Felsefe hakkında her şey…

Tuhaflaştırın! Tuhaflık, kişisel bir başarısızlık olmaktan ziyade kolektif bir kopuştur ve sosyal senaryoyu yeniden yazmak için bir şans doğurur…

16.10.2024
Tuhaflaştırın! Tuhaflık, kişisel bir başarısızlık olmaktan ziyade kolektif bir kopuştur ve sosyal senaryoyu yeniden yazmak için bir şans doğurur…

Bir adam, iş arkadaşlarının cinsiyetçi davranışlarını, gündeme getirmesi gerektiğini biliyor, ancak bunu yapmıyor; çünkü onlar onun arkadaşları ve adam da durumu tuhaf hâle getirmek istemiyor. Bir öğretmen, meslektaşlarının çapkınlık dedikodularından rahatsızlık duyuyor; ama bu duruma dönük hiçbir şey söylemiyor; çünkü bu konuyu açmak tuhaf kaçacak. Bir kişi yakın zamanda yakınını kaybetmiş bir iş arkadaşıyla karşılaşıyor ve arkadaşının kaybını ona karşı dile getirip getirmemek konusunda tereddüt ediyor; ne diyeceğini bilemediği için de konuyu hiç açmıyor.

Tuhaflık hakkında sık sık şakalar yaparız; bu, çağdaş mizahın temel unsurlarından biridir. “Tuhaf!” ünlemi, sosyal gerilimi yatıştıran yumuşak bir yön değiştirme işlevi görür. Gerçek ise daha serttir. Tuhaflık komik olabilir; ama aynı zamanda ciddiyetli de olabilir; eylemde bulunmamız gerektiğini bilsek bile hareket etme kabiliyetimizi engeller ve regl, para, menopoz, ölümlülük gibi önemli konular hakkındaki olası diyalogları önler ya da çıkmaza sokar. Tuhaflıktan kaçınma arzusu güçlü bir sosyal ket vurma işlevi görerek insanların seslerini yükseltmelerini engeller ve sorunlu sosyal ve ahlaki normlara uyulmasını güdüleyebilir. Tuhaflık komik, ilginç, günlük bir olay mı, birlikte yaşamayı öğrenmemiz ve hatta kucaklamamız gereken bir fenomen midir? Ahlaki karar verme ve sosyal değişim üzerinde olumsuz etkileri olan ciddi bir sosyal ketleyici midir? Ya da gerçekten tuhaf bir biçimde her ikisi de olabilir mi?

Çoğu zaman tuhaflığın kişisel bir sorun olduğu düşünülür. Awkwardness (“Tuhaflık”) (2024) adlı kitabımı yazarken keşfettiğim en şaşırtıcı şeylerden biri, kaç kişinin kendini tuhaf olarak tanımladığı ve insanların bu etikete ne kadar bağlı olduğuydu. Filmler ve popüler kültür, tuhaf insanlar fikrini pekiştiriyor; bu kişiler tipik olarak eğilimlere veya sosyal normlara uymayan, sosyal açıdan beceriksiz uyumsuzlar olarak tasvir ediliyorlar. Bireyler üzerindeki bu yoğunlaşma, tuhaflıktan kaçınmanın en iyi yolunun sessizlik ve uyumluluktan -diğerlerini taklit etmek, uyum sağlamak ve hiçbir şey söylememekten- geçtiğini öne sürüyor.

Ancak bu hikâyenin yalnızca görünen kısmıdır ve tuhaflığı birçok açıdan hatalı yorumlamaktadır. Evet, tuhaflık mevcut sosyal normlara uymadaki başarısızlıktan kaynaklanır. Ancak bu başarısızlık bireysel değildir ve tuhaf insanlar açısından düşünmek yerine, tuhaf durumlar açısından düşünmemiz gerekir. Evet, tuhaflık acı verici ve nahoş olabilir. Ancak utanç verici değildir ve mahcup olunacak bir şey de değildir. Genel kanının aksine, tuhaf anlarımız gülünç değildir. Bu anları içimize atmak yerine, onları daha yakından gözden geçirmeliyiz. Çünkü tuhaflığın gerçek doğasının farkına vardığımızda, onu bireysel bir başarısızlık olarak görmeyi bırakabilir ve toplumsal değişim için bir fırsat şeklinde okumaya başlayabiliriz. Kısacası, tuhaflığı daha az kişisel algılamalı ve daha fazla ciddiye almalıyız.

Tuhaflık nedir? Bu zor bir soru gibi görünüyor. Çoğumuz onu gördüğümüzde veya deneyimlediğimizde anlarız; ancak bunun tanımını yapmak gerçekten zordur. Bunun nedeni kısmen tuhaflık üzerine yapılan ampirik çalışmaların onu utancın bir türü veya belirtisi olarak ele alma eğiliminde olmasıdır. Ancak bunda bir yanlışlık var. Utanç, bir birey sosyal bir hataya düştüğünde ortaya çıkar; bu durumda beliren karakteristik yüz ve beden ifadeleri bir tür özür dilemeyi içerir. Dolayısıyla utanç bir tür sosyal onarım aracıdır. Ancak tuhaflık farklıdır; bireyin neden olduğu bir şey değildir ve bireyin kendi başına çözebileceği bir şey de değildir; bir tür sosyal kopuş durumudur. Utançta söz konusu olan başarısızlık, mevcut normlara uyma konusundaki başarısızlıktır. Tuhaflık ise farklıdır; uymamız gereken bir sosyal senaryo olmadığında ortaya çıkar. Başka bir deyişle, utanç sosyal olarak belirlenmiş senaryoları ihlal ettiğimizde ortaya çıkar; tuhaflık ise bize rehberlik edecek reçetelerden yoksun olduğumuzda belirir.

İnsanlar genellikle tuhaflığın kendileriyle ilgili olduğunu düşünürler; tuhaf olan ya da olmayan kendileridir. Ancak tuhaflık kolektif bir süreçtir. Daha doğrusu, kolektif bir başarısızlıktır. Tuhaflık, Adam Kotsko’nun ‘yıkım yoluyla kavrayış’ dediği şeyi sunan bir tür normatif negatif alandır. İnsanlar kendilerini aniden bir etkileşim ya da olay boyunca kendilerine rehberlik edecek bir sosyal senaryo olmadan bulduklarında ortaya çıkar. ‘Senaryo’ terimi oyun oynamayı çağrıştırır ve bu da tuhaflığı anlamak için iyi bir yol olabilir. Ancak tuhaflığın verdiği ders, hayat dramasında sadece oyuncu değil, yazar da olduğumuzdur.

Bu bir randevu mu yoksa iş yemeği mi? İki kişi farklı cevaplar verdiğinde: Tuhaf!

Sosyolog Erving Goffman, sosyal etkileşimin çeşitli roller üstlendiğimiz bir tür gösteri biçimi olduğunu belirtmiştir. Bir gösteri başarısız olduğunda, oyuncu kendini kötü hisseder. Burada Goffman’ın terimini kullanırsak, ”saygınlığını” kaybeder. Belki de seyircinin ona vermeyeceği bir rolü oynamaya çalışıyordur. Örneğin başarısız bir flört girişiminde bulunmuş ya da reddedilen bir evlilik teklifi yapmıştır; soğukkanlılığını kaybedip gösteriyi berbat etmiştir. Rollerimiz ve izleyicilerimiz ‘ayrılmıştır’, böylece tuhaflık, örneğin bir randevudayken patronunuzla karşılaştığınızda veya ebeveynlerinizle seks hakkında konuşmak zorunda olduğunuzda ortaya çıkabilecek türden rahatsız edici bir çatışmayı önler. Ancak bazen bu çatışma kaçınılmazdır ve işler tuhaf bir hâl alabilir. My So-Called Life (1994-5) adlı TV programındaki bir karakter sorunu şöyle özetlemiştir:

“Benim korktuğum şey, sizi tamamen farklı şekillerde tanıyan insanların aynı yerde bulunmalarıdır.”

Sosyal edimin ‘anlık’ doğası, tiyatro ile bir ayrışmaya işaret eder. Bir senaryoyu ezberleyen bir aktörün aksine, gündelik etkileşimlere rehberlik eden sosyal senaryolar son derece esnektir ve açık bir görüşme ya da değerlendirme olmaksızın hızla değişir. Tek bir kişi bir gün, hatta tek bir öğleden sonra boyunca birçok rol oynayacaktır. Bu anlamda, etkileşimlerimiz senaryolaştırılmış bir dramadan çok sosyal doğaçlamaya benzer. Doğaçlama gibi, başarılı sosyal etkileşim de sahneye uymaya istekli iş birlikçi bir partnere bağlıdır.

Dünyayı yönlendirmemize yardımcı olan sosyal göstergeler açık olandan -kıyafet kuralları; bir parti davetiyesinde yazan ‘hediyesiz’ ibaresi- neredeyse belirsiz olana kadar çeşitlilik gösterir. Göstergelerin belirgin olduğu yerlerde bile, genellikle dile getirilmeyen fikirler mevcuttur: ‘Siyah kravat’ ya da ‘şık kutlama kıyafeti’ ne demektir? ‘Hediyesiz’ ifadesi gerçekten harfi harfine mi algılanmalıdır, yoksa sadece herkesin görmezden gelmesi istenen ince bir numaradan mı ibarettir? Konuştuğunuz kişinin konuşma şeklindeki küçük değişiklikler; biraz fazla uzun tutulan bir bakış; bir santimetrelik fiziksel mesafe, bunlardan herhangi biri insanların gerçekleşen etkileşime dair anlayışlarını değiştirebilir. Bu bir randevu mu, yoksa bir iş yemeği mi? Sarılmak, öpüşmek ya da el sıkışmak üzere misiniz? İki kişi birbirinden farklı cevaplar verdiğinde, işte bu oldukça “Tuhaf!” olacaktır.

Tuhaflık belirsizlik içinde gelişir. Bu, tuhaflık ve sessizlik arasındaki bağlantıyı açıklar: Sessizlik pek çok anlama gelebileceğinden, bir durumun yorumunu düzenleyerek koordine etmeyi zorlaştırır. Örneğin, hiç kimse konuşmuyor; çünkü başka hiç kimse birinin az önce yaptığı cinsiyetçi yorumla ilgili bir sorun yaşamıyor mu? Yoksa herkes benim kadar rahatsız ama nasıl davranacağından aynı derecede emin değil mi? Bazen sessizlik bir kabullenmedir; bazen de bir protesto biçimidir. Açıkça dile getirilen bir itirazın aksine, bir konudaki sessizliği okumak zor olabilir.

Aslında, tuhaflık temelde bir tür sosyal oryantasyon bozukluğudur. Kişinin kendini sosyal olarak konumlandırabilmesinde belli bir teselli vardır. Bu, herkesin sosyal hiyerarşide rahat ya da avantajlı olduğu anlamına gelmez ki zaten hiç de öyle değildir. Ancak sosyal olarak reddedilmek ve alt sıralarda yer almak acı verse de sosyal olarak kaybolmuş ve yönünü kaybetmiş olmanın beraberinde getirdiği farklı bir tür rahatsızlık vardır ve bu da tuhaflıkla ilişkili rahatsızlıktır.

Tuhaflık başkalarının varlığını gerektirir: Kişiler tuhaf değil, etkileşimler tuhaftır

Sosyal senaryoları bilmek başka bir şeydir; onları gerçekten içselleştirmek başka bir şeydir.

Tuhaflığın içeridekileri ve dışarıdakileri ayırt etme işlevlerinden biri de bu durumdur. Aynı zamanda başkalarını ”tuhaf’‘ olarak etiketleme konusunda dikkatli olmamızın da nedenidir. Bu, tuhaflığı yanlış anlamaya yol açar. Tuhaflık bir kişilik ya da karakter özelliği değil, sosyal etkileşimler sonucu ortaya çıkan bir şeydir. Tuhaflık başkalarının varlığını gerektirir. Bireyler tuhaf değildir, etkileşimler tuhaftır. Bu şaşırtıcı görünebilir. İnsanlar genellikle kendilerini veya başkalarını ”tuhaf” olarak tanımlar ve bazı insanların sosyal etkileşimlerde diğerlerine göre daha fazla zorluk yaşadığı görülmektedir. Ancak tuhaflığın bireysel bir özellik olduğu fikrine karşı çıkmanın teorik olduğu kadar pratik nedenleri de vardır. ‘Tuhaf’ etiketi göründüğü kadar zararsız değildir; muğlaktır ve ortaya çıkardığından daha fazlasını gizler.

Örneğin, iş arkadaşım Ömer’in partilerde ‘tuhaf’ olarak tanımladığımı varsayalım. Bu muğlak bir ifadedir. Onun partilerde tuhaf hissettiğini mi, yoksa beni partilerde tuhaf hissettirdiğini mi söylüyorum? Ya da her ikisini de mi? Bu belirsizlik, ön yargı ve hatta dışlama bakımından tehlikeli bir alan yaratır. Ömer’in varlığından duyduğum rahatsızlığı Ömer’in bir özelliği sanabilirim; kendi hissettiğim tuhaflığı ona yansıtarak bir tür gülünç yanılgıya düşebilirim. Örneğin, Ömer’in tekerlekli sandalyede olduğunu ve benim tekerlekli sandalye kullananlarla etkileşim konusunda çok az deneyimim bulunduğunu varsayalım. Duruma nasıl yaklaşacağım konusunda biraz belirsizlik hissedebilir, ‘yanlış bir şey’ söylemekten endişe duyabilir veya onunla konuşurken ayakta mı duracağımı yoksa diz mi çökeceğimi bilemeyebilirim. ‘Tuhaf’ terimini kullanmak, benim rahatsızlığımın sorumluluğunu Ömer’e yükleme riski taşır. Bu sadece temelde adil olmamakla kalmaz, aynı zamanda cehaletimi gidermeye çalışmamın daha az ihtimal dahilinde olduğu anlamına gelir. Ömer’i en rahat ettirecek düzenleme hangisidir? Ve artık Ömer2i başkaları için olmasa da kendi zihnimde ‘tuhaf’ olarak sınıflandırdığım için, gelecekte onunla etkileşim kurma olasılığım azalabilir. Feminist akademisyen Sara Ahmed’in The Promise of Happiness (2010) kitabında yazdığı gibi:

“Tuhaflık yaratmak, tuhaf olarak okunmaktır. Kamusal huzuru sürdürmek, bazı bünyelerin ‘buna ayak uydurmasını’ gerektirir.”

Megan Garber’ın ileri sürdüğü gibi, tuhaflığın nasıl tehdit edici hâle geldiğini ve nasıl silahlaştırılabildiğini artık görmeye başlayabiliriz. Tuhaflık genellikle istenmeyen bir durum olduğundan, buna neden olduğu düşünülen kişiler dışlanma riskiyle karşı karşıya kalırlar. Sosyal normları ve ritüelleri değiştirmek kolay değildir; yenilerini benimsemek ise oldukça zahmetli olabilir. Varlığı statükonun yetersizliğini ortaya çıkaran kişi bu nedenle bir tehdit oluşturur. Örneğin, erkeklerin müşterileri akşam yemeğinden sonra rutin olarak striptiz kulübüne götürdüğü veya toplantılarda cinsel içerikli şakalar yaptığı bir departmanda, kadın iş arkadaşlarının varlığı, iş yeri teamülleri ile profesyonel normlar arasındaki çatışmayla yüzleşmek zorunda kaldıklarından işleri tuhaflaştırabilir. Bir seçenek, bu çatışmayı kendilerinin yarattığını kabul etmek ve davranışlarını buna göre düzenlemek olabilir. Ancak çoğu zaman, kabahat kadınların varlığında aranır: Şimdi bu esprileri yapmak tuhaf olur, çünkü burada kadınlar var. Suç, farklı olarak algılananlara, işleri ‘tuhaflaştırdıkları’ için yükleniyor. Oysa pek çok vakada durum zaten başından beri tuhaftır. Bu tuhaflık, başkalarının beklentilerine uymaya çalışan bir başkası tarafından üstlenilmektedir.

Bu şekilde anlaşıldığında, tuhaflıklar daha az tatsız bir deneyim olmayacaktır. Ancak ne zaman ve nerede ortaya çıktığına daha fazla dikkat etmeye ve bununla doğrudan mücadele etmeye daha istekli olmaya değer. Birçok sosyal etkileşimde dile getirilmeyen bir beklenti, insanların bu etkileşimlerde nasıl yol alacaklarını zaten bildikleridir. İnsanlar sosyal cehaletlerini itiraf etmekten kaçınır ve bunu yapanlar sanki söylenmemiş bir sosyal normu ihlal etmişler gibi utanırız. Ancak hangi zamiri, unvanı ya da çatalı kullanacağını bilmemek neden tuvaletin nerede olduğunu ya da kafenin saat kaçta açıldığını bilmemekten farklı olsun ki? Sosyal normların açık olmasını isteme konusundaki isteksizlik daha derin bir beklentiyi ortaya koymaktadır: sosyal etkileşimin zahmetsiz görünmesi. Tuhaflık, etkileşimlerimizin senaryolaştırılmış olduğu gerçeğini vurgular. Çekingenliği ise insanların bu gerçeğin kendilerine hatırlatılmamasını ne ölçüde tercih ettiklerini gösterir. Ve aramızdaki şanslı kişiler buna gerek duymayabilir.

Fiziksel altyapı ile her gün, çoğu zaman hiç düşünmeden etkileşim içindeyiz. Bu düşüncesizlik bir ayrıcalık. Amfiye girdiğimde ve elektrik düğmesine uzandığımda, düğme aşağı yukarı bir kol mesafesinde oluyor ve girdiğim her odada durumun böyle olmasını bekliyorum. Bazen, ekranı aşağı çeken kablo benim için biraz fazla yüksek oluyor ve bir sandalyenin üzerinde durmak zorunda kalıyorum ve bu biraz can sıkıcı, hatta utanç verici oluyor. Bu noktada odanın tasarımından rahatsız olmaya başlıyorum. Kimin için yapıldığını merak edebilirim. Sosyal senaryolar elektrik düğmeleri ve kablolar gibidir; onlara otomatik olarak uzanırız, sadece beklediğimiz ya da ihtiyaç duyduğumuz yerde olmadıklarında yerlerini ya da varlıklarını gerçekten fark ederiz. Elbette bu herkes için geçerli değil. Birçok insan için günlük hayatın gerekliliklerini yerine getirmek, ışık düğmelerinin, kapı kollarının ve benzerlerinin yerleştirilmesi konusunda epeyce düşünmeyi gerektirir. Sinirsel değişkenliği olan, yüz mimiklerini okumakta zorlanan ya da kendilerini tanımadıkları sosyal ortamlarda bulan insanlar için dünya, öngörülemeyen, ulaşılamayan altyapıya sahip odalarla doludur. Tuhaflık, sosyal altyapının var olduğunu ve herkes için eşit derecede erişilebilir olmadığını hatırlatır.

Tuhaflık bir tür sosyal rahatsızlık olarak hissedildiğinden, herkesi eşit şekilde etkilemez

İyi haber şu ki çaba ve dikkatle sosyal kaynaklar daha erişilebilir kılınabilir. Tuhaflık, bu çalışmanın nerede yapılması gerektiğini vurgular. Tuhaflığın sosyal kökenlerini anlamak, onu yeniden kavramsallaştırmaya da yardımcı olur. Bunu kişisel bir başarısızlık -kişisel utanç veya utanç kaynağı- olarak düşünmek yerine, bunun ne olduğunu anlayabiliriz. Bu kolektif cehalet veya yokluğun sonucudur.

İşte bu noktada tuhaf uyumsuzluk mecazı bir zarara yol açıyor. Tuhaflık, uyum sağlamada bireysel bir başarısızlık olarak anlaşıldığında, yanıtın şu olması bekleniyor: Daha iyisini yap; uyum sağla; senaryoyu öğren. Ancak bu her zaman mümkün değildir. Her zaman arzu edilen de değildir. Bazı durumlarda, bu normlar herkese -ya da hiç kimseye- hizmet etmiyor. Örneğin, pek çok iş görüşmesinde artık havadan sudan konuşmaktan ve takip eden sorulardan kaçınılıyor, adayların hepsine aynı soruların sorulduğu ve sonrasında hiçbir şey sorulmadığı bir senaryo takip ediliyor. Bu durum, özellikle gündelik sohbete alışkın mülakatçılar için tuhaf gelebilir. Ancak aynı sohbet, “uyum” hususlarını vurgulayarak ve mülakatçılarla daha az ortak noktası olan adayları dezavantajlı hale getirerek süreci adil olmayan bir şekilde çarpıtabilir.

Sonuç olarak, tuhaflık bir bireyin kendi başına düzeltmesi gereken, hatta düzeltebileceği bir şey değildir. Bu nedenle tuhaflığı utanç verici ya da yüz kızartıcı olarak görmek sadece felsefi bir yanılgı değil, aynı zamanda pratik bir yanılgıdır. Burada sosyal altyapıyı onarma fırsatı elden kaçacaktır.
Bu durum, yeni sosyal ya da profesyonel ortamlara girdiklerinde, kendilerini tanıtma biçimlerini değiştirme cesaretini toplama yükünü onlara yükler ki bu da yeni etkileşimleri bir stres ya da kaygı kaynağı hâline getirebilir.

Ancak bu işi kimin yaptığına dikkat etmek de önemlidir. Tuhaflık bir sosyal rahatsızlık biçimi olarak hissedildiğinden, herkesi eşit derecede etkilemez. Başkalarını rahat hissettirme işini kimin yapacağına ve buna bağlı olarak insanlar kendilerini rahatsız hissettiklerinde kimin sorumlu tutulacağına dair toplumsal beklentiler, cinsiyet ve sosyal statü ile ilgili senaryolarla kesişir. Kadınlar genellikle başkalarının ruh hâllerini yönetmekle görevlendirilir ve başkalarıyla iyi geçinmeleri beklenir; bu ‘duygusal emek’, garipleşen sosyal etkileşimleri onarma işini de içerir. Başkalarının rahatsızlığı hakkında endişelenmemenin bir ayrıcalığı vardır.

Tüm bunlar küçük, günlük bir rahatsızlığa yüklenecek çok şey gibi görünebilir. Tuhaflığı kötü randevularda ortaya çıkan bir şey veya ofis hayatının küçük bir sıkıntısı olarak düşünmeye alışkınsak şu ana kadar söylediklerim biraz abartılı görünebilir. Herkesin garip anları olmuyor mu ve bu gerçekten bu kadar önemli mi? Cevap, bazılarımızın diğerlerinden daha fazla garip anlar yaşadığıdır. Ve bazı garip anlar büyük bir meseledir: keder, taciz veya ırk hakkında konuşmak için sosyal senaryolarımızın olması önemlidir, çünkü bu konular hakkında konuşmamak insanların deneyimlerinin önemli bir bölümünü ortadan kaldırır. Tuhaflıkla ilişkilendirilen sessizlik, insanların deneyimlerinin önemli kısımlarını yok etme işlevi görebilir. Ancak dikkatle dinlersek bize nerede daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu da söyleyebilir. Sosyal altyapımızı inşa etme işi genellikle dikkate alınmaz. Tuhaflık bizi sosyal normlarımızın inşa halinde olduğu gerçeğine karşı uyarır. Bu, sosyal yaşamlarımızdaki çalışmaları ve bu çalışmaların neden çoğu zaman görünmez kaldığını incelemek için bir fırsattır.

Hayatın dramasında aktör olmakla yetinmek zorunda değiliz, yazar da olabiliriz. Herkesin bu işi yapmaya gücü yetmez. Herkesin katkısı eşit derecede takdir görmez. Ancak istekli ve becerikli olanlarımız için tuhaf anlar, mevcut sosyal senaryolarımızın işe yaramadığına dair bir uyarı ve daha iyilerini yazmaya başlamak için bir fırsattır.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Alexandra Plakias’ın “We should take awkwardness less personally, and more seriously | Aeon Essays” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...