Felsefe hakkında her şey…

Üç ögeli ya da koşullu bilgi anlayışı

23.10.2022
997

Birinci ya da standart bilgi tanımı, bilgiyi bir ürün olarak ele alır. Söz konusu bilgi tanımı, ilk kez Platon’un Theaetetos adlı diyalogunda öne sürülen “gerekçelendirilmiş doğru inanç” olarak bilgi anlayışını ifade eder. Üç unsurlu bu bilgi anlayışına göre, bilgi hem gerekçelendirilmiş veya haklılandırılmış ve hem de doğru olan inanç olmak durumundadır.

Buna göre, bilginin inanç, doğruluk ve gerekçelendirme gibi üç koşulu vardır; başka bir deyişle, bilgi haklılandırdığımız, doğruluğu lehinde birtakım gerekçelere veya “güvence” ye sahip olduğumuz inanç ya da iddiaları gerekli kılar. Nitekim Platon Menon adlı başka bir diyalogunda, sanı (doxa) ile bilgi (episteme) arasındaki farkı açıklamak amacıyla iki adamı karşılaştırır. Söz konusu karşılaştırmanın noktai nazarından ele alındığında, adamlardan biri gideceği yolun bilgisine sahip değildir; o, bu yüzden bir kavşağa ya da yol ağzına geldiğinde, gideceği yöne doğru giden yol ya da patikaya rastlantısal olarak girer. Oysa yolu gerçekten bilen adam, hangi patikanın kendisini gideceği yere götüreceğini gerçekten görür. Bunlardan birincisi, gideceği yere götürecek yolla ilgili olarak salt sanıya sahip olan, onunla ilgili olarak her nasılsa sahip olduğu doğru inancın hesabını (logos) veremeyen biridir. Oysa ikincisi, yol konusunda sadece sanı ya da inanca değil fakat gerçek bilgiye sahip olan, doğru inancını gerekçelendiren veya haklılandıran birisidir.

Üç öğeli standart bilgi tanımını bu kez bir önerme üzerinden örnekleyecek olursak, diyebiliriz ki bir öznenin “İkiyle ikinin toplamı dört eder” önermesini bilmesi için, şu üç koşulu sağlaması gerekir:

  1. Özne, bilginin konusunu oluşturan önermeye inanıyor olmalıdır (inanç koşulu).
  2. İnanılan önermenin doğru olması gerekir (doğruluk koşulu).
  3. Nihayet, öznenin önermeye inanması için, iyi ya da sağlam gerekçelerinin olması gerekir (haklılandırma veya gerekçelendirme koşulu).

Söz konusu üç koşuldan, açıktır ki ikisi biraz daha öne çıkar. Bunlardan biri haklılandırma, diğeri de doğruluk koşuludur. Nitekim haklılandırmanın nasıl olması, gerekçelendirmenin ne şekilde gerçekleştirileceğiyle ilgili olarak alternatif yaklaşımlar geliştirilmiştir.

Söz konusu yaklaşımlardan biri içselcilik, diğeri de dışsalcılıktır. Bunlardan içselciliğe göre, öznenin doğru bir önermeye beslediği inancın haklılandırılması, herhangi bir dış yardım olmadan salt öznenin kendi içsel, zihinsel süreçleri veya bilinç halleri ile olur. Başka bir deyişle, içselcilik gerekçelendirme veya haklılandırmada sadece, öznenin söz gelimi içebakış ya da düşünüm yoluyla kolaylıkla farkına varabildiği şeyin bir rol oynayabileceğini ileri sürer. O, bir önermeye inanmada haklı olup olmadığımıza, sadece o önermeyi enine boyuna mütalaa etmekle, ona inanma gerekçelerimizin gücüyle karar verebileceğimizi savunur.

İçselciliğin iki farklı şekli vardır. Bunlardan birincisi, doğru inançları bilgiye dönüştüren gerekçe ya da delillerin, ana inançlardan meydana gelen bir temel yapıya dayandığını öne süren temelciliktir. Söz konusu temelci haklılandırma anlayışı, bütün inançları “temel inançlar” ve “temel olmayan inançlar” diye ikiye ayırır ve bilginin genel yapısını bir piramide benzetir. Buna göre temelcilik temel ile üstyapı arasında bir ayrım yaparken piramidin en altında temel olan inanç ya da önermeler bulunduğunu ileri sürer. Bu inançların temel olmalarının en önemli nedeni, onların haklılandırmalarını başka inançlardan almamaları veya başka inançlar aracılığıyla gerekçelendirilmemeleri, tam tersine kendi kendilerini haklılandırmalarıdır. Başka inançların desteğine muhtaç olmayan bu inançlar, epistemolojik açıdan imtiyazlı bir statüye sahiptirler. Doğruluğu apaçık olan bu altyapı inançları, doğallıkla kendilerine bir çıkarım veya akıl yürütme yoluyla erişilmiş olmamak anlamında da temel olan inançlardır. Söz konusu temel inançlar arasında, öznenin kendi duyusal ve zihinsel durumları, dolayımsız olarak sahip olduğu duyu deneyimleri ve bazı a priori önermeler veya apaçık doğrular bulunur. Söz gelimi “ikiyle ikinin toplamının dört ettiği” önermesi, onun doğruluğunu hiçbir kuşkuya yer kalmaksızın bilmem anlamında apaçık bir doğru olmak durumundadır.

İçselciliğin ikinci versiyonu, bağdaşımcılıktır. Bağdaşımcılık, temelciliğin sadece birtakım inançlarımızın epistemolojik olarak imtiyazlı olduğu tezini reddetmez. O, aynı zamanda temel- üstyapı ayırımını da reddeder. Bağdaşımcılığa göre bir inancın epistemolojik olarak haklılandırılması ve dolayısıyla da bilgi statüsü elde etmesi, öznenin inançları arasındaki “bağdaşım” veya “tutarlılık” ilişkisine bağlıdır: Eğer bir inanç öznenin bütün bir inanç sistemi ile bağdaşıyorsa, o inanç gerekçelendirilmiş veya haklılandırılmış bir inanç olarak değerlendirilir. Buna mukabil, öznenin inanç sistemi ile uyuşmayan bir inanç kabul edilemez olup dışarıda bırakılırken ondan bilgi statüsü esirgenir. Bağdaşımcılığa göre, özne “ikiyle ikinin toplamının dört ettiği” önermesini, o sayı, toplama ve bu arada özdeşlik bilgisiyle ilgili diğer bilgileriyle bağdaştığı için haklılandırmaktadır.

Haklılandırmada içselciliğin alternatifi olan dışsalcılık, bilen öznenin doğru bir önermeye olan inancının, sadece öznenin kendi içsel mekanizmalarıyla gerekçelendirilemeyeceğini ifade eder. Çünkü inancın haklılandırılmasında vazgeçilmez bir önemi ve işlevi olan öğeler, dışsalcı yaklaşıma göre, bilen öznenin dışından gelir. Bu öğe ya da faktörler ise, örneğin inanç oluşturma süreçlerinin güvenilirliği, kendisine inanılan önermenin sahip olduğu doğruluk veya olasılık değeridir. Güvenilirlik ve olasılık gibi faktörler ise, açıktır ki, dışsal öğeler olup inancı haklı çıkarıcı ve temellendirici bir işlevi yerine getirirler.

Kaynak: FELSEFE, s. 32-34, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2487 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1458

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...