Habermas, eleştirel teori ve Marksizm
Müzisyen Volker Kriegel’in Görsel 1’deki karikatüründe, solda Herbert Marcuse, sağda Jürgen Habermas ve ortada Theodor Adorno duruyor. Tepede, bir baba figürü olarak Max Horkheimer. Bu konumlandırmada ve karikatürün kendisinde maddi birkaç eksiklik bulunduğunu söyleyebiliriz. İlkin Habermas, fiziksel olarak diğer üç filozoftan daha uzun boyludur. İkincisi Habermas, diğerlerinden neredeyse 30 yaş daha gençtir. Üçüncüsü, bu dörtlünün gerçek hayatta bir arada bulunmuşluğu kişisel, politik ve düşünsel nedenlerle pek mümkün olmamıştır. Nitekim 60’lı yılların sonunda Adorno ve Marcuse arasında öğrenci hareketiyle ilgili yazışmalara sinmiş bir tür burukluğu (Marcuse adına) görmemek zordur.
Habermas’ın Frankfurt Okulu ve Eleştirel Teoriyle bağı da tıpkı bu karikatürdeki konumu gibi ilgi çekicidir. Habermas’ın felsefi yönelimlerine ilişkin bir tartışmaya girmeden önce Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Teoriyle bağını ve o arada Marksizmle ilişkisini de tartışmak gerekecektir. Bu konudaki farklı iki değerlendirmenin de gerçeği tam yansıtmadığını belirtmek durumundayız. İlk değerlendirme, herhangi bir çekince olmaksızın Habermas’ı Frankfurt Okulu’nun kurumsal ve ikincil kuşak bir üyesi sayar. İkinci değerlendirme, birtakım düşünsel ortaklıklara rağmen Habermas’ı, özellikle 1970’lerin sonundan itibaren daha farklı bir düşünür olarak konumlandığı yargısıyla, okulun bir üyesi olarak görmeyi bırakır.
Horkheimer tarafından radikal bulunduğu için Enstitüden ayrılmak zorunda kaldığı açıktır; gelgelelim, Horkheimer, Habermas Amerika’ya gitmek istediğinde kendisine övgülerle dolu bir referans mektubu verrmekten geri kalmamıştır. Dahası Habermas’ın Frankfurt’a dönüşü konusunda herhangi bir itirazı da olmamıştır. Horkheimer iki savaş arasında mahvedilen bir topluluğun üyesiydi. Zaten hayatı boyunca ılımlı davranmış ve radikal tutumlar almak yerine, bazı sorunların çözümünü ya ertelemiş ya da zamana bırakmıştı. Adorno ve Horkheimer ABD yurttaşlıklarını kaybetmemek üzere uzun uçak yolculuklarını göze almışlardı. Adorno’nun tam zamanlı profesörlük kadrosuna atanması için elinden geleni yaptığı hâlde, ancak Nazi zulmüne uğramış insanlar için oluşturulan istisnai bir kadroya atanmasını sağlayabilmişti. “Kapitalizm hakkında konuşmayan, faşizm hakkında konuşmasın” sözünün keşfedilmesi bile uykularını kaçırmışa benziyor. Sonuçta, “düşüncelerinin öğrencilerin ellerinde molotof kokteyli olarak dolaşması”ndan hoşlanmamak için nedenleri vardı. Habermas, daha 60’ların ortalarında bile “Eleştirel Teori” denilen bir bütünden söz edilemeyeceğini, bunun için gerekli malzemenin ortada olmadığına değinirken Enstitünün dergisi Zeitschrift für Sozialforschung’un tam bir koleksiyonuna asla ulaşamadıklarını belirtir. Horkheimer, Federal Almanya’nın “Amerikanlılaştırılmaya” çalışılan yeni toplum düzenini korumaya kararlıdır; mesele Habermas’ın radikal olması değildir.
Oldukça önemli olsa da bu hikâyenin subjektif boyutundan uzaklaşmak gerekir. Habermas, Eleştirel Teorinin üç konuda kendisine yeterince güven vermediğini belirler. İlkin, Eleştirel Teorinin kendi iddialarını somutlaştırabileceği normatif temellerinin olmadığını, buna bağlı olarak da hakikat kavramının bilimlerle ilişkisinin kurulamadığını ve nihayet siyasal olarak burjuva demokrasisinin Adorno ve Horkheimer tarafından küçümsendiğini vurgular. Gerçekte felsefî kariyeri boyunca Habermas, kendisini Eleştirel Teoriye karşı asal bir mirasçı olmaktan uzaklaştıran bu üç boyutta çalışmalarını yoğunlaştırır. Fakat bir bakıma, Eleştirel Teori, Adorno ve Horkheimer’in siyasal ve sosyolojik içgörülerinin, en önemlisi de bir tür özgürleşim idealinin korunduğu bir iz olarak arka planda kalmayı sürdürür.
Aynı şey Habermas ve Marksizm arasındaki ilişki konusunda da geçerlidir. Bir söyleşide Habermas şöyle demektedir: “Hazır ve net çözümler sunan bir [modele] inanma anlamında bir Marksist değilim; buna rağmen, Marksizm, bana demokrasi ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi inceleme itkisi ve araçları sundu”. Kuşkusuz, Marksizmin Habermas’taki etkisi, sadece bu deklarasyon boyutuyla sınırlı değildir. Georg Lukacs’ın Tarih ve Sınıf Bilinci’nin, Habermas’ın aldığı muhafazakâr üniversite eğitiminin dönüştürülmesinde etkin olduğunu biliyoruz. Horkheimer ve Adorno’yla karşılaşması da Eleştirel Teorinin düşünsel köklerinden biri olarak Marksizmle ilgilenmesine yol açmıştır. Yine de savaş sonrası Federal Almanyası’nda, bu ne tarihselleştirilmiş ne de kapitalizmin analiziyle belirginleşen bir Marx’tır. Bu Marx, daha çok bir şeyleşme teorisyeni ve Grundrisse’nin ve Ekonomik ve Felsefi Elyazmalarını’nın yazarıdır. Habermas, Adorno’nun kendisine, daha çok ikincil kaynaklara dayalı Marx’ın “antropolojik okunuşu”ndan vaçgeçmesini ve ekonomik teoriye ve birincil kaynaklara yoğunlaşmasını önerdiğini söyler.
Habermas’ın özellikle Bilgi ve İnsansal İlgiler başta gelmek üzere, bundan sonra eserlerinde Marx daha çok bir “ideoloji eleştirisi” bağlamında belirginleşir. İdeoloji eleştirisi, bilimlerin tarihsel pratiklerinin arka planını anlamamıza yardımcı olmuştur. Ayrıca Habermas, ideoloji eleştirisini tıpkı psikanaliz gibi eleştirel bir bilim sıfatıyla değerlendirir. Daha sonraki eserlerinde, ileri kapitalizmin meşruiyet krizi ve tarihsel materyalizmin yeniden inşası konularında da Marx’ın tarihsel perspektifine müracaat etmeyi sürdürecektir.
İdeoloji kavramı ilk kez Antoine Destutt de Tracy tarafından fikirlerin bilimi anlamına gelecek şekilde 18. yüzyılda kullanılmıştır. Fakat zamanla ideoloji kavramına yüklenen anlamlar değişmiştir. İdeoloji, politik bir inanç sistemidir. İnsan eylemine rehberlik eden ideallerden ve ilkelerden oluşan politik öğreti kümesine karşılık gelir. Marksistler ise ideolojiyi sömürülenler arasında yanlış bilinçliliği pekiştiren bir araç olarak tanımlar. Marksistlere göre ideoloji, üretim araçlarını ellerinde bulunduran hâkim sınıfın çıkarlarını koruyan bir maskedir.
Kaynak: Çağdaş Felsefe II, s. 193-194, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4175, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2955