Felsefe hakkında her şey…

Delilik Felsefesi ya da Deliliğin Felsefesi

25.06.2023
644
Delilik Felsefesi ya da Deliliğin Felsefesi

Descartes’ın 1641’de yayımlanan “Meditasyonlar” isimli eseri, okuyucuyu şüphe batağına sürükleyerek başlar: Herhangi bir şeyin gerçekliğinden nasıl emin olabilirim? Evet, şu anda elimdeki kahve bardağı ve üzerimdeki tenisçi tişörtüyle, bilgisayarın karısında oturuyorum. Ama tam da şu anda bu atmosferin bir rüyadan ibaret olmadığından emin olabilir miyim? Benim dışımda bulunan bir şeyin, gördüklerim ve duyduklarım konusunda beni yanıltmadığından nasıl emin olabilirim? Tanrı tarafından terk edilmiş, yapayalnız bulunduğum bu durumdayken kendi varlığımdan dahi emin olabilmem mümkün müdür?

Fransız filozof, bu tür düşüncelerin, “çıplakken üzerinde mor giysiler bulunduğunu, başının topraktan, balkabağından ya da camdan yapıldığını” söyleyenlere verilen tepkilerle aynı tepkiyi alacağını, yani bu sorgulamaların sahibine bir deliye bakılıyormuş gibi bakılacağını fark etmiştir. Yine de hiçbir şeyin gerçek’ten daha öteye gidemeyeceği konusunda emin olarak, “Bu tür konuşmalar yapan insanlar delidir ve ben de onların bu sözlerini kendime bir örnek olarak alsaydım benim de aynı derecede deli olduğu düşünülürdü.” diye konuşmuştur. Fakat o biliyordu ki şu anda yaşadığı şey bir rüya ya da aldatmaca dahi olsa kendisi asla deli değildi.

Peki Descartes düşündüğü tüm uç olasılıkların arasında, kendinin deli olma olasılığına neden hiç yer vermemiştir?

Foucault, Descartes’ın felsefe ile delilik arasındaki temel ayrımı dile getirdiğini ve felsefenin, en azından Batı’da, aynı yolu izlediğini ifade etmiştir. Orta Çağ’da, deliler de kendi gerçeklerini açığa vuruyorlardı. Nebuchadnezzar’ın ne kadar hakkı varsa delilerin de doğanın ve kozmosun sırları, Tanrı’nın nitelikleri, ölümün, yeniden varoluşun ve yaklaşan kıyametin sırları hakkında konuşmaya o kadar hakları vardı. Descartes ise burada akıl yürütme şöyle dursun, delilerin onları dinlemeye bile değmeyecek kadar olduğunu düşünüyordu ve bir delilik felsefesi fikri dahi Descartes’a tiksindirici, hatta sapkın bir fikir olarak geliyordu.

Felsefe tarihinin yakın geçmişinde ortaya çıkan yeni bir akım, Descartes’ın bu görüşlerini şiddetle reddetti. Bugünlerde henüz kuluçka dönemini yaşayan bu akım için bir ilke ve nizam tespit etmek pek mümkün görünmüyor. Bu yaklaşıma bir ilke ve nizam tespit edememek, deliliğin felsefesi için oldukça önemli bir artı değerdir. Fakat yakın tarihte basılan ve yayımlanan üç kitap, bu akım için makul bir başlangıç noktası oluşturabilir. Bu kitapların henüz Türkçe çevirileri mevcut olmasa da en azından orijinal isimlerini ve yazarlarını bilmekte fayda vardır:

  1. “A Philosophy of Madness”, Wouter Kusters
  2. “Radical Psychotic Doubt and Epistemology”, Sofia Jeppsson
  3. “Acute Religious Experiences”, Richard Saville-Smith

Bu metinlerin ortak önermesi, deliliğin gerçekliğe açılan bir pencere olabileceğidir. Deli, kusurlu bir muhakeme gücüne değil, kendine özgü bir muhakeme biçimine sahiptir. Delinin zihni her zaman dünyadan kopmuş hâlde değildir. Aksine, bazen dünyanın bunaltıcı yoğunluğuna takılı kalmaktadır.

delilik felsefesi, delilik, çılgınlık, deliliğin felsefesi

Delilik felsefesine, dolaylı olarak, onun ne olduğundan çok ne olmadığına yönelik sorgulamalarla yaklaşmak faydalı olacaktır. Öncelikle delilik felsefesi, deliliğe dair felsefi bir söylem, ya da sadece felsefi bir söylem değildir. Çünkü deliliğe dönük geliştirilmiş bir söyleme zaten sahibiz. Buna “psikiyatri felsefesi” diyoruz. Psikiyatri felsefesinde, (akıllı olduğu varsayılan) bir kişi diğer (akıllı olduğu varsayılan) insanlarla deliliğin doğası hakkında konuşur. Bu tartışmada delilikten, odanın karşı tarafındaki bir kafeste barındırılan egzotik bir evcil hayvandan bahsedermiş gibi bahsedilir. Bu anlayış çoğu zaman, deliliği ya da onun depresyon ya da kaygı gibi daha zayıf biçimlerini daha iyi sınıflandırmak, yönetmek ya da “tedavi etmek” için altruistik meyil tarafından harekete geçirilir.

İlgili konu: Altruizm nedir?

Deliliğin felsefesi, psikiyatri felsefesini delilik deneyimi üzerine düşünmeyle, deliliğin fenomenolojisini ele almayla ilgili de değildir. Şöyle bir öykümüz olsun:

“19 yaşında bir genç, madde bağımlılığından kaynaklanan bir psikotik olay nedeniyle hastaneye kaldırılır. Hastanede yatağında uzanırken solgun, yaralı ve kirli ayaklarına indirir gözlerini; hiç kendi ayakları gibi görünmüyordur baktığı ayaklar. Başka birinin vücudunda kendi ruhuyla yaşıyormuş gibi hisseder o an. Belki de bir cesede can vermiştir. O sırada koridordan geçen bir hemşireye kibarca seslenerek ondan bir ayna ister. Çocukken, babasının diğer insanların duyamadığı sesleri duyduğunu ve onlar hakkında diğer insanların garip bulduğu inançlar geliştirdiğini ve bu nedenle de sıkça hastaneye kaldırıldığını hatırlar. Belki de onunla büyümek onu bu sıra dışı deneyimlerden bazılarına sürüklemiştir.”

Hastanedeki bu olay, psikiyatri felsefesinin konuları hakkında düşünmeye sevk eder insanı. Bir konu, sanrıların temelini oluşturur. Filozoflar, sanrıların doğası gereği irrasyonel olup olmadığını veya garip deneyimlere verilen olası tepkileri temsil edip etmediğini tartışırlar. Psikiyatri felsefesini olaylar üzerine düşünerek eklemlemek, tam anlamıyla delilik felsefesi değildir. Bunun nedeni, delilik felsefesinin kendine nesne olarak gerçekliğin tamamını almasıdır: evrenin doğası, Tanrı’nın varlığı ve şey’lerin tasarısında aklın bulunduğu yer. Örneğin, kişisel kimliğin doğası üzerine derinlemesine düşünmek için yukarıda bahsettiğimiz aynı olayı başlangıç noktası olarak almak, olaydaki “beden değiştirme” konusunun hem tutarlı hem de mümkün olduğunu iddia etmek için delilik felsefesine yaklaşmalıyızdır. Çünkü burada gerçeğe açılan bir pencere olarak tam anlamıyla delilik deneyimi gerçekleşmiştir.

Deliliğin gerçeğe ışık tutmasının birçok yolu vardır. Bu yollardan birini deneyen Kusters, Batı felsefesinin birçok durumda salt “dünyanın eşyalarına”,  bir başka deyişle dünyanın kendi gerçekliğini yaratan şeylerine odaklandığını öne sürmüştür. Peki gerçekliği var eden şey tek bir öz müdür, yoksa daha fazlası mı vardır? Yoksa dünya muntazam bir şekilde doğal türlere mi ayrılmaktadır? Kusters, psikozla ilgili kişisel deneyimlerine de dayanarak, gerçekliğin yalnızca türlere değil, aynı zamanda sınıflara da ayrıldığını ileri sürmüştür. Psikozdaki kişiye dünya bazen gerçekten de gerçekmiş gibi görünür; her şey anlam ve değerle dolup taşmıştır. Psikozun dışında geçen zamanlarda dünya içi boş ve gerçeklikten çok uzak görünür: Ardındaki hakikati gizleyen gölgeler silsilesi… Bazen dünya daha çok gerçek, bazen de daha az gerçek hissedilir. Bu gözlem belki de gerçekliğin sınıflara ayrıldığı fikrinin bir açıklamasıdır.

delilik felsefesi, delilik, çılgınlık, deliliğin felsefesi

Sofia Jeppsson’a göre delilik, bilginin doğasına ilişkin derin anlamlar taşır. Filozoflar şüphecilik’e karşı özellikle tarafsız, teorik bir şekilde yaklaşmışlardır. Elbette aralarında belki de dünyanın zihnin dışında var olduğunun kanıtlanamayacağını kabul edenler vardır. Buna karşın, bir dış dünyanın varlığının, pratik uslamlamanın bir ön doğrusu olduğunu savunan filozoflar da mevcuttur. Zira bu yaşamı sürdürebilmek için tutunacak dallardan birisidir. Bu anlayışın rahatlatıcı etkisi dünyanın gerçekliği, güvenirliği ve dengesi hususunda yoğun şüphe barındıran ve fakat hayatta kalmayı ve hatta ilerlemeyi de başaran birçok delinin yaşadıklarıyla çelişmektedir.

Delilik, din felsefesinin ve zihin felsefesinin ana problemlerine bir açıklama ve aydınlık kazandırabilir. Yirminci yüzyılın başında din felsefesi üzerine çalışmalar yürüten William James ve Rudolf Otto gibi filozoflar, delilik ile mistik aydınlanma arasında keskin bir ayrım bulunduğu fikrinde ısrarcılardı. Buna rağmen Richard Saville-Smith, felsefi ve dinî metinlerin titizce analizinin deli ile mistik arasındaki sınırın tarihsel zeminde her zaman göreli ve yoruma açık olduğunu gösterdiğini savunmuştur. Bu analiz, örneğin, Orta Çağ’ın en önemli mistik figürlerinden birisi olan Margery Kempe’nin deli olup olmadığına dair yapılacak yorumların tümünü baltalamıştır. Burada yapılan dinî deneyim tartışması, bu deneyimleri bir hastalık veya işlev bozukluğu olarak gören tıbbi delilik anlayışının ötesine geçmenin yollarını da aramaktadır.

Deliliğin felsefesinin ne olduğunun taslağını çıkardıktan sonra, baştan çıkarıcı şu iki dürtüyü dizginlemek önemlidir: İlki; deliliğin felsefesini kesin bir şekilde tanımlamaya çalışmak, onu sistematize bir hâle getirmek veya herhangi bir felsefi çalışmanın deliliğin felsefesi çerçevesinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine aceleyle karar vermektir. Burada kesin tanımlara ve keskin sınırlara duyulan ihtiyaç, felsefedeki bir tür sanist (sanizm, zihinsel bozukluğa sahip bireylere karşı geliştirilen sistemik ayrımcılığa veya baskıya atıfta bulunur) ön yargının mirası olarak ortaya çıkmaktadır. Dil, insan deneyimlerinin tüm biçimlerini ifade edebilecek bir yapıya sahip değildir. Zaten bunun için de tasarlanmamıştır. Kaldı ki delilik deneyimini yaşamanın deliliğin felsefesini yapmak için bir gereklilik olduğunu söylemek de zordur. Delilik ister ilk elden deneyimlensin, isterse deliliğe tanıklık edilsin, deliliğin felsefesi bu deneyimden ya da onun izlerinden doğmak durumundadır.

Yapılması gereken şey deliliğin açık ve sabit bir tanımı üzerinde karar kılmamak ve belirli deneyimleri deliliğin tüm biçiminlerini temsil ediyormuş gibi yorumlamamaktır.

Nev Jones ve Mona Shattell tarafından yapılan “Not What the Textbooks Describe: Challenging Clinical Conventions About Psychosis” adlı çalışma, ruh sağlığı uzmanlarının kullandığı kategorilerin delilik deneyimlerinin katıksız çeşitliliğini yansıtmada eksik kaldığını vurgulamaktadır. Delilik felsefesi, hangi deneyimlerin veya düşünce biçimlerinin “gerçek delilik” olduğunu tanımlamaktansa gerçekliği kavrayış biçimimizin ve zihnimizin delilik içindeki yerini anlamaya yönelik bir alandır.

Delilik felsefesi; dünyanın düşündüğümüzden daha anlaşılmaz, daha baş döndürücü ve daha dehşet verici olabileceğini gösterme amacını gütmektedir. Böylece felsefenin doğası hakkındaki temellenmiş varsayımlarımızı altüst etmeye yöneliktir. Daha da önemlisi, deliliğin kendisine veya tıbbi olarak daha yumuşak biçimde ifade edilmiş kardeşi “ruhsal bozukluğa” ilişkin anlayışlarımızı sorgulamaktadır. Bu bağlamda delilik felsefesi belki de deliliği yalnızca ilgi çekici bir tıbbi fenomen ya da akli sapma şanssızlığı olarak görmeyi bırakmamıza ve onun ne söylemeye çalıştığını anlamaya çalışmamıza neden olacaktır.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Justin Garson’ın “What Is the Philosophy of Madness?” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Kaynak Metnin Yazarı: Justin Garson, City University of New York’ta felsefe profesörüdür ve Oxford University Press tarafından yayımlanan “Madness: A Philosophical Exploration” (2022) isimli kitabın yazarıdır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...