Olaybilim Nedir, Ne Demektir?
(Os. Mebhasi şüûn, İlmi tetkik ve tavsifi hâdisât; Fr. Phénoménologie, Al. Phenomenologie, İng. Phenomenology, İt. Fenomenologia) Olayların ideal varlığını inceleme ve betimleme yöntemi… Olay (Fr. Phénoméne) ve bilim (Fr. Logie) sözcüklerinden yapılmış olan olaybilim (Fenomenoloji) deyimi Lambert, Kant, Hegel, Hamilton, Hartmann taraflarından çeşitli anlamlarda kullanılmış ve Alman düşiinürü Edmund Husserl (1859-1938) tarafından öznel idealist felsefe yönteminin adı olarak ileri sürülmüştür. Deyimin günümüzdeki yaygın anlamı, ona Husserl’in verdiği anlamdır.
Husserl, bu yöntemiyle, nesnelerin ideal yapılarını betimleyerek felsefeyi bir bilimler bilimi’ne dönüştüreceğini savunmuştur. Kant’ın ve onun temelleri üstünde yükselen Auguste Comte olguculuğunun bir anlamda yasakladıklan felsefe, Husserl’e göre böylelikle yeniden ve en yetkin biçimde kurulmuş olacaktır. Husserl, bu anlayışııda, Platon idealizmiyle Leibniz ve Brentano öğretilerine dayanmaktadır. Ona göre gerçek, Platon’un da ileri sürdüğü gibi, saltık olmalıdır.
Eşdeyişle her nesnenin, bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özeiliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. Nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. Fiziğin ürünü olmadığı gibi metafiziğin ürünü de değildir. Kendi saltık ideal yapısı içindedir. Gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. Görüldüğü gibi bu sav, tümüyle Platoncu bir savdır. Böyle bir savdan yola çıktığı halde Husserl, fenomenoloji yönteminde, gene de nesneleri, kendilerine yönelttiği bireysel insan bilincinin aynasında seyredecek ve kendi savıyla çelişkiye düşerek betimlemeye çalışacaktır.
Husserl’e göre felsefe, nesnelere yöneltilmiş bilinç yoluyla nesnelerin özünü kavramak ve betimlemek bilimidir. Demek ki öznesiz nesne ne kavranabilecek ne de betimlenebilecektir. Dönüp dolaşıp Berkeley öznelciliğine gelmek metafizik düşüncenin zorunlu sonucudur, Husserl de bu zorunlu sonuçtan kaçınamamaktadır.
Husserl, saltık gerçek saydığı Platon’un saf öz’lerine ulaşabilmek için özetle şöyle demektedir: Kendime bakıyorum. Çeşitli bilgilerle doluyum. Bu bilgilerden öte çeşitli sanılarım da var. Bilgilerimle sanılarımın gerektirdiği davranışlarla yaşıyorum. Bilgiler, sanılar, davranışlar ortasında kendimi yitirmişim. Bilgilerimin, sanılarımın, davranışlarımın dışında acaba ben neyim? Özümün saf bilgisine —yani saltık gerçeğe, Platon’un deyişiyie saf öze— varabilmek için bütün bilgilerimi, sanılarımı, davranışlarımı unutmam gerekir. Kendimi araştırırken bende ve çevremde dünyalı olarak ne varsa bir çantaya koyup ortadan kaldıracağım. Bütün verilmişlerden soyunacağım. Böylece, hiç bir kuşkuya kapılmaksızın saltık olarak var diyebileceğim biricik varlığı, ben’imi inceleyip betimleyebileceğim.
Bu, bir ruhbilimsel araştırma değildir. Çünkü ruhbilim beni bilgilerim, sanılarım, davranışlarımla birlikte ele alır. Bense bütün bunlardan soyunuyor, sadece bir görünen (fenomen) olarak kalıyorum. O halde yapacağım bu inceleme, fenomenolojik bir incelemedir. Kendimi, sadece bir fenomen olarak inceleyeceğim ve betimleyeceğim. Kendimdeki ve çevremdeki bütün dünyalıları —eşdeyişle bilgileri, sanıları, davranışları— bir çantaya koyup ortadan kaldırınca (Husserl buna parantez içine almak diyor) ortada saltık bir ben (Absolut Ego) kalıyorum. Kendimden başka hiç bir şeyin bilincine varamam. Evreni kavramak için önce kendimi kavramalıyım. Kaldı ki kendimden başka hiç bir şeyi kavrayacak durumda da değilim (Buradaki öncelik Husserl’e göre bir zaman önceliği değil, bir düşünce düzeni önceliğidir, çünkü zaman da paranteze alınmıştır). Kendimi kavramam için bir bilinç eylemi gerçekleştirmeliyim. Ben’im için kendini belli eden tek şey vücudum’dur. Vücudum, bütün nesneler içinde biricik nesnedir. Vücudum ne türlü bir nesnedir? Dıştan bakıyorum, gördüğüm bir cisimdir. İçten bakıyorum, gördüğüm bir organdır, cisimden bambaşka bir şey olan canlı bir organizmadır. Demek ki vücudum, hem cansız bir cisim hem de canlı bir organizmadır. Başka türlü bir deyişle canlı organizmam cansız cisimli bir şeydir.
Bu bir ikilik değil, bir tekliktir. Organizmalıkla cisimlilik vücudunda birlikte vardır. Ben, vücutlu-ruhlu bir bütünüm. Ne vücudumu ruhumdan, ne de ruhumu vücudumdan atamam. İkisini de bir birliktelik içinde taşımak zorundayım, çünkü ben ancak böylelikle ben’ im. Ben, somut psiko-fizik bir bütünüm. Bir cisim, eşdeyişle bir madde olan vücudumun aynı zamanda bir algı organı olması, vücudumun kendi kendime verilişini açıklamaktadır. Başkalarını algıladığım gibi kendikendimi de algılamaktayım. Sol elim özne olur, sağ el nesnemi algılar; sonra sağ elim özne olur, sol el nesnemi algılar. Vücudum bana çift olarak verilmiştir. Vücudum, sadece bir algı organı değil, aynı zamanda bir irade organıdır. Onu keyfimce —eşdeyişle irademe göre ve özgürce— kullanırım. Ben’imi, vücudumun içinde bir buyuran varlık olarak yaşarım. Her şeyi vücudumla denerim, evrene vücudumla açılırım Maddi ruhlu vücudum ölçümdür. Bütün dünyalılar —eşdeyişle bilgiler, sanılar, davranışlar— onunla anlam kazanırlar. Uzak ona göre, yakın ona göre, sağ ona göre, sol ona göre, ötesi ona göre, berisi ona göredir. Bana verilen her şey vücudumla verilir, daha doğrusu her şeyle birlikte bana vücudum da verilir. Başka’yı bilebilmek için, ben’i bilmek zorundayım (Husserl böylelikle bütün nesneleri ve tümelleri insan bilincine bağlamakta, bireysel insan bilinciyle özdeşleştirmektedir). Kendi ben (Ego, fenomenoloji zorunlu olarak bir egolojidir)’imden başkasının beni (Alter Ego)’ne nasıl geçebilirim? Başka ben, bana diranebilen bir bendir. Başkasının vücudunun, ancak kendi vücudumla anlam kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum. Başkasını, ancak kendi vücuduma dayanarak algılayabilirim (Husserl buna anlam aktarması diyor.
Ona göre bilgi, nesneye yönelen öznenin bilincidir). Ama başkasının vücudunu kendi vücudum olarak değil, başkasının vücudu olarak algılamalıyım. İkisi arasındaki benzerlik’ten ötürü kendi vücudumdan aldığım vücut anlamını başkasının vücuduna aktarırım. Başka vücudun, benim için başkasının vücudu olarak varolabilmesi, kendi vücudumun örneklik etmesiyle mümkündür. Kendi vücuduma bakarak başka vücudun ne olduğunu bilebilirim. İlk kurduğum vücut kendi vücudum olduğuna göre başkasının vücudunu kendi vücudumdan yapacağım bir aktarma ve çağrışımla kurarım. Bu çağırışım, nesnelerden birinin kayarak öbürünün anlamıyla birleşmesidir. Bilgilerimin, sanılarımın, davranışlarımın tümünü paranteze alıp ortadan kaldırmışım. Görünen (fenomen)’den başka hiç bir bilgim, bilgim olmayınca hatırlamam da yoktur. Dünyalı olarak hiç bir aracıdan yararlanmıyorum. Fenomenolojik tasarımlarımı düşünsel bir soyutlamayla elde ediyorum (Husserl’e göre düşünme, ruhbilimsel bir akt değil, düşüncenin zamandan ve mekandan soyutlanmış içeriğidir). Yaşadığım dünyalı daha iyi kavramak ve yeniden kurmak için, fenomenolojik yöntemle çalıştığım sürece, yaşadığım dünyadan isteğimle vazgeçmişim. Çalışmam, demek ki. dünya-dışı bir çalışmadır. Elde ettiğim tasarımları da bu açıdan değerlendirmek zorundayım; yani onlara hiç bir bilgi, sanı, davranış katamam. Elde ettiğim fenomenler dünyalı fenomenler değildir, örneğin vücut derken sözünü ettiğim fizyolojik bir vücut değil, sadece cisimli-ruhlu saltık bir bütündür. Kendi vücudumdan aldığım bir anlam aktarmasıyla başkasının vücudunu kuruyorum. Şimdi iş, başkasının vücudundan başkasının beni’ne geçmektir. Başka ben’i, ilkin, vücudumun algısına dayanarak bir cisim olarak buluyorum. Onu denemeye başlayabilirim. Denemelerim sırasında bu cisme ait olan bir ben görüyorum. Sadece bir kanadını gördüğüm kapının görmediğim kanadını nasıl algılayabilirsem, vücudunu gördüğüm başkasının benini de öylece algılayabiliyorum.
Bu, bir varsayım, bir tahmin, bir sezgi değildir; doğrudan doğruya bir algıdır. Vücut, ruhlu bir cisimdir; ruh vücutta kendini verir. Bu verilişi, kendi vücudumda nasıl yaşamışsam, başkasının vücudunda da öylece yaşarim. Başkasının benini alagılayışım, elbette orjinal bir algılama değildir; başkasının benini dolaylı olarak, onun vücudu dolayısıyla algılamaktayım. Bu algılayış, başkasının vücudunu denemekle gerçekleştirilmiştir (Husserl bu denemeye fenomenolojik einfühlung diyor). Başkasının benini, böylece, kendi benim gibi yaşamaya başlıyorum. Kendi benimi hiç bir kuşkuya kapılmadan nasıl biliyorsam, başkasının benini de öylece bilmekteyim. Bu bilgi, bana tek başıma yaşamadığımı öğretmektedir. Ben, ego’sunun içinde kapanmış biricik ben değilmişim, fenomenolojik egonun uçsuz bucaksız alanında başka benlerle birlikteymişim. Fenomenolojik anlamda başkası benim için öylesine temel bir varlık olmuştur ki artık onu kendi ben’imden ayıramam. Artık biliyorum ki kendi ben’imin içinde bir yabancı yaşamaktadır, içimde başkaları var, bende başkaları var. Demek ki ben onlarla birlikte ben’im. Şimdi, kendimi de daha bir aydınlık görüyorum. Kendimden başkasına gittim, başkasından da kendime geldim. Artık biliyorum ki ben-insan, ancak başka-insan’larla birlikte vardır. Varlığımı başkasına borçluyum. Kendimi aydınlık olarak kavrayabilmem için başkalarıyla birlikte olmam gerekiyormuş. Öyleyse dünya, benim için değil, bizim içindir (Husserl’in fenomenolojisi, böylece, egolojiden yola çıkarak sosyolojiye varmaktadır).
Bu sonuç, beni, evrensel bir birliktelik içinde bulunan insan-kültür-toplum-tarih dünyasını algılamaya götürüyor (Husserl buna geist dünyası demektedir). Ben, işte böylesine bir dünyada yaşamaktayım. İnsanın çevresi, tek başına yaşayabileceği bir çevre değil. Bu çevreyi çevre eden başkalarıdır. Bu çevre, insanın başkalarıyla birlikte paylaştığı, ancak hakkı olan kendi payını alabileceği bir çevredir. Bu çevrede benim tek başına yapabileceğim hiç bir şey yoktur. Ne yapabilirsem, başkalarıyla birlikte yapabilirim. Kendi ürünümde bile kendimi başkalarıyla birleştirmek zorundaşım. Çünkü kendi ürünümde bile zorunlu olarak başkaları var. Ben, insan olarak, özel bir varlık ortamında yer almışım. Bu ortamda yer almak zorundaydım. Bu zorunluk, tarihsellik’tir. Başkalarının beni zorunlu olarak getirip bıraktıkları noktada zorunlu olarak bulunurum. Konuştuğum dil, onlarındır; yediğim yemek, onlarındır; bağlı olduğu gelenek, onlarındır. Varlığım, bu sayısız başkalıkların içinde kımıldamaktadır. Kendimi denemem bana başkasını, başkasını deneme bana dünyayı, dünyayı denemem bana evreni, evreni denemem bana çok daha aydınlık olarak kendimi vermiştir. Evren, dünya, başkaları ve ben birbirimizi denemekle aydınlanabiliriz.
Husserl, böylece, fenomenolojik yöntemle inceleyip betimleyerek fenomenolojik bir felsefeye varmaktadır. Bu felsefe, önsel idealist bir felsefedir. Bu yöntemin ve felsefenin metafizik alanda yankıları ve etkileri pek geniş olmuştur. Varoluşçuluk felsefesi bütünüyle bu temel üstüne kurulmuş bulunmaktadır. Varlıkbilim ve yeni-gerçekçilik akımları geniş çapta onun etkisi altındadır. Metafizik alan, nesneyi öznel bilince indirgeyip yeniden yarattığı savını ileri süren bu yöntem ve felsefeden yararlanmaktadır. Husserl fenomenolojisinin bütün idealist ve usaaykırı sonuçları, çağdaş burjuva felsefesinin başlıca dayanaklarıdır. Husserl fenomenolojisi, gerçeğin nesnelliğini yadsıyıp öznelliğine de karşı çıkarak üçüncü bir yol aramak isteyen ve sonunda zorunlu olarak —çünkü üçüncü yol yoktur— öznelliğe düşen felsefelerin ortak yanılgısını taşır.