Özneler Arasılık Nedir?
Schutz’a göre toplumsal dünya özneler arası bir dünyadır.
Schutz’un fenomenolojik sosyoloji yaklaşımı toplumsal dünyanın özel değil özneler arası olduğunu savunur.
Daha açık bir ifadeyle, Schutz insanların dış dünyayı sınıflandırma ve anlamlandırma süreçlerinin tamamen öznel olmadığını, toplumsal dünyanın da özneler arası, sağduyu bilgisi aracılığıyla paylaşılan, ortak bir dünya olduğunu savunur (Schutz, 1962:312).
Özneler arasılık, öznellik ve nesnellik arasındaki bir köprü görevi gören, bir olgunun birden fazla özne tarafından bireysel ve öznel olarak deneyimlendiği bir durum olarak düşünülebilir. Her bir birey dünyayı, etrafındaki nesne, olay ve olguları öznel olarak deneyimlemektedir, ancak bu deneyimi sadece kendisi öznel olarak yaşamamaktadır, bu deneyim diğer insanlara da açıktır. Dolayısıyla öznellik ve nesnellik arasında, benlik ile diğerleri arasında bir köprü vardır. İşte Schutz’a göre gündelik yaşam, başka bireylerle/ aktörlerle kurulan etkileşim aracılığıyla onlarla paylaşılan özneler arası bir alandır.
Schutz’a göre özneler arasılığı oluşturan üç öge vardır. Bu ögeler; sağduyu bilgisi, tipleştirme ve bakış açılarının karşılıklılığıdır ve bunlar aynı zamanda gündelik yaşama ilişkin bir düzen görüntüsü de yaratırlar (Slattery, 1991:143).
Toplumsal dünyada insanların algıladığı düzenin, yani özneler arasılığın temelleri, sağduyu bilgisi, tipleştirme ve bakış açılarının karşılıklılığıdır.
Sağduyu Bilgisi
Sağduyu bilgisi, toplumsallaşma sürecinde dil aracılığıyla öğrendiğimiz ve içselleştirdiğimiz, kendi toplumumuzda eylemde bulunmak ve etrafımızdaki nesne, olay, davranış ve olguları anlamlandırıp yorumlamak için kullandığımız ortak bir bilgi birikimidir (Cuff vd., 1989:153-4).
Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse sağduyu bilgisi, toplumsal aktörlerin yaşayarak ve içinde yaşadıkları toplumsal dünyanın bir parçası olarak (toplumsallaşarak) sahip oldukları bilgiyi ifade eden bir kavramdır. Sağduyu sayesinde insanlar “toplumsal olarak edinilmiş ve yine toplumsal olarak onaylanan bir bilgi stokunu verili kabul ederler” (Schutz, 1962:38).
Schutz’un ‘sağduyu bilgisi’ adını verdiği bilgi, toplumun üyelerinin ortak olarak sahip olduğu ve gündelik yaşamın sürmesi için gerekli olan bilgi birikimidir.
Toplumsal dünya, Schutz’a göre, sağduyunun dünyasıdır, sağduyu dünyasında bireyler/ aktörler gerçekliği olduğu gibi kabul etmekte, sorgulamamaktadırlar. Sağduyu bilgisi, etrafımızda deneyimlediğimiz her şeyi sınıflandırıp adlandırmamızı ve içinde yaşadığımız dünyayı düzenli, organize olmuş bir şekilde görmemizi sağlayan ortak bilgidir. İçinde yaşadığımız dünyayı öznel olarak anlamlandırıp yorumlamamızı, yine de bu dünyanın bize özel olmamasını, paylaşılan, ortak bir dünya olmasını sağlayan, bunu mümkün kılan sağduyu bilgisidir.
Diğer bir deyişle sağduyu bilgisi sayesinde bireyler içinde yaşadıkları toplumsal dünyayı sanki kendilerinden bağımsız bir şekilde dışarıda kendiliğinden var olan ve belirli bir düzene sahip olan bir dünyaymış gibi deneyimlerler.
Tipleştirme
Sağduyu bilgisi, tipleştirme süreciyle oluşur ve birikir. Yaşarken sayısız miktarda nesneyi, olayı ve eylemi deneyimleriz, ancak bütün bu deneyimlediğimiz şeyleri algılarken bir şekilde sınıflandırırız. İşte bu sınıflandırma süreci, diğer bir deyişle dünyada deneyimlediğimiz bütün nesneler, olaylar ve eylemler içinde tipik olanları seçerek aynı tipteki şeyleri bir araya getirmemiz süreci, tipleştirme olarak adlandırılır.
Örneğin birinin bize bir söz verdiğini düşünelim. Hangi tip ifadeleri ‘söz verme’ ya da ‘verilmiş bir söz’ olarak görürüz? Her ifade bu duruma uymaz, ama biz hangi ifadeleri bu şekilde algılayacağımızı biliriz. Ya da örneğin bir ağaç gördüğümüzde bunun bir ağaç olduğunu anlarız, uzun çalılıkları ağaç zannetmeyiz ya da küçük ağaçları çalılık zannetmeyiz. Böylece aynı tipteki şeyleri bir araya getirmiş, tipleştirmiş oluruz.
Bir başka şekilde ifade edecek olursak tipleştirmeler; okul, insan, metal gibi nesneleri, kavga etme, ilgi gösterme gibi eylemleri ya da rüya, sevgi, hırs gibi deneyimleri sınıflandırmak için kullanılan ortak yollardır. Gündelik yaşamda etrafımızdaki şeyleri deneyimlerken, bunların bize yabancı, tuhaf gelmemesinin, etrafımızdaki nesneleri, olayları, eylemleri düzenli ve tanıdık bulmamızı sağlayan şey, birçok tipleştirmeden oluşan bir stoka sahip olmamızdır. Bu tipleştirmeleri bireyler olarak kendi başımıza yapmayız, toplumsallaşma sürecinde dil aracılığıyla, dinleyerek ya da okuyarak öğreniriz ve aynı şekilde diğer insanlarla da paylaşırız. Dolayısıyla dünya hakkındaki bilgimizin büyük kısmı, kamusal olarak herkese açık olan bir bilgidir (Cuffvd. 1989:154).
Herkes yaklaşık aynı tipleştirmeleri öğrenerek bu bilgiye sahip olur, bu nedenle de tipleştirmelerle oluşan sağduyu bilgisi ortak ve paylaşılan bir bilgidir. Tipleştirme, insanların dünyayı anlamlı dizilişler şeklinde yapılandırmalarını sağlayan, ortak olarak paylaşılan sağduyu bilgisini oluşturur. Bu tipleştirmeler, toplum üyeleri arasında ortak bir dünyanın yaratılmasını sağlar ve Schutz’a göre sosyolojinin konusu da sağduyu bilgisini meydana getiren bu ‘tipleştirmeler’dir (Ferguson, 2006:93).
Schutz, tipleştirme kavramıyla, insanların dış dünyayı sınıflandırmasının sadece bireysel ve öznel bir süreç olmadığını göstermiştir. Dünyayı deneyimlerken etrafımızdaki çeşitli nesne, olay veya durumları müdür, okul, maç, top, restoran, doktor, apartman, kabus, mutluluk, keder, acıma gibi çeşitli kategorilerle, yani tiplerle sınıflandırır, bu tiplere belirli kavramlar atar ve anlamlar yükleriz. Bunları bu şekilde sınıflandıran sadece biz değilizdir, toplumun diğer üyeleri de dil yoluyla, diğer insanlarla konuşarak ya da kitaplardan okuyarak bu tipleştirmeleri öğrenirler ve bizimle aynı tipleştirmeleri yaparlar. Böylece bu tipleştirmeler sayesinde insanlar, herkesin dünyayı aynı şekilde gördüğünü, örneğin bir eylemin tehdit mi yoksa davet mi olduğu konusunda aynı algıya sahip olacağını varsayabilir ve birbirleriyle iletişim kurabilirler.
Bakış Açılarının Karşılıklılığı
Tipleştirmeler sayesinde bireyler, içinde yaşadıkları toplumsal dünyayı tipleştirirken bir kurgu sistemi yaratmış olurlar, bu sistem sağduyu bilgisidir. Bakış açılarının karşılıklılığı da tipleştirmeler ve sağduyu bilgisi sayesinde, diğer insanların da dünyayı bizim gördüğümüz gibi görüp algıladıkları şeklindeki ortak, paylaşılan temel bir varsayımdır (Slattery, 1991:143).
Diğer bir deyişle özneler arası bir sistem olan sağduyu bilgisi, bakış açılarının karşılıklılığını içerir, çünkü bu bilgi toplumsal kökenli bir bilgidir, toplumsal olarak üretilir ve yine toplumsal olarak, dil yoluyla, gündelik yaşamda kullandığımız kelime dağarcığı ve söz dizimi (sentaks) yoluyla dağıtılır ve yayılır. Dolayısıyla ortak olan bu bilgiyi edinen bütün toplum üyeleri, belirli olgu ve kavramları birbirlerine benzer şekilde, ortak olarak algılarlar (Lassman 1975:128).
Bir başka şekilde ifade edecek olursak, bakış açılarının karşılıklılığı, diğer insanların da bizimle aynı tipleştirmeleri yaptıkları, yani biz dünyayı nasıl görüp anlıyorsak onların da aynı şekilde görüp anladıkları şeklindeki paylaşılan yaygın kanıdır. Bunu genellikle diğer insanları gözlemleyerek ve deneyimlerimizi diğer insanlarla paylaşarak öğreniriz. İnsanlar, bakış açılarının karşılıklı olduğu varsayımına dayanarak birbirleriyle etkileşim kurarlar ve yaşadıkları deneyimin başka türlü olamayacağını düşünürler (Wallace ve Wolf, 1999:258). Böylece insanlar belirli bir deneyimi yaşarken aynı durumdaki diğer insanların da aynı deneyimleri yaşadıklarını varsayarlar ve bu sayede toplumsal dünyanın bir düzeni olduğunu kabul ederler (Johnson, 2008:149-50).
Bakış açılarının karşılıklılığı, aksine inanmak için bir neden yoksa, bireylerin toplumsal dünyadaki olay ve eylemleri kendileri nasıl anlıyorsa diğer bireylerin de aynı şeklde anlayacakları varsayımıdır. Diğer bir deyişle yaşadığımız toplumsal dünyada ilişkiler sistemimizi paylaşan herkesin belirli olgu ve kavramları ortak olarak doğal, iyi ve doğru olarak kabul etmesidir (Lassman, 1975:128).
Örneğin, bir bilet almak için sinemanın gişelerine gittiğimizi ve gişenin önünde uzun bir kuyruk olduğunu gördüğümüzü düşünelim. Bu durumda kuyruğun sonuna gider, orada yerimizi alırız ve diğer insanların da bizimle aynı şekilde davranacağını varsayarız. Diğer bir deyişle bizden sonra gelen birinin sıranın en önüne geçip sıradaki herkesten önce biletini alacağını düşünmeyiz. Bir başka örnek verecek olursak, işe, okula ya da gezmeye giderken pijamalarımızla gitmeyiz. Bu yerlere pijamayla gitmemizi yasaklayan bir yasa olmasa da dışarıya pijamalarla çıkmamamız gerektiği, sağduyu bilgisi sayesinde öğrendiğimiz bir şeydir. Eğer kent merkezine gezmeye gittiğimizde sokakta pijamalarıyla dolaşan birini görürsek bu duruma şaşırır ve bu kişide bir anormallik olduğunu düşünürüz, çünkü diğer insanların da aynı bizim gibi ‘dışarıya pijamayla çıkılmaması gerektiği’ne inandığını, yani bakış açılarının karşılıklı olduğunu varsayarız.
Bu nedenle de bu kişinin pijamayla gezmesinin herkese aynı şekilde tuhaf geleceğine inanırız. Herkesin bu durumu aynı şekilde tuhaf bulacağını düşünmek, toplumsal dünyada bir düzen olduğunu düşünmemizi, yani toplumsal dünyanın düzenli olduğunu düşünmemizi sağlar. Bu nedenle, örneğin internetten bir kitap siparişi verirsek, kendisini tanımadığımız çeşitli insanların yapacağı çeşitli eylemler sonucunda kitabın evimize teslim edileceğini varsayarız, ya da bir restoranda bir sipariş verdiğimizde, yine tanımadığımız bir dizi insanın yapacağı çeşitli eylemler sonucunda yemeklerin zamanında hazırlanmış olacağını varsayarız. Bunları varsaymamızın nedeni, bizim yaptığımız eylemlerin diğer insanlar tarafından da bizim anladığımız gibi anlaşılmış olduğunu varsaymamızdır. Dolayısıyla Schutz’un toplumsal dünya analizinde “Toplumsal dünyanın yapısı bu dünya içindeki bireyler tarafından deneyimlenir ve deneyimin kendisi de toplumsal olarak inşa edilir ve örgütlenir” (Cuff vd., 1989:155).
Özneler arasılığın bu üç ögesi son derece önemlidir. Özellikle tipleştirmeler sayesinde oluşturulan ve bakış açılarının karşılıklılığını üreten sağduyu bilgisi, gündelik yaşamın görünüşteki düzenini yaratır, diğer bir deyişle gündelik yaşamın ve toplumsal dünyanın bir düzene sahip olduğunu düşünmemizi sağlar.
Schutz için, “toplumsal dünya nesnel bir sistem ya da yapı değildir; toplumsal dünyanın kaynağı, farklı toplumsal gruplar ve topluluklar hakkındaki ortak varsayımlar ile hep birlikte paylaşılan bilgi birikimidir” (Swingewood, 1998:319). Diğer bir deyişle Schutz ve genel olarak fenomenologlar için toplumsal düzen doğal bir düzen değildir, üzerinde konuşulmuş, uzlaşılmış bir düzendir (Slattery, 1991:143).
Schutz’a göre bir yandan her birey kendine özgü bir geçmişe, diğerlerinden farklı bir arka plana sahip olduğu için dünyayı farklı şekilde deneyimler ve böylece sağduyu bilgisi insanlar arasındaki etkileşimle birlikte sürekli değişir, insanlar da algılarını gerektiği zaman buna göre değiştirirler. Diğer yandan da farkı deneyimlerine rağmen paylaşılan ortak sağduyu bilgisi sayesinde insanlar bir dereceye kadar da olsa birbirlerini ve birbirlerinin eylemlerini anlayabilirler (Schutz, 1962:95).
Böylece Schutz’a göre sağduyu bilgisi sayesinde insanlar kendilerini dünyada düzenli, alışılmış, belirli kurallara bağlı kalıplar olduğuna ikna edebilirler. Dolayısıyla Schutz’a göre sağduyu bilgisi sayesinde, “gerçekte toplum belirli bir biçimi olmayan, bireysel deneyimlerden oluşan bir karmaşa olsa da insanlar kendi aralarında toplumda istikrar ve düzen olduğuna dair bir illüzyon yaratırlar” (Haramabos ve Holborn, 1999:899).
İnsanların sağduyu bilgisi sayesinde toplumsal yaşamın bir düzeni olduğuna inanmaları son derece önemlidir. Toplumdaki bütün bireyleri birbirlerinden ayıran bireysel geçmişleri, ilgileri, güdüleri ve bakış açıları vardır, ama bütün bunlar ancak toplumun diğer üyeleriyle paylaşılan ortak anlamlar ve ortak varsayımlar olduğu sürece işlerler. Aksi takdirde, yani toplumun üyelerinin paylaştıkları ortak varsayım ve anlamlar olmadığı takdirde toplumsal düzensizlik ve kaos meydana gelir. Örneğin Türkiye’de son yıllarda bir para birimi değişikliği yaşandı. Önce Türk Lirası’ndan Yeni Türk Lirası’na, sonra yeniden Türk Lirası’na geçildi. Bu süreçte örneğin bir alışveriş yapan iki kişiden birinin parayı Türk Lirası üzerinden, diğerinin Yeni Türk Lirası üzerinden ifade ettiği ve bu nedenle karışıklık yaşayıp anlaşamadıkları çeşitli zamanlar olmuştur. Bu örnek, çok sınırlı bir konu bile olsa ortak olarak paylaşılan bilgi birikiminin insanların iletişim ve etkileşiminde ne derece önemli olduğunu göstermektedir.
Her ne kadar Schutz sağduyu bilgisinin paylaşılan bir bilgi olduğunu vurgulasa da bu, sağduyu bilgisinin değişmeyen bir içeriğe, sabit bir yapıya sahip olduğunu göstermez. Schutz’a göre sağduyu bilgisi, insanlar arasındaki etkileşimle birlikte sürekli olarak değişmekte olan bir bilgi birikimidir (Haralambos ve Holborn, 1999:899).
Her eylemin öznel bir anlamı vardır ama bu anlam, bu eylemi yapanın bilinç akışına ve referans çerçevesine, yani insanın o an ve durumda gerçekleri algılama, değerlendirme ve yorumlama biçimine bağlıdır. Eğer bu referans çerçevesi değişirse, insanların eylemlere verdikleri anlam da değişebilir. Örneğin aynı işi yapan üç kişiden biri için iş sadece yaşamak için gerekli parayı kazanmaya yönelik bir faaliyetken, diğeri için kendini üretken ve iyi hissetmek için bir araç olabilir, üçüncü kişi için ise bu işte çalışmak sadece evden çıkmayı, sıkılmamayı sağlayan bir durum olabilir. Ya da örneğin aynı öyküyü okuyan birkaç kişiden, öyküyü betimlemeleri istendiğinde farklı betimlemeler ve tanımlamalar yapabilirler, çünkü bilgi düzeyleri, arka planları, geçmişleri, öyküyü anlamlandırırken ve yorumlarken kullandıkları referans çerçeveleri birbirinden farklı olabilir.
Schutz, eylemlerin birden fazla anlamı olabileceğini ve bir eyleme anlamın, eylem gerçekleştikten sonra atfedildiğini belirtir. Bu açıdan anlam, eylemin kendisi değildir, ulaşılan amaçtır ki bu amaç da daha sonra girişilecek başka, uzun vadeli projelerde araç haline dönüşebilir. Örneğin, sosyoloji tarihi dersine çalışan bir öğrenci hem öğrenmek hem de bu dersi geçmek için çalışır, ama bu dersi geçmek, uzun vadede okuduğu bölümden mezun olabilmek amacına ulaşmak için bir araç haline dönüşecektir. Eylemlerin anlamı bu şekilde referans çerçevesi içinde değişirken yeni deneyimleri çerçevesinde, insanların benlikleri ve bilinçleri de değişir. Öznel deneyimlerin bu şekilde sürekli akışı, insanların bilinç akışını oluşturur. Diğer bir deyişle bilinç akışı, bilinçli yaşamımız başladığı anda başlamış olan bir sürekliliktir. Bu nedenle eski deneyimlerimiz, daha sonraki deneyimlerimizin ışığında okunabilirler, unuttuğumuz deneyimlerimiz bile şimdi olduğumuz özgün birey haline gelmemizde etkili olmuş olan izler bırakmışlardır (Johnson, 2008:140).
Bilinç akışı, her bireyin kendine özgü bir arka planı, kendine özgü bir geçmişi olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Schutz birbirlerini çok iyi tanıyan bireylerin bile birbirlerinin bilinçlerine, bilinç akışlarına giremeyeceklerini, bu nedenle birbirlerini tam ve öznel olarak anlama ihtimallerinin sınırlı olduğunu ileri sürerken bu düşünceye dayanmaktadır (Johnson, 2008:141). Yine de dil aracılığıyla öğrenilen sağduyu bilgisi, insanların diğer insanlarla iletişim kurmasını, birbirlerinin deneyimlerini paylaşmalarını ve diğer insanların öznel düşüncelerini bir dereceye kadar anlamalarını sağlar. Burada, daha önce de değindiğimiz gibi tipleştirmenin ve bakış açılarının karşılıklılığının önemi büyüktür.
Örneğin yabancı bir ülkede deprem olduğunu ve bu depreme ilişkin haberleri televizyondan izlediğimizi düşünelim. Bizim bu haberi izlerkenki bilincimiz ile bu depremi yaşayan insanların bilinci aynı olmasa da bu insanların içinde bulunduğu durumu, deneyimlerini, bu duruma yüklediklerini anlamı anlayabilir, acılarını, üzüntülerini bir dereceye kadar paylaşabiliriz. Bunu yapabilmemizi sağlayan şey, biz de aynı durumda olsaydık, benzer bir deprem yaşasaydık bizim de onların şimdiki deneyimlerine benzer deneyimler yaşayacağımızı düşünmemiz, bunu varsaymamızdır. Dolayısıyla bireyler paylaştıkları özneler arası bilinç aracılığıyla birbirlerini tamamen olmasa da bir dereceye kadar anlayabilir, böylece birbirlerini etkileyebilir, birbirlerinin davranışlarıyla ilgili düzenlemeler yapabilirler.
Schutz’a göre her bireyin kendine özgü bir geçmişi, arka planı ve bilinç akışı olduğu için insanlar dünyayı birbirlerinden oldukça farklı şekillerde deneyimlemektedirler, ama yine de ortak, paylaşılan sağduyu bilgisi sayesinde birbirlerini ve birbirlerinin eylemlerini bir dereceye kadar anlayabilirler.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3781, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2595