Daniel Bell’in ideolojinin sonu tezi
Daniel Bell’e göre on dokuzuncu yüzyılın büyük ideolojileri olan liberalizm ve sosyalizm güçlerini yitirmiştir, artık endüstri toplumunun bireylerini harekete geçirebilecek ideolojiler değildirler. Bell bu durumu “ideolojinin sonu” olarak ifade etmektedir.
Daniel Bell’e göre ideoloji seküler bir dindir: hayatın tüm yönlerini dönüştürmeye çabalayan, “tutkuyla aşılanmış” bir düşünce setidir (Bell: 1988’den akt. Waters, s. 79). İdeoloji düşünceleri toplumsal hareketlere dönüştüren önemli bir işlevi yerine getirir. Duygusal enerjiyi ritüellere ve sanata yönlendiren dine benzer şekilde ideoloji de insanların duygularını serbest bırakmalarını ve enerjilerini siyasal eyleme kanalize etmelerini sağlama kapasitesiyle donatılmıştır. Ancak Bell’e göre bu konuda din çok daha etkilidir; çünkü insanlara ölüm gibi varoluşun temel zorunluluklarıyla başa çıkmada yardımcı olabilir. Buna karşın 19. yüzyılın sekülerleşme süreçleri genel fiziksel bir vakum (boşluk) inşa etmiştir.
İdeoloji kısmen bu boşluğu bireysel ölümlülüğün yerine kolektif başarıların sürekliliğine vurgu yapması sayesinde doldurmuştur. 19. yüzyılın siyasal ideolojileri iki önemli alanda ittifak yapmıştır: bujuvazi tarafından yeterince tanınmayan statülerini pekiştirmeye çalışan yükselen entelektüel sınıf ve ilerlemeyi ölçebilen ve gösterebilen bilimin pozitif değerleri. Ancak Bell bugün ideolojilerin bittiğini vurgular. Bunun üç nedeni vardır:
- Sosyalist rejimlerin kendi halklarına karşı uyguladıkları şiddet içerikli baskılar,
- Kapitalist pazarın en olumsuz etkilerinin iyileştirilmesi ve refah devletinin ortaya çıkışı,
- İnsan doğasının mükemmel olduğunu vurgulayan romantik felsefelerin yerine insanlığın varoluşuna Stoacı yaklaşan yeni felsefelerin ortaya çıkışı (Waters, 1996, s. 79).
Bell zaman içerisinde radikal bütün ideolojilerin ve destekleyicilerinin inandırıcılıklarını ve ikna güçlerini yitirdiklerini düşünmektedir.
Daniel Bell bu nedenle “ideolojinin sonu” tezinin öncülerinden biri olarak bilinir. Bu teze göre kapitalizmin doğasındaki büyük değişimler (sermaye sahipliğinin dağılımı, işçi sınıfının siyasete dahil olması, refah devletinin büyümesi gibi önemli değişimler) sağ ve sol arasındaki eski çatışmanın gücünü azaltmıştır (Bruce ve Yearly, 2006, s. 85-86).
Aslında “ideolojinin sonu” tezinin sahibi Bell’in kendisi değildir. Ancak 1960’da yayınladığı, derlemelerinden oluşan “İdeolojinin Sonu”, “The End of Ideology”, başlıklı kitabı nedeniyle bu tezle özdeşleştirilmiştir (Marshall, 1999, s. 322).
Bell’in ideolojinin sonu tezindeki argümanı şu şekilde özetlenebilir: 19. yüzyıldaki iki büyük siyasal ideoloji olan liberalizm ve sosyalizm 1950’lerin ortamında, sanayi toplumlarında yaşayan insanlar için “harekete geçirme yeteneğini kaybetmiş”tir. Bell’e göre iki büyük ideolojinin “harekete geçirme yeteneğini kaybetmiş” olmasının iki nedeni vardır:
Birincisi, ideolojilerin çatışmasının iktisadi bunalımı ve siyasal baskıyı önleyememesi, ikincisi ise refah devleti uygulamalarının kapitalizme getirdiği uyarlamalardır (Marshall, 1999, s. 322).
Diğer bir deyişle “ideolojinin sonu”, Batı toplumlarındaki demokratik politikaların ve kapitalizmin sonucunda büyük ideolojik çatışmaların hakim olduğu bir dönemin sonuna gelindiği düşüncesini ifade eden bir kavramdır. Bu kavramın; on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda hakim olan çatışmaların üstesinden gelindiğini, ne Marx’ın sınıf çatışmasının ne de Weber’in bürokrasinin demir kafesinin yaratacağı tahakkümlerin gerçekleşmediğini ima eden iyimser bir kavram olduğu ileri sürülmektedir (Horton, 2006, s. 34).
Kaynak: Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s. 3-5, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3552 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2386