Ne kadar empati, çok fazla empatidir? Empatide sınırı belirlemek nasıl mümkün olabilir?

İnsanoğlunun tüm icatlarının hikâyesi iki noktada düğümlenir. Bunlaran ilki, dünyanın iki kampa ayrılmasıdır: Teknoloji iyimserleri ve teknoloji kötümserleri. Ancak orta noktada bulunan makul, düşünceli tiplere aittir bir başka söylem daha vardır:
“Hiçbir teknoloji doğası gereği iyi ya da kötü değildir. Onu bu hâle getiren, onu kullanan insanlardır.”
Matbaa; bilim kitapları ve felsefi incelemelerin yanı sıra pornografi ve bomba tarifleri de basabilir. İHA’lar acil durumlarda ihtiyaç duyulan malzemeleri dağıtmak ya da bir eve bomba atmak için kullanılabilir. Silahlar insanları öldürmez; ateş edenler öldürür.
Ama bu sadece yapay buluşlarla ilgili değildir; burada aynı zamanda kendi doğal yetilerimiz de söz konusu. Çok zeki bilim insanları bize mikrodalgalar ve radyo teknolojisi sağlayabilir; ama aynı zamanda tank ve şarbon da üretebilirler.
“Empati” ile ilgili problem, bunun oldukça geniş bir kavram olmasıdır; birbiriyle örtüşen ve genellikle birbirinin yerine kullanılabilen fikirlerle doludur. Empati genellikle “empati duyma becerisi” ve “şefkat”in bir kombinasyonu olarak kabul edilir. Empati duyma becerisi, diğer insanların ne düşündüğünü çıkarsama yeteneğimizdir. Eğer deniz tatiliniz üzerine iki saatlik güzel bir sohbet yapıyorsak ve ben bu sırada başınızın üzerindeki saate sıkça bakarsam bu sohbetten biraz sıkıldığım sonucunu çıkarabilirsiniz. Bu, empati duyma yeteneğinin devreye girdiği anlamına gelir. Bazen başkalarının niyetlerini beden dili ve diğer sözsüz ipuçları gibi şeylerden çıkarırız. Konuşmalarının tonlamasından, ritminden ve vurgusundan da çıkarım yapabiliriz. Ancak çoğu zaman, empati duyma yeteneğini birinin göz hareketlerinden de çıkarsayabiliriz
Klinik Psikolog Simon Baron-Cohen 1990’larda bebeklerin empati duyma yeteneğini “ortak dikkat” yoluyla öğrendiğini öne sürdü. Bir baba bir uçağı işaret eder ve “Bak! Bir uçak!” der. Baba ve çocuğu aynı şeye bakarken görülür. Niyetleri aynı yöne dönüktür. Böylece çocuk, iki insanın aynı şekilde düşünebileceğini öğrenir.
Elbette farklı insanlar farklı derecelerde empati duyma yeteneğine sahiptir. Çoğu insan başkaları hakkında toplumun varlığını sürdürmesine yetecek kadar fikir yürütebilir. Bazıları ise çok geçmeden doğaüstü bir empati duyma yeteneğine sahip olduklarını fark eder; insanların düşüncelerini okuyabilir ve niyetlerini diğerlerinden çok daha kolay tahmin edebilir. Bir iş arkadaşlarının neden ağladığını sormalarına gerek kalmadan bunu bilirler. Bir arkadaşlarının ne zaman yardımlarına ihtiyaç duyacağını anlarlar. Doğru soruları sorar ve bir sohbeti danışmanlık hizmeti veren bir kâhinin maharetiyle yönlendirirler.
Onlara bir araç bahşedilmiştir. Peki bunu nasıl kullanacaklar?
Hoffman: Şefkat yorgunluğu
Empati duyma yeteneği empatiyi açıklamak için tek başına yeterli değildir. Birinin ne düşündüğünü veya hissettiğini bilmek sizi o kişiye yardımcı olmaya yönlendirmez. Bunun için şefkate ihtiyacımız vardır. Örneğin, üzgün olduğunuzu ve eylemlerimin sizi üzdüğünü gayet iyi bilmeme rağmen, size yardım etmek için hiçbir zorunluluk hissetmemem mümkündür. Ya da, özellikle acımasız bir kötü adam, birinin duygularını nasıl manipüle edeceğini bilmekte çok iyi olabilir ve bu bilgiyi, acıyı hafifletme niyeti olmaksızın maksimum acıya neden olmak maksadıyla kullanabilir.
Bu tanıma göre, empati duyma yeteneğinin empatiye dönüşmesi için şefkate ihtiyaç duyduğumuzu söyleyebiliriz. Empati duyma yeteneği ahlaki bakımdan bağımsızdır. Merhamet ya da bencillik gibi güdüleyici duygularımız empati duyma yeteneğimizi haklı ya da haksız hale getirir.
Ancak Gündelik Felsefe asla bu kadar basit değildir ve burada başka bir mesele daha vardır. O da birinin gereğinden fazla şefkatli olması durumunda ne olacağıdır. Diyelim ki birinin hem iyi işleyen bir empati duyma yeteneği hem de fazlasıyla yüksek bir şefkat düzeyi var. O zaman ne olacak? Hoffman buna “empatik aşırı uyarılma” diyor. Bir kişi diğer insanların duygularının yoğunluğu karşısında kendini o kadar yıpranmış hisseder ki bu onu yıpratır – onların sıkıntısını kendi gerçek sıkıntısı hâline getirir. Bu kötü bir şey gibi görünmeyebilir. Sonuçta, bir başkasının çektiği acıdan dolayı kişisel bir elem hissedersek, ona yardım etmeye daha hevesli oluruz. Ancak Hoffman, bu tür bir aşırılığın “şefkat yorgunluğuna” yol açacağı konusunda uyarıyor. Şefkat duygumuzu azaltırız. Kalbimizi bir taş parçası gibi hissederiz.
Sarkaç
Empati sahibi kişi iki arada bir derede kalmıştır. Eğer hiç şefkat duymazsa manipülasyona veya Makyavelizme yönelme riskiyle karşı karşıya kalır. Eğer çok fazla şefkat gösterirse yorgun ve umursamaz olur ki bu da onu tekrar şefkatsizliğe götürür. Gerçekten, ahlaki açıdan empatik kişi, bu ikisi arasındaki ipte şefkatle tutunan kişidir.
Bu pratikte neye benziyor? Bu her bireye ve onların “şefkat yorgunluğuna” dayanma kapasitelerine bağlıdır. Örneğin Mahatma Gandhi, hizmet ve şefkat duygumuzu sürekli artan çevrelere yaymaktan bahsetmiştir. Peter Singer bu fikri bir kitap hâline getirmiştir. Kendimizden başlıyoruz, ailemize, sonra mahallemize, sonra ülkemize, sonra dünyaya, sonra da evrene doğru ilerliyoruz. Çoğu insanın bu süreçte bir tür şefkat yorgunluğu yaşayacağından şüpheleniyorum. Bu da iki seçenekle karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor. Ya kendimizi daha şefkatli olmak için eğiteceğiz, empatik kaslarımızı çalıştırarak daha fazla duygusal etki yaratacağız. Ya da merhametimizi daha dar çevrelerle sınırlandıracağız.
Sonuçta nereye kadar şefkatli olabilirsiniz ki?
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jonny Thomson’ın “Everyday Philosophy: How much empathy is too much empathy?” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
Şefkat yorgunu olmadan insanlara güzellik ve yardımlarımızı esirgemeyeceğimiz bir dünya dileğiyle..