Felsefe hakkında her şey…

Anlamın dehşetengiz doğası: Anlam sorunu üzerine tedirgin edici bir inceleme…

08.07.2024
Anlamın dehşetengiz doğası: Anlam sorunu üzerine tedirgin edici bir inceleme…

Korku, kaçabileceğiniz bir şeydir. Dehşet verici bir yüzleşme yaklaştığında ortaya çıkan savaş ya da kaç hissidir. Buna karşın korku kaçınılmazdır. Görülmemesi mümkün olmayan bir şeye bir an bakarsınız ve bir anda, tanıdık olanda yabancı bir şeyler gizlendiğini fark edersiniz; yakınınızda tuttuğunuz şeyin düşündüğünüz şey olmadığını anlarsınız.

Felsefe, korkunun yarattığı müthiş gerilimi hissetmek için bizlere birtakım fırsatlar sunar; çünkü bizden, kanıksadığımız fikirlerin üzerindeki örtüyü kaldırmamızı ve bunların özünde saklı olanlarla yüzleşmemizi ister. Bedenlerimiz yabancı organizmalar arasında muazzam bağlar taşırken ve hücrelerimizden tutun da inançlarımıza kadar bizimle ilgili her şey zaman içinde değişirken nasıl olur da bir ömür boyu kimliklerini koruyabilen bireyler olarak kalabiliriz? Bir davranışın nasıl etik değer kazandığına dair bunca farklı teori varken o davranışın iyi ya da kötü olduğuna nasıl karar verebiliriz?

Anlamın anlamı

Diğer tüm kavramlardan daha fazla, anlam ve anlamsızlık kavramlarının sorgulanmasında özellikle tedirgin edici bir şey vardır. Tüm aşklarımız, hırslarımız ve korkularımızla birlikte hayatlarımızın bir anlamı olduğunu nereden bilebiliriz?

Anlam her yerde varmış gibi görünüyor. İnsanların düşünceleri, sözleri ve yazıları anlam taşır. Resimler ve haritalar insanları ve yerleri temsil eder. Topraktaki izler geyiklerin hareketleri hakkında bilgi verir ve matematiksel denklemlerdeki değişkenler “sayılar” olarak ifade edilir. Tüm bu örnekler altta yatan tek bir fenomenin farklı versiyonları mıdır?

Anlam sorunu üzerine düşünmek rahatsız edicidir; çünkü yaşamımızla yakından ilişkili olanı ele alır, bu konudaki cehaletimizi vurgular ve bize biraz çılgınca görünen bir çözüm listesi sunar.”

Anlam sorunu üzerine kafa yoran pek çok insan böyle düşünüyor olsa da fikir birliği kısa süre içinde sona erer. Binlerce yıllık sorgulamaya rağmen, kimse anlamın ne olduğunu ya da nasıl işlediğini gerçekten bilmiyor. Anlamın nasıl işlediği hakkında ne şekilde düşünülmesi gerektiği konusunda bile fikir birliği yoktur. Kötümser bir ruh halinde olan biri, bu sorun üzerine yapılan çalışmaların mirasıyla karşılaştığında, insanlığın anlamın kabuğunu yarıp katmanlarını soymaya başlamamızı sağlayacak gerekli bir kavrayış ya da araçtan yoksun olduğu sonucuna varabilir. Bununla birlikte, kendilerini anlamı anlamaya adamış insanlar genellikle “buzdağı” benzetmesi olarak adlandıracağımız benzetmede ortaklaşırlar.

Buzdağı yaklaşıyor

Buzdağı benzetmesinin temelinde, gözlemlediğimiz ve etkileşimde bulunduğumuz anlam alanının, anlam‘ın tümünü oluşturmadığı yatmaktadır. Aksine, her anlam örneği bir buzdağının açıkta kalan kısmı gibidir. Yüzeyin altında, her bir parça muazzam bir taşıyıcı kütleye dayanır ve bu kütle bir şekilde gözlemlenen dünyaya anlam kazandırmaktan ve bu anlamların içeriğini belirlemekten sorumludur.

Kaldırım kenarında bir cüzdan bulduğunuzu düşünün. İçini açıp bir kimlik kartı çıkardığınızı ve cüzdandaki bilgileri, kimlik belgesindeki fotoğrafı ve ismi yorumladığınızı düşünün. Buzdağı analojisine göre, yorumlama eyleminizi mümkün kılan gizli bir dünya ile karşı karşıya kaldınız. Buzdağı anlam teorilerinin üzerinde anlaşamadığı nokta, bu gizli dünyayı ne tür şeylerin, süreçlerin ya da güçlerin oluşturduğu.

20. yüzyılda pek çok düşünür, Batı analitik felsefesinin, insanların dil kullanımına rehberlik eden örtük kuralları ve kavramsal ilişkileri açıklama görevi için benzersiz olduğunu düşünmeye başladı. Bu dil bilimsel yönelime katılarak, son yüzyılda ortaya çıkan birçok önemli anlam teorisi, insanların dili kullanma biçimleri açısından sözcüklerin ve tümcelerin anlamlarını açıklamaya odaklanmıştır. Eğer bir buzdağının görünen kısmı bir dil örneğiyse bu anlam temelli teoriler su altındaki kütlenin o dil parçasıyla etkileşen insanlarla dolu olduğunu savunur. Farklı teoriler, bu insanların kim olduğu ve tam olarak ne yaptıkları hakkında farklı bilgiler verir. Örneğin, bazı teoriler buzdağının alt kısmında, buzdağının üst kısmındaki dile başvuran kişinin farklı hallerinin bulunduğunu söyler.

Bu teorilerin doğru olması için nelerin gerektiğini gerçekten düşünmeden baş sallamak kolaydır. Başlangıç olarak, kendinizin farklı versiyonlarının bir sözcüğü kullanma biçimlerinin, gerçekte kullandığınız bir sözcüğün anlamını nasıl belirleyebileceğini tasavvur etmek için bir çatıya gereksinim duyarız. Bu tür senaryoları kurgulamanın etkili bir yolu, “köpek” gibi bir kelimeyi farklı evrenlerde farklı şekillerde kullanan farklı versiyonlarınızı hayal etmektir. Çoklu evrenler popüler bir olay örgüsü kurgusu haline gelmiştir, bu nedenle tüm olası şeylerin nihayetinde gerçekleştiği sonsuz sayıda kendi içinde tutarlı evren fikri o kadar da garip görünmüyor olabilir. Garip olan, bu evrenlerden bazılarının ya da filozofların deyimiyle mümkün dünyanın, dünyamızdaki şeylerin anlamlarını etkilediği fikridir. Çoklu evren çerçevesini terk edersek karşı olgusal kullanıma dayalı anlam teorilerindeki tuhaflık nüvesi korunur; çünkü bu tür teoriler anlamın insanların eylemde bulunma şekillerine göre biçimlendiğini ileri sürer. Sanki sözcüklerimizin anlamları, mümkün olanın yansımalarıyla şekilleniyor gibidir.

Anlam için bilime başvurmak

Bu teoriler kadar tuhaf ama kapsamı daha geniş olan kimi teoriler ise sadece dili değil, tüm anlam biçimlerini açıklamayı amaçlamaktadır. Ağaçlar yer altı kök ağları aracılığıyla iletişim kurar, hayvanların duyu organları çevrenin özelliklerini yansıtır ve DNA’nın bir organizmanın nasıl inşa edileceğine dair bilgi içerdiği kabul edilir. Filozoflar yere sağlam basarak bu farklı anlamlar için ortak bir temel sağlamaya çalıştıklarında, sağlam zemini farklı yerlerde bulurlar.

Kimi biyolojiye bakar. Bilim insanları 20. yüzyılda evrim, kalıtım ve moleküler genetik teorilerini bütünleştirerek doğal seçilim düşüncesine bir dayanak kazandırmıştır. Genellikle modern bireşim olarak adlandırılan bu başarının, yaşam hakkında düşünmek için birleştirici bir çerçeve sağladığı görülmüştür. O zamandan beri, bazı filozoflar bu çerçeveyi genel olarak canlı sistemleri anlamlandırmak için kullanmaya çalışmışlardır. Bu doğal seçilim teorisyenleri için buzdağının görünen kısmı, kelebek kanatlarını dev bir çift göze benzeten renk desenleri gibi anlamlı bir içerikle alakalı bir özelliktir. Doğal seçilim teorisyenlerinin, temel anlam biçimlerinin evrimsel zaman içinde nasıl birbiri üzerine inşa edilerek sonunda insan dili gibi daha sofistike anlam biçimlerini ortaya çıkardığına dair anlatacak komplike bir anlatıları vardır. Ancak doğal seçilim teorilerini besleyen ana fikir basittir: Biyolojik işlevler anlamın temelidir.

Kelebekler öldüğünde, biyologlar kelebeklerin sahte gözlerinin bir işlevi olmadığı için öldüğünü söylemezler. Sahte gözlerin işlevlerini yerine getiremediğini söylerler. Anlam ilişkileri de aynı şekilde işliyor gibi görünüyor. Eğer konser akşam 9’da başlıyorsa ve ben size “Konser akşam 7’de başlıyor.” diyorsam, o zaman benim ifadem anlamını yitirmez. Sadece gerçekliği doğru bir şekilde temsil etmekte başarısız olur. Doğal seçilim teorisyenlerine göre, biyolojik işlevler başarısızlığa rağmen devam eder çünkü tarih tarafından belirlenirler. Sahte göz özelliği yırtıcıları korkutup kaçırma işlevine sahiptir; çünkü bu, kelebeklerin atalarının sahte göz özelliğini aktarmasınının bir sonucudur. Tüm bunları buzdağı benzetmesine uyarlarsak doğal seçilim teorileri buzdağının gizli tabanının dünya ile temas eden ve derin zaman boyunca kaderlerini belirleyen atalarımızla dolu olduğunu iddia eder.

Ancak biyoloji, anlamla ilgili olduğunu düşünen ve 20. yüzyılda çığır açan tek bilim alanı değildir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda matematikçiler ve iletişim mühendisleri bilgi teorisi adı verilen matematiksel bir iletişim teorisi geliştirdiler. Böyle bir teori için ilk motivasyon, dijital bilgisayarlar gibi elektrikli iletişim teknolojilerinin sınırlarını anlamak ve böylece optimize edilebilmelerini sağlamaktı. Bu tür bir düşünce, bilim insanlarının iletişim sistemleri, entropi ve termodinamiğin ikinci yasası arasındaki derin ilişkiyi ortaya çıkarmasına yol açtı.

Genel bir anlam teorisi inşa etmek için sağlam bir zemin arayan filozofların neden bir fizik yasasına bağlı matematiksel bir iletişim teorisine yöneldiğini anlamak kolaydır. Sorun şu ki, enformasyon teorisi anlamın var olduğunu varsaysa da anlam sorununu tamamen bir kenara bırakır. Anlam iletişimin ayrılmaz bir parçası olduğu için bu kulağa garip gelebilir. Ancak enformasyon teorisi, mesajların anlamları hakkında hiçbir şey söylemeyen metriklerle iletişim sistemlerinin faydalı bir şekilde analiz edilebileceğini göstermiştir. Enformasyon teorisi felsefecileri, enformasyon teorisinin kavramsal mekanizmasını anlam alanına yaymanın bir yolunu aramaktadır.

Bunun nasıl yapılacağı belirsizdir, bu nedenle enformasyon teorisine dayalı açıklamalar için anlam buzdağı özellikle bulanıktır. Her ne oluyorsa, muhtemelen teknokratik bir görünüme sahip olacaktır. Bilgi teorisinin temel çerçevesi, farklı olasılıklarla gönderebilecekleri bir ileti derlemesine sahip bir gönderici ile başlar. Gönderici bir mesaj seçer, bunu bir işarete kodlar, işareti bir kanal aracılığıyla alıcıya gönderir, alıcı da işareti çözerek mesajı yeniden oluşturur. Bu terimlerle ifade edildiğinde, teori yalnızca iletişim kurmak için modern teknolojileri kullanan insanlar için geçerli gibi görünebilir. Ancak, örneğin gönderici bir göz ve alıcı bir beyinken çok daha kapsamlı bir uygulamaya tabi tutulabilir. Yani buzdağının görünen kısmı, bir kanal boyunca ilerleyen mesaj kodlu bir sinyal olabilir. Buzdağının altındaki kısım anlamdan bağımsız bilgi ölçütlerini ya da göndericinin göndermiş olabileceği tüm olası mesajlarla ilgili başka bir şeyi içerebilir veya belki de anlamı açıklamak için kullanılabilecek sinyallerin kodlanması ve deşifre edilmesi eylemiyle ilgili bir şey bulunabilir.

Dehşetengiz anlam problemi

Şimdiye kadar anlam teorisinin sadece üç çeşidine göz atabildik. Radikal farklılıklar gösteren çok daha fazlası var. Sadece bu küçük 20. yüzyıl tablosu içinde, farklı teorilerin birbirlerini nerede tamamladığını veya birbirleriyle nerede çatıştığını belirlemek zaten zordur. Filozoflar farklı anlam teorilerini karıştırma ve eşleştirme özgürlüğüne sahiptir çünkü teorileştirmelerini kısıtlayacak çok az şey vardır. Yukarıda incelenen teorilerden herhangi biriyle ilgili olarak nasıl kanıt üretilebilir? Teorilerden biri doğru olsaydı, bunun antropoloji, duyusal fizyoloji ya da makine öğrenimi gibi anlama doymuş bir dünyayı varsayan diğer araştırma alanları için ne gibi sonuçları olurdu? Hâlâ eleştirel tartışmalar yapılmasını bekliyoruz.

Anlam sorunu üzerine düşünmek tedirgin edicidir; çünkü hayatımızla yakından ilgili bir durumu ele alır, bu konudaki cehaletimizi vurgular ve bize biraz çılgınca gelen bir çözüm listesi sunar. Kalplerimizi katılaştırsak ve anlam fikrini insan zihninin bazı sapkın eğilimleri tarafından sürdürülen bir canavar olarak görsek bile, dehşetten kaçamayız. Hepimiz anlamın musallat olduğu bir dünyayı deneyimliyoruz. Hayaletleri kovsak da onları açıklamada başarılı olsak da dünyaya ve kendimize duyduğumuz tanıdıklığı sürdüremeyiz.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Kelle Dhein’in “The horrifying problem of meaning” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...