Historizm, Tarihselcilik Nedir?
Historizm ya da tarihselcilik, 19. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya’da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımıdır. Historizm ya da tarihselcilik, olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren eğilim; tarihsel düşünme eğilimidir.
Konu Başlıkları
HİSTORİZMİN FARKLI TANIMLARI
Historizm, Bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edeceğine inanan düşünce biçimidir.
Historizm ya da Tarihselcilik, insan varoluşunun özünü onun tarihselliğinde gören, tarihselliği insan yaşamının canlı temeli olarak anlayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefi düşünme doğrultusudur. Bu akım özellikle Dilthey, York v. Wartenburg ve varoluşçu felsefede karşımıza çıkar ve tarihsel okul‘da doruğuna erişir.
Historizm tarihi yalnızca kendisi için inceleme; tarih eğitimine aşırı önem vererek gelişigüzel geçmiş değerleri yeniden canlandırma uğruna bugünü feda etmek anlamına da gelmektedir. Tarih kültürü ve bilginliğinin, yaşama ve eylemeyi felce uğratacak biçimde aşırılığı durumudur.
Historizm, tarihin ilkece olduğundan değerli görülmesi ya da tarih gerçeklerinin değişmez yetkeler olarak saltıklaştırılması anlamına da gelmektedir.
HİSTORİZME GÖRE İNSAN
Historizme göre İnsan ve bütün insani bireyler -herkes ve her “ben”- tarih tarafından meydana getirilmiş şeylerden ibarettir.
Peki nasıl? Tarihinin gerektirdiği gibi. Benim bu özelliklerim var ise, benim geçmişimden ebediyete kadar uzayıp giden tarih sebebiyledir. İran, İslam ve Şiilik tarihi; iç içe geçmiş, birbiri ile örülüp dokunmuş, benim geçmiş tarihimi meydana getirmiş, bu yüzyıla kadar gelmiştir. Bu tarihin sonunda dünyaya gelen, büyüyüp gelişen ben, tarihimin bana verdiği özelliklerin hepsini taşıyorum. Şimdi İran ve İslam tarihinin sonunda bulunmak yerine, Büyük Fransız İhtilali, Rönesans, Orta Çağ veya bugünkü Batı dünyasının tarihinin sonunda yer alsa idim, başka bir dilim, başka düşünce ve duygularım, başka ahlak ve gidişim olurdu. Şu hâlde bu “ben” ile o “ben”, iki ayrı tarihe sahip oldukları için iki ayrı insan olmuştur. Bu durumda yine benim özelliklerim, tarihin temel belirleyici olduğu yol ile benim elimden çıkmış ve tarihin iradesine teslim edilmiş oluyor.
Pekiyi, böyle bir durumda ben nasıl seçerim? Kendi istediğim gibi mi? Hayır, tarihin benim hakkımda seçtiği gibi. Şimdi ben Farsça konuşuyorum, siz de Farsçayı bizim konuşma ve anlaşma dilimiz olarak dinliyor ve anlıyorsunuz. Farsçayı ne siz seçtiniz ne de ben. Bu dili bize tarihimiz verdi; gözümüzü açtığımızda bu dili tarihsel bir belirlenim ve zorunluluk olarak kabul ettik; bu dil ile konuşuyoruz, bunu reddedemezdik. İslam’ı kabul edip benimsemiş isek de biz seçmedik, tarih seçti, bizim bu seçime katkımız olmadı.
Tarih tarafından seçilip şartları düzenlenmiş bir çevrede doğuyor, yetişiyor ve olgunlaşıyoruz. Cildimizin rengini tabiatın verdiği ve bizim seçmediğimiz gibi ruhumuzun rengini de tarih veriyor ve biz seçmiş değiliz.
HİSTORİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Tarihselcilik kavramı ilk kez Hristiyan öğretileri üzerine yazılan bir kitapta kullanmıştır. Sözlüklerde “tarihçilik”ten ayrı olarak görülmesi ancak 1940’lardan sonradır. Tarihselcilik birçok yerde “tarihçilik” ile karıştırılır. Tarihçilik, olaylara tarihsel bir perspektiften bakan, olguları tarihsel konumlarına, dönemlerine, aşamalarına göre değerlendiren ve önemli ölçüde görecelik (relativism) öğesi taşıyan bir görüştür. Tarihçilik, tarihte yaşayan bir şahsiyeti o günün toplumsal ilişkiler ağı çerçevesinde yorumlamaktır. Oysa tarihselcilik çok daha karmaşık ve son dönemlerde Popper’in adıyla birleşmiş bir kavramdır.
Popper tarihselciliği pek çok yerde ve değişik biçimler altında tanımlamıştır. Esasen bir kavramın tüm anlamlarının tek bir tanım içerisinde yakalanamayacağına inanan biri olarak Popper, tanımların “tam”lığından sürekli kuşkulanmıştır. Bunun için de tarihselcilik için tek bir tanım vermekten kaçınmıştır. Buna karşılık “Açık Toplum ve Düşmanları”nın başlarında tarihselci teorilerin ortak niteliklerini şu “ana tarihselci öğreti”de toplamıştır: “Tarihin belirli tarihsel ya da evrimsel yasalarca idare edildiği ve bunları keşfetmekle insanın kaderi hakkında kehanette bulunabileceğimiz doktrini”dir.
Şu halde tarihselcilik burada şu iki ana fikre istinat ettirilmektedir:
- Tarihin gidişatı hakkında kehanette bulunmak,
- Bu kehanetlerin sonuçlarına uygun bir siyaset yapmak.
HİSTORİZMİN TÜRLERİ
Popper değişik yerlerde bu iki ana tarihselci görüşü temel olarak kabullenmiş ve ilkine “teorik tarihselcilik” (theoretical historicism), ikincisine de “eylemci tarihselcilik” (activist historicism) adını vermiştir. Her ne kadar her ikisi de birbirinden kopmaz bağlarla bağlıysa da metodik olarak bu şekilde ayrı ayrı ele alınabilirler.
Teorik Tarihselcilik
Tarihsel olayların gidişi üzerinde öndeyilerde, hatta kehanetlerde bulunmak ve bunlara dayanarak tarihi açıklamaya çalışmak. Bu öğreti belli bir takım mantık yanlışlarından ve akıl yürütme hatalarından dolayı kolaylıkla elenebilir.
Eylemci Tarihselcilik
İlkinin sağladığı inanç ve teorik dayanaklardan yola çıkılarak yapılan siyaset eylemi. Böyle bir siyaset, tarihin kaçınılmaz yasalarına dayanarak yürütüldüğünden bir tehlike de arz etmektedir. (Zaten Açık Toplumlar’ın yazılma nedeni de bu tehlikelerin varlığıdır.) Bu tehlikeyi şöyle açıklayabiliriz: Eğer ben bir siyasetçi olarak, gelecekte toplumun alacağı biçimi şimdiden biliyorsam, mevcut toplumu şu üç yönden birine sürüklemesi muhtemeldir: Toplumu, ya daha geriye, yani bozulmuşluğun ve ayrımlaşmamışlığın egemen olduğu döneme döndürmeye; ya ileriye, yani Mesihçi beklentilerle dolu geleceğe yöneltmem ve yahut da olduğu yerde dondurmam gerekirdi. Zira kafamda teşekkül ettirdiğim ’toplum projesi’ bu üç olasılıktan birini seçmemi icap ettirecekti. Ama bu üç yoldan her birisi yönettiğim insanlara seçme şansı bırakmayan, onların üstünde ve benim projeme uygun birer idealdir.
İdeal toplumlar bireyleri aşan böyle bir kollektivizme geçit verdiklerinden doğrudan totaliter yönelimlere yol açmaya eğilimlidirler. Öyleyse tarihselciliğin ana tezi, Anthony Quinton’ın özetlediği gibi, ’tarihselci felsefelerin otoriter ve totaliter yönetimlere neden’ olduğudur. Bu durumda bunun karşısında demokratik değer ve inançların, aklın, bireyin ve özgürlüklerinin savunulması gereklidir.
Modern sanayi toplumlarında da baş gösteren bu gibi tarihselci öğretiler Popper’e göre genellikle “büyük toplumsal değişiklik dönemlerinde “revaç bulmakladır. Tarihselciliğin bu her iki temelini çürütme çağdaş demokrasi savunucularına düşen başlıca görevdir. Bu görev, uygarlığın -Batı uygarlığının- korunması adına yerine getirilmelidir. Oturup peygamberce kehanetler yapacağımıza, önümüzdeki tehlikeleri aklımızla önlemeye çalışmak daha önemli ve acil bir yoldur.
“Bir moral kollektivist olan Platon (ve Hegel) tarihselci değildiler ama totaliterdiler. Marks ise açıkça tarihselciydi ama kesinlikle totaliter değildi” diyen Quinton, böylece Popper’in tarihselcilikle totaliterlik arasında kurduğu bağlantının zorunlu olmak bir yana, yeterince sıkı dokunmuş da olmadığını söylemektedir. Zaten Popper’in kendisi de böyle bir bağıntı kurmak yerine ikisi arasında belli türden bir ilişki bulunduğunu kanıtlamaya çalışmış, Herakleitos ve Platon’a kadar giderek bu ilişkiyi gözler Önüne sermeye çalışmıştır. Her ne kadar tarihselciliği yıkamamışsa da Popper, onun liberal öğretilerden daha sağlam olmadığını göstermeyi başarmıştır.
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 3. Sınıf “Çağdaş Felsefe Tarihi” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; “İnsanın Dört Zindanı” Ali Şeriati