich, Halle’de edindiği anlayışı, din ve kültür, tarihin anlamı ve çağdaş toplumsal sorunların analizinde bir norm olarak kullanıyordu. “Das System der Wissenschaften nach Gegenständen und Methoden” (Konularına ve Yöntemlerine Göre Bilimler Dizgesi, 1923) adlı kayda değer çalışması, bu bakış açısından insanın manevi çabalarının sistematik bir açıklamasını yapmaya yönelik ilk girişimiydi. Daha 1925’te, Marburg’da, magnum opus’u olacak olan “Systematic Theology” (Sistematik Teoloji) üzerinde çalışıyordu.
Paul Tillich’in Nazi Almanya’sından ayrılışı
Tillich‘in özgürlük konusundaki yoğun kaygısı onu Adolf Hitler’in ve Nazi hareketinin ilk eleştirmenlerinden biri yaptı ve Tillich misilleme olarak 1933’te Alman üniversitelerinden men edildi. Bu onu, kendi deyimiyle “bu kadar onurlandırılan” ve Yahudi olmayan ilk akademisyen yaptı.
Daha sonra New York’taki Union Theological Seminary’ye katılma davetini kabul etti ve yeni bir dille ve düşünce yapısını pragmatik Amerikan zihinsel alışkanlıklarına uyarlamakla ilgili ilk zorluklara rağmen, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda yeni vatanında “şüphecilerin öncüsü” olarak öne çıktı.
Union Seminary’de (1933-55), Harvard Üniversitesinde (1955-62) ve Chicago Üniversitesinde (1962-65) lisans ve lisansüstü öğrencilerini insan varoluşunun anlamı konusunda diyalog arayışına soktu. Halka açık konferansları ve kitapları, genellikle dinî konulara ilgi göstermeyen geniş kitlelere dahi ulaştı.
En çok okunan kitapları olan “The Courage to Be ve Dynamics of Faith”te, insanların en derin kaygılarının onları kendi sonlu varoluşlarını aşan bir gerçeklikle yüzleşmeye ittiğini savundu.
Tillich’in bu kitaplardaki insani durum tartışması, modern psikanaliz ve varoluşçu felsefenin gün ışığına çıkardığı sorunları derinlemesine kavradığını göstermektedir.
Tillich’in mirası
Paul Tillich, hem Almanya’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde döneminin entelektüel yaşamında merkezi bir figürdü.
Genellikle 20. yüzyıla Tanrı, ahlak ve insan varoluşunun anlamı hakkındaki geleneksel Hıristiyan inançlarının çöküşüne damgasını vurduğu kabul edilir.
Tillich’in bu gelişmedeki rolünü değerlendirirken bazı eleştirmenler onu kaybolmakta olan bir Hıristiyan kültürünün son büyük sözcüsü, Hıristiyan inancının akla uygunluğunu modern şüphecilere göstermeye çalışan sistematik bir düşünür olarak görmüştür
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım