Müzik felsefesi
Müzik insan deneyiminin bir parçası olarak doğrudan doğruya felsefenin konusudur ve müzik hakkında kimi filozofların oldukça ilgi çekici görüşleri vardır.
Müzik insanlara evrensel bir değer ve deneyim sunar. Öyle ki sıradan bir zil sesinden ruhu derinden sarsan deha eseri senfonilere kadar, müzik insan yaşantısının her yerinde ve her şeyde vardır. Bu nedenle felsefenin bu konuya eğiliyor olması oldukça doğaldır.
Her ne kadar bazı fikirler oldukça tuhaf görünse de müzik felsefesi, felsefenin en kendine has alanlarından birisidir.
Platon: Her müzik dinlenmez
Platon, Sokrates’in öğrencisiydi. Fikirleriyle Batı felsefesinin temellerini oluşturan Platon, müzik felsefesinin de öncü isimlerinden birisi olmuştur. Platon müziğin değerini onun taklitçi yönünde görüyor ve insani duyguları taklit ettiği ölçüde değerli olduğunu düşünüyordu.
İlgili konu: Taklit olarak sanat
Platon müziğin eğitimde kullanılarak toplumun ahlaki yapısını iyileştirmek için bir araç hâline getirilebileceği görüşündeydi. Bunun yanında müziğin insanlara ters etki de yapabileceğini iddia ederek o dönemde yaşanan toplumsal karmaşanın nedeni olarak toplumu oluşturan bireylerin farklı müzik zevklerine sahip olmalarını gördü.
Platon’a göre hangi müziğin icra edilebileceği filozof-krallar tarafından düzenlenmelidir. Bu da bize çoğu müzik türünün yasaklanması gerektiği sonucunu verir.
Platon’un arzu ettiği gibi müzik türlerinin izinlerini filozof-krallar verseydi bugün sadece Dorian ve Frig müzikleri elimizde kalırdı ki bunlar da sırasıyla savaşçılara ve barış zamanında çalışan erkeklere hitap ettiği için… Lidya kültürü gibi kültürlerin müzik türleri ise insanları tembelleştirdiği için yasaklanırdı. Bir benzetme yapmak gerekirse bu, toplumda görülen tüm hastalıkların sorumluluğunu Mi majöre yüklemek gibi bir şey olurdu.
Schopenhauer: Müzik en yüce sanattır
Arthur Schopenhauer 19. yüzyılda yaşamış bir Alman filozoftur. En çok pesimist dünya görüşü, Budist ve Hindu dünya görüşlerini Alman felsefesine sokması ve müzik sevgisiyle tanınır.
Schopenhauer’in müziğe bakışını kavramak için onun dünya görüşünü anlamak gerekir. Ona göre özünde anlayabileceğimiz tek şey, fiziksel varlığımızdır. Fiziksel varlığımız, mücadele etmek ve arzulamak olarak hissettiğimiz “İstenç” ya da “Yaşama Arzusu” tarafından yönlendirilir. Diğer her şey metafizik düzeyde İstenç’ten ibarettir.
Etkileşimde bulunduğumuz çevre bu İstenç’in bir temsilidir. İstenç tatmin edilemezse dünya kederle damgalanır. Yalnızca İstenç’i yadsıdığımız anlarda biraz huzur bulabiliriz. İşte sanat da bunu yapabilmemiz için bize fırsat sunan şeylerden birisidir.
Müzik, tüm sanat biçimlerinin en yücesidir. Çünkü müzik sadece İstenç’in bir parçasını değil, onun bütününü karşılar. Bu da sanatı tüm dünya ile aynı tezahür seviyesine koyar:
“Dünya var olmasaydı da müzik var olabilirdi.”
Önemli olan müziğin bize bir şeyler hissettirebilmesi değil, İstenç duymak zorunda kalmadan yaşamamıza olanak sağlamasıdır. Müzik bize, bizi arzudan azade edip daha yüksek bir gerçeklikle bağlantı kurma şansı tanımaktadır: İstenç.
Schopenhauer, içinde yaşadığımız dünyanın korkunç ve de hayatın acı verici olduğuna inanan huysuz bir ihtiyardı. Bir gün, kapısının önünde çok çok yüksek sesle konuştuğu için bir kadını merdivenlerden aşağı itmiştir. Bu olaydan yıllar sonra bir gün, kadının öldüğünü duyunca içsel bir rahatlama yaşamıştır; çünkü ölen kadına, ona zarar verdiği için düzenli olarak ödediği tazminat da böylece sona ermiştir. Yani müzik, onun gerçek anlamda haz aldığı birkaç şeyden birisidir.
Adorno: Pop bağnazlıktır
Theodor Adorno, Frankfurt Okulu’nun en önemli parçalarından birisi olan Marksist bir filozoftu. Müziğin sosyoloji ve siyasetle nasıl iç içe geçtiğiyle oldukça ilgiliydi. Frankfurt Okulu’nun diğer filozoflarından farklı olarak Adorno klasik eğitim almış bir besteciydi ve modern müzik teorisi hakkında geniş bilgi sahibiydi.
Adorno, müziğin onu üreten toplumun doğasında var olan çelişkileri, toplumun ana eğilimlerin etkisine kapılmadan gösterebileceğini savunmuştur. Örneğin, besteci Arnold Schoenberg’i ve onun müziğini oldukça methetmiştir; çünkü onun sistemi mevcut toplumsal sınırlamalardan arınmış, mevcut eğilimlerden ziyade yeni bir yol izlemiş ve haz almak için, kendisine odaklanmayı gerektirmiştir.
Öte yandan, popüler müzik, sadece “kültür endüstrisinin” bir ürünüdür. Ona göre popüler müzik sanatsal değeri sınırlı ve kitleleri bağdaşıklığa ve hatta bağnazlığa sürükleme potansiyeli olan bir metadır. Bu fikir onu caz müziği her zaman kötü olarak görmeye yöneltmiştir.
Adorno, caz müziğin tamamını kendi “popüler müzik” kavramlarının içine yerleştirmiştir. Yaşamı boyunca hem caz müziği hem de onun savunucularını eleştirmiştir. Örneğin, cazın doğaçlamayı ve daha önce duyulmamış ritim değişikliklerini özendirerek görünüşte özgürleştirici olduğunu; ancak yine de yalnızca çeyrek vuruşluk notaya ve güçlü bir bas davula dayandığını söylemiştir. Cesurca ve yeni bir şey gibi görünse de caz hâlâ seri üretilip müşterilere satılabilecek bir metaydı onun için.
Bu yaklaşımı ırkçı ve Avrupa merkezci olduğu, yanlış bilgiler içerdiği gerekçesiyle tepkilere neden oldu. Marksist tarihçi ve müzik eleştirmeni Eric Hobsbawm Adorno’nun caz hakkındaki görüşlerini “caz hakkında söylenmiş en aptalca sözlerden bazıları” olarak nitelendirdi. Caz gitaristi Volker Kriegel, Adorno’nun John Coltrane ya da Charlie Parker’ın kim olduğu hakkında hiçbir fikri olmadığını söyleyerek tepkisini gösterdi.
Adorno ölümüne kadar geçen sürede kültürel konular üzerine yazdığı yazılarda popüler müziği aşağılamaya devam etti.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Scotty Hendricks’in “Three strange takes on the philosophy of music” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Kaynak Metnin Yazarı: Scotty Hendricks
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM