Felsefe hakkında her şey…

Fransız Aydınlanmasını Hazırlayan Bilimsel Koşullar

12.05.2020

18. yüzyıla kadar bilimde özellikle de fizikte yaşanan gelişmeler evren ve yapısına ilişkin görüşleri kökten değişikliğe uğratır. Bu değişikliğin öbeğinde modern bilim anlayışının sonuçları bulunur.

Aşağıda önemli aşamalarını belirteceğimiz bilimsel gelişmeler evreni hep “nasıl” sorusu bağlamında açıklamaya çalışır oysa modern bilim öncesi dönemde evren “niçin” sorusu açısından incelenir. Modern öncesi döneme damgasını vuran Aristoteles’te doğa ereksel bir yapıda betimlenir. Bu bakımdan Aristoteles doğada olan bitenleri “Niçin öyle oluyor?” diye sorarak araştırır. Söz gelimi bir meşe palamudunun ereği meşe ağacı olmaktır. Bu tarz bir düşünüş belli bir olgunun süreçleriyle değil, sonuçlarıyla ilgilidir.

Modern bilim öncesinde Aristoteles’e özel bir önem vermek gerekir çünkü onun evreni anlayışı neredeyse 2000 yıl etkili olmayı sürdürür. Modern bilimin doğuşu aynı zaman modern evren anlayışların da doğuşudur. Aristoteles için evren küre biçiminde, hareketsizdir ve Dünya evrenin merkezindedir.

Evren sonsuz değildir çünkü evren sonsuz olarak düşünüldüğünde Dünya’nın evrenin merkezinde olması tasarlanamaz. Aristoteles’e göre yıldızlar ve gökcisimleri dairesel yörüngelerde hareket eder. Yıldızların, gezegenlerin uzun yıllar boyunca değişmeden kalması, görünmesi; gözlem aracılığıyla çıkarımlar yapan Aristoteles’in gök cisimlerin değişmeden, bozulmadan kaldığına ilişkin sonuçlara ulaşmasına yol açar. Aristotelesçi evren tasarımında ilk gediği Kopernikus (1473 – 1543) açar.

Kopernikus, Dünya’yı evrenin merkezinde olmaktan çıkarır. Bu değişiklik insanın göklerle ilişkisini, evren tasarımını baştan başa değiştirir. Evren tasarımının değişmesi, felsefi ve bilimsel sorularda yeni yanıtlar arama girişimini tetikler. Yüzyıllar boyunca egemen olan Aristotelesçi ve Batlamyusçu tasarıma göre Dünya gök cisimlerinin merkezidir. Ancak bu modelle gök cisimlerinin açıklanamayan birçok davranışı örneğin gezegenlerin dünyadan uzaklaşıp yakınlaşmaları, parlaklıklarındaki değişmeler çözümsüz kalır.

Kopernikus’un temeldeki çabası Aristotelesçi sistemdeki aksak yanları gidermeye yöneliktir, ona göre kimi değişiklere giderek sistemde karşılaşılan sorunlar ortadan kaldırılabilir. Aristoteles’e göre evrende cisimlerin durumu iki ayrı kategoriye göre değişir. Ay üstü evrende buluna cisimler herhangi bir oluş ya da bozuluşa uğramaz, buna karşın değişimin oluş – bozuluşun olduğu yer ise ay altı evrendir.

Tycho Brahe (1546 – 1601) yaptığı gözlemler sonucunda kuyruklu yıldızların Aristoteles’in sandığı gibi kuru ve yakıcı buharlar olmayıp gök cisimleri olduğunu ortaya çıkarır. Brahe’nin bir diğer yıkıcı eleştirisi, Aristoteles’in tasarladığı gibi gök kürelerinin olmadığı ve göklerin değişebileceğidir.

Brahe’nin öğrencisi Kepler, hocasının yaptığı düzenli gökyüzü gözlemlerini inceleyip gezegenlerin hareketlerini çıkarmaya çalışır. Kopernikus, gök cisimlerinin hareketini dairesel yörüngelerde sürdürdüğünü söyler. Pythagorasçı felsefeyi benimseyen Kepler, ilkin gök cisimlerinin dairesel yörüngelerde döndüklerine ilişkin inancı yıkar. Gezegenler, Dünya çevresinde düzgün dairesel hareketlerde bulunmayıp Güneş çevresinde değişen hızlarda eliptik yörüngelerde hareket eder.

Kepler’in modern bilime başka bir önemli katkısı ise bilimi matematiksel bir dille anlatmaktır. Harmonie Mundi adlı eserinde “Herhangi iki gezegenin Güneş etrafındaki dolanım süresinin karesi, bu iki gezegenin Güneş’e olan ortalama uzaklıklarının küpü ile orantılıdır.” der. Böylece dilin açık seçik kullanımına olanak tanıyacak nicel anlatım sağlanır. Nicel anlatımda nitel anlatımda olduğu gibi öznellik ve değer taşıyan betimlemeler bulunmaz.

Galileo, hareket üzerine yaptığı çalışmalar sonucu Aristoteles’in zorlanmış ve doğal hareket arasında yaptığı ayrımı yıkar. Her iki hareket de temelde aynıdır. Galileo cisimlerin düşüşü, eğik düzlemde hareket, eğik atış konularında araştırmalar yapar. Çalışmalarında matematiksel anlatıma verdiği önem, dikkate değer bir noktadır. Fiziğin matematikselleşmesinde Galileo’nun çabaları azımsanamaz. Modern fizik, matematiksel olduğu ölçüde başarı kazanmıştır.

Galileo’ya ilişkin değinilmesi gereken bir başka nokta da teleskopla yaptığı gözlemlerdir. Bu gözlemler sonucunda; gezegenlerin çevresinde dolanan uydular, Güneş’te lekeler, çıplak gözle görülenden çok daha fazla yıldızın var olduğu ortaya çıkar. Bütün bu sonuçlar Aristotelesçi evren tasarımının geri dönülemeyecek biçimde yanlışlanmasına yol açar. Özellikle Aristoteles’in ay üstü evrende kusursuzluğun olduğu ve kilisenin desteklediği oluş ile bozuluşun gerçekleşmediği görüşünün yanılsamalı bir bilgi olduğu ortaya çıkar.

Simon Stevin (1548 – 1620) matematikte ondalık kesirlerin tek tipleşmesi ve cisimlerin hareketine ilişkin çalışmalar yapar. Ağır cisimlerin hafif cisimlerden daha hızlı düşeceğine ilişkin Aristotelesçi öğreti Stevin’in çalışmalarından sonra eskisi kadar kolay doğru sayılmaz.

Galileo’nun öğrencisi Toricelli (1608 – 1647) sıvıların hareketini inceler. Hocasının hareket yasalarını sıvılara uygular. Barometreyi icat eder. Aristoteles’in karşı çıkışlarına karşıt olarak boşluğun varlığını kanıtlar. Descartes, mekanik evren anlayışıyla insan aklının doğadaki tüm yasallığı kavrayabileceği inancındadır. Descartes’in mekanik anlayışına göre cisimler üzerindeki her türlü etki cisimlerin kendi aralarındaki etkileşiminden kaynaklanır.

Galileo ve Descartes düzgün ivmelenen hareketle ilgilenirler ancak bu çeşit hareketin kökeni üzerinde kayda değer savlar ileri süremezler. Toricelli, serbest düşme üzerine çalışmalarıyla belirli bir yükseklikten bırakılan bir cismin momentumunun her geçen anda bir öncekine eklenerek artmakta olduğu sonucuna ulaşır.

Newton’a (1642 – 1727) kadar birçok bilim adamı -örneğin Hooke, Halley gibi- Güneş’in gezegenlere uyguladığı çekim kuvvetini araştırır ve çekim kuvvetinin aradaki uzaklığın karesine göre değiştiğini düşünürler ancak savlarını kanıtlayabilecekleri matematik henüz ortaya konulmadığından başarısız olurlar. İşte Newton’un sonsuz küçüklükler hesabı bilimde yeni çığırlar açar. Newton ileri sürdüğü kütle çekim yasasıyla iki bin yıllık gezegenlerinin hareketine ilişkin sorunu çözer.

Öte yandan Newton hiçbir zaman kütle çekimin doğasına yönelik bir tartışmaya katılmak istemez. Newtoncu bilim şeylerin içsel doğalarını değil, gözlemlenebilir ve deneylenebilir şeyler olarak nasıl davrandıklarını açıklar. 1687 yılında Newton efsaneleşen kitabı Principia Mathematica’yı yazar. Newton’un başarısı, evrende gerçekleşen çok sayıda olguya birkaç ilkeden yola çıkarak açıklayabilmesidir. Newton bilimi, çağdaşı düşünürlerin öykündüğü bir modeldir çünkü bu bilim, doğayı şaşmaz bir kesinlikte açıklayabilme başarısı gösterir.

İşte bütün bu bilimsel gelişmeler, insanın belli yasallıkları anlayarak daha önceki hiçbir dönemde olmadığı kadar evrendeki düzenliliği açıklamasını sağlar. Bu ise bilimsel düşünceye güveni getirir. Deney yoluyla bilinemeyen bir düşüncenin doğruluğu ya da geçerliliğinden söz edilmemez.

Aydınlanmayı hazırlayan bir başka önemli gelişme ise çağın siyasal gerilimleridir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...