Felsefe hakkında her şey…

Thomas Hobbes’un Devlet Anlayışı: Devlet Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

12.11.2019
2.251

Thomas Hobbes, İngiltere’nin en büyük siyaset düşünürlerinden biridir.

Daha az bilinen şeyse, ilk zindelik tutkunlarından biri olduğudur. Her sabah, nefes açmak için hızlı adımlarla tepeleri tırmanırdı. Dışarıdayken aklına iyi bir fikir gelirse diye sapında hokka olan özel bir baston yaptırmıştı. Bıyığı ve bir tutam sakalı olan bu uzun boylu, al yanaklı, neşeli adam hastalıklı bir çocukluk geçirmişti. Yetişkinliğinde ise oldukça sağlıklıydı ve ilerleyen yaşlarında bile tenis oynamayı bırakmadı. Bol bol balık yer, çok az şarap içer ve ciğerlerini çalıştırmak için kapalı kapılar ardında ve işitme menzili dışında şarkı söylerdi. Şüphesiz, diğer pek çok filozof gibi o da oldukça faal bir zihne sahipti. Sonuç olarak ortalama ömrün 35 yıl olduğu on yedinci yüzyılda, istisnai bir yaş olan 91 yaşına dek yaşadı.

Güler yüzlü karakterine rağmen Hobbes da Machiavelli gibi insanın zayıf bir varlık olduğu görüşündeydi. Hepimizin, ölüm korkusu ve kişisel kazanç umuduyla hareket eden temelde bencil varlıklar olduğumuza inanırdı. Fark etsek de etmesek de hepimiz başkalarının üzerinde hakimiyet kurmaya çalışırız. Hobbes’un insanlığa dair bu tanımını kabul etmiyorsanız, neden evinizden ayrılırken kapınızı kilitliyorsunuz? Şüphesiz bunun sebebi, dışarıda sahip olduğunuz her şeyi memnuniyetle çalabilecek çok sayıda insanın olduğunu bilmenizdir. Ama yine de sadece bazı insanların bencil olduğunu öne sürebilirsiniz. Hobbes bu konuda size katılmaz. O özünde herkesin bencil olduğunu ve kanun kuralları ile ceza tehdidinin bizi kontrol altında tutan yegane şey olduğunu düşünür. Sonuç olarak toplum çöker de kanunlar ya da kanunlara uyulmasını sağlayacak biri olmadan, Hobbes’un deyimiyle “doğa durumu”nda yaşamak zorunda kalırsanız, Hobbes sizin de herkes gibi gerektiğinde hırsızlık yapıp öldürebileceğinizi söyler. En azından, hayatta kalmayı istiyorsanız bunları yapmak zorunda kalırdınız. Kaynakların kıt olduğu bir dünyada hayatta kalmak için yiyecek ve su bulma mücadelesi veriyorsanız, diğer insanlar sizi öldürmeden önce onları öldürmek gerçekten de akıllıca olabilirdi.

Hobbes’un unutulmaz tanımıyla toplumun dışındaki hayat, “yalnız, zavallı, kötü, zalim ve kısa” olacaktır. İnsanların başkalarının toprağına göz dikmesini ve kimi isterse öldürmesini engelleyen devlet gücünü ortadan kaldırırsanız, sonuç herkesin herkese karşı olduğu sonu gelmez bir savaştır. Daha kötü bir durumu hayal etmek güçtür. Bu yasasız dünyada, en güçlü insan bile uzun süre güvende olmazdı. Hepimiz uyumak zorundayız ve uyuduğumuzda saldırıya açık oluruz. En güçsüz bile yeterince kurnazsa güçlüyü ortadan kaldırabilirdi. Öldürülmekten kaçınmanın bir yolunun, arkadaşlarınızla bir ekip kurmak olacağını hayal ediyor olabilirsiniz. Ancak sorun şu ki kimsenin güvenilirliğinden emin olamazsınız. Diğer insanlar size yardım etmeye söz yerse bile, kimi zaman kendi çıkarları gereği sözlerinden dönebilirler.

Gıda yetiştirmek ya da inşaat gibi birlikte çalışmayı gerektiren büyük çapta her etkinlik, temel düzeyde güven olmaksızın imkansız olurdu. Çok geç olana dek aldatıldığınızı anlayamayabilirsiniz, o zamana kadar da biri sizi gerçekten sırtınızdan bıçaklamış olabilir. Böyle bir durumda sizi bıçaklayanı cezalandıracak hiç kimse olmaz. Düşmanlarınız her yerde olabilir, tüm hayatınızı saldırıya uğrama korkusuyla geçirebilirdiniz: Cazip bir beklenti değil. Hobbes çözümün, güçlü bir bireyi ya da parlamentoyu başa getirmek olduğunu öne sürüyordu. Doğa durumundaki insanlar, güvenlik uğruna kimi tehlikeli özgürlüklerinden vazgeçtikleri bir anlaşmaya, “toplumsal bir sözleşme”ye dahil olmak zorunda kalacaklardır. Hobbes’un “egemen” diye adlandırdığı şey olmadığında hayat, bir çeşit cehennem olacaktır. Bu egemene, yoldan çıkan kişileri ağır cezaya çarptırma hakkı verilecektir.

Hobbes, önemli kabul edeceğiniz bazı doğal yasaların olduğuna inanmıştır; kendinize nasıl davranılmasını bekliyorsak başkalarına da öyle davranmalıyız, buna bir örnektir. Yasalar, herkesin onları takip etmesini sağlayacak yeterince güçlü bir şey ya da biri olmadığı sürece işe yaramaz. Doğa durumundaki insanlar, yasalar ve güçlü bir egemen olmadan şiddet içeren bir ölümü bekleyebilir. Tek teselli ise böyle bir hayatın fazla uzun sürmemesi olur. Hobbes’un en önemli kitabı olan Leviathan (1651), doğa durumunun kâbusumsu konumundaki hayatın katlanılabilir olduğu güvenli bir topluma geçiş için gereken adımları ayrıntısıyla açıklar.

“Leviathan,” Kutsal Kitap’ta tasvir edilen devasa bir deniz canavarıydı. Hobbes içinse devletin muazzam gücüne bir göndermeydi. Leviathan, tepenin arkasında yükselen, bir elinde kılıç, bir elinde asa tutan bir deyin resmiyle açılır. Bu figür, birçok küçük insandan yine de onların ayrı ayrı bireyler olduğu fark edilir oluşur. Dev, başında bir egemenin olduğu güçlü devleti temsil eder. Hobbes, bir egemen olmadan her şeyin darmadağın olacağını ve toplumun yerini hayatta kalabilmek uğruna birbirini parçalamaya hazır, ayrı ayrı insanların alacağını düşünün o halde doğa durumundaki bireyler, birlikte çalışmayı ve barışa sahip olmayı istemek için oldukça iyi nedenlere sahipti. Korunabilmelerinin tek yolu buydu. Bu olmadan hayatları korkunç olurdu. Güvende olmak, özgürlükten çok daha önemliydi.

Ölüm korkusu, insanları bir toplum oluşturmaya itecekti. Hobbes, onların birbirleriyle bir toplumsal sözleşme yapmak, bir egemenin yasaları uygulamasına izin vereceklerine söz vermek için özgürlüklerinin çoğundan vazgeçmeyi kabul edeceğini düşünüyordu. Herkesin birbiriyle savaşmasındansa, güçlü bir otoritenin sorumlu olduğu durumda daha iyi olurlardı. Hobbes tehlikeli zamanlarda yaşadı, hatta anne karnındayken bile. İspanya Armadasının İngiltere’ye yelken açtığını ve belki de İngiltere’yi işgal edeceğini duyduğunda annesinin doğum sancısı tutmuş ve erken doğum yapmıştı. Neyse ki İngiltere işgal edilmedi. Daha sonra İngiliz İç Savaşının tehlikelerinden Paris’e taşınarak kurtulmuştu ama asıl tehlikeyi, İngiltere’nin anarşiye teslim olma ihtimalini daha sonraki yazılarında sık sık işledi. Hobbes, Leviathan’ı Paris’te yazdı. Kitap 1651’de İngiltere’ye dönmesinden kısa bir süre sonra yayımlandı.

Dönemin pek çok düşünürü gibi Hobbes da sadece bir filozof değil, bugün bir Rönesans insanı olarak nitelendireceğimiz biriydi. Geometriye, bilime ve antikçağ tarihine ciddi bir ilgisi vardı. Gençliğinde edebiyat seviyor, yazıyor ve çeviriyordu. Orta yaşlarında meşgul olmaya başladığı felsefede ise insanların salt fiziksel varlıklar olduğuna inanan bir materyalistti. Ruh benzeri bir şey yoktur: Eninde sonunda, karmaşık makineler olan bedenlerden başka bir şey değiliz. On yedinci yüzyılda saat mekanizmaları en ileri teknolojiydi. Hobbes bedendeki kasların ve organların bunlara eşdeğer olduğuna inanıyordu: Yazılarında sık sık eylemin “yaylar”ı ve bizi hareket ettiren “çarklar”ı ele alıyordu. Hobbes, düşünme dahil insan varoluşunun tüm yönlerinin birer fiziksel etkinlik olduğuna ikna olmuştu. Onun felsefesinde ruha yer yoktu. Bu, birçok bilim insanının benimsediği modern bir düşünce olsa da o dönemin zamanı için radikaldi.

Onun betimlediği devlet, günümüzde otoriter devlet olarak tanımladığımız şeydir: Egemenin, yurttaşlar üzerinde neredeyse sınırsız güce sahip olduğu bir devlet. Barış arzu edilebilir bir şey olabilir ve şiddet içeren bir ölümden korkmak da barışı koruyan güçlere teslim olmak için kuvvetli bir teşviktir, ne var ki bir bireyin ya da grubun eline çok fazla güç vermek tehlikeli olabilir. Hobbes ne demokrasiye ne de insanların kendileri için karar verebilme yeteneğine sahip olduğuna inanan Gelgelelim, yirminci yüzyılda tiranların saçtığı dehşeti bilseydi, muhtemelen bu düşüncesini değiştirirdi.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...