Felsefe hakkında her şey…

Nicolas Malebranche ve Descartes’ın Ruh-Beden Düalizmi

10.11.2019
1.465

Başlıca Kartezyenlerden biri olan Malebranche Paris’te doğmuş, La Marche kolejinde felsefe, Sorbonda teoloji okumuş, 1660’da Oratory of Jesus tarikatına katılıp 1664’te rahip olarak atanmıştır.

Oratoryenler Augustinusçuluğu benimsemişlerdi. Malebranche, felsefesinde önemli etkisi olan Augustinusçulukla burada tanıştı. Descartes’ın İnsan İncelemesi adlı yapıtını okuduktan sonra Augustinusçuluğu Descartesçilikle özgün biçimde birleştirme yoluna gitti. Başlıca yapıtları: Doğa ve İnayet üzerine İnceleme (1660) Doğrunun Aranması (1675), Hıristiyanca Düşünceler (1683), Metafizik ve Din Üzerine Görüşler (1688).

Felsefesi dinsel bir renkte olsa da metafizik konuların yanı sıra zihnin edimleri, işleyişi, evrensel doğrulukları nasıl bilebileceğimiz gibi epistemolojik konularla da ilgilendi. Kartezyen olarak anılmasının sebebi Descartes’ın töz anlayışını benimseyip zihin-beden sorununa Geulincx’inkine benzer bir çözüm önermiş olmasıdır. Malebranche, doğanın tözü bakımından, ruh-madde, zihin-beden ikiliğini kabul etti. Fakat uzamlı ama bilinçsiz olan beden, bilinçli ama uzamsız olan zihni nasıl etkileyebilirdi? Malebranche bu sorunu vesileci bir tutumla aşmayı denedi. Ona göre zihinle beden arasında bir uygunluk vardır ama bu, Descartes’in sözünü etti- ği gibi bir etkileşim değil, ruhsal-fiziksel bir paralelliktir.

Ruhun istemeleri dünyadaki en küçük bir cismi bile devindiremez. Örneğin kolumuzu devindirme isteğimizle, kolun devinimi arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Kolumuz biz istediğimiz zaman devinmekte olsa da, bizim istencimiz sadece vesile-nedendir. Kolu devindiren gerçek nedense Tanrıdır. Çünkü Malebranche’a göre gerçek bir neden olmak, yaratıcı bir neden olmaktır. İnsan yaratıcı olamaz. Öyleyse biricik gerçek neden Tanrı’dır. Bu görüşleriyle Malebranche, nedenselliği, Tanrı’yla bağlantılı olarak empirik temelde çözümlemiştir. Bu düşüncede ruh bedenle bağlantısı bakımından atıl kalmış gibidir. Nitekim Malebranche’a göre ruh aslında bedenle değil, salt Tanrı’yla birleşmiştir. Bunun tartışmaya açık olduğu ortadadır.

Malebranche’a göre ruh ile beden arasında bir etkileşim değil, bir paralellik bulunur. Buna ruhsal-fiziksel paralellik denir.

Zihin-beden ilişkisine yönelik bu vesileci tutum, insanın istenç özgürlüğünü tartışmaya açar. Zira Tanrı biricik gerçek nedense insan hiçbir girişimi özgürce başlatamaz. Malebranche bu sorunu, Tanrı’nın, tinsel yaratıklara kendisine doğru bir eğilim aşıladığını savunarak aşmaya çalışır. Bu, genel olarak iyiye bir yönelimdir ama hiçbir sonlu iyilik insanın iyiye olan eğilimini doyuramaz. Bu eğilimin biricik amacı Tanrı’dır ve ancak Tanrı’yla doyurulabilir. İnsana bu eğilimi Tanrı vermişse ve insan bunun gereğini yapacaksa bunun adı nasıl istenç özgürlüğü olabilir? Malebranche bu soru karşısında, insanların tikel iyiliklerle yetinmeyip onların ötesine geçmelerinin ve Tanrı’yı en yüksek değer olarak görüp ona yönelmelerinin “özgürlüğ e giden yol” olduğunu söyler. İnsan ruhu tinseldir ve maddeyle doğrudan ilişkisi yoktur. Tanrı da tinsel olduğu için insan ruhu sadece Tanrı’yla dolaysızca ilişki kurabilir.

Malebranche’a göre gerçekliğe ulaşma yolunda önce zihnin bedenle ilişkisinden doğan yanılmaları-yanılgıları bertaraf etmek gerekir. Yanılgı kötülük üreten, kötü bir ilkedir. Ruha acı verir ve ondan kaçınılmaksızın gerçek bir mutluluk elde edilemez (akt. Copleston, 1996: 73). İnsan için yanılgı kaçınılmaz olsa da onun doğasında gerçekliğe ulaşabilme yeteneği de vardır. Gerçeğe ise açıkça gördüklerimiz dışındaki şeylere onay vermeyerek ulaşılabilir. İnançlı bir dindar olmak için inanmaktan başka yol yoktur, ama felsefeci olmak için açıkça görmek zorunludur. Açıkça görmekten kasıt, ideleri zihnimizde açık seçik görmemizdir.

Malebranche’a göre gerçekliğe ulaşma yolunda bizi yanıltan temel sebep istencimizle acele karar vermemizdir.

Malebranche da, Descartes gibi, bizi yanıltan şeyin duyular değil, istencimiz (irademiz) olduğunu söyler. İstencimizle acele karar vermek bizi yanlış yargılara sürükler. Örneğin sıcaklığı duyumsarken kimse onu duyumsadığına inanmakla aldanmış olmaz; ama duyumsadığı sıcaklığın kendi ruhunun dışında olduğu yargısında bulunursa aldanmış olur. Sıcaklık, renk, tat, koku, ses gibi duyumlar, bilinç içerikleri olarak, sadece ruhsal yaşantılardır ve dışsal nesnelerde bulunmazlar. Bunları dışsal nesnelere atfetmek yanlış bir yargıdır. Malebranche ikincil niteliklerin nesnel olmadığını savunarak Descartes’la bir kez daha uyuşur. Birincil nitelikleri duyusal olarak algılamak kendinde şeylerin ne oldukları konusunda yeterli bilgi vermez. Duyular sadece onların bedenimizle ilişkilerini algılamamı zı sağlar.

Malebranche duyum üzerinde ayrıntılı biçimde durmuştur. Ona göre bir duyumda dört öge bulunur. Bunlar nesnenin eylemi (örneğin parçacıkların devinimi), bedendeki duyusal düzenek (duyu organları, sinirler ve beyin), ruhtaki duyum ya da algı ve buna ilişkin ruhun ortaya koyduğu yargıdır. Bu öğeler birlikte bulundukları ve eşzamanlı ortaya çıktıkları için duyumun ruhta oluştuğu anlaşılamamakta, duyumun nesnel temelinin dış dünyada olduğu yanılgısını doğmaktadır. Oysa duyular dışsal cisimlerin kendinde nesne olarak ne olduklarını söylemede yetersizdirler. Sadece onların bedenimizle olan ilişkileri bakımından bilgi sağlamada doğru ve sağındırlar. Ruhta oluşan hiçbir duyum yanlış olamaz, yanlışlık duyumları n cisimlerle ilişkilendirilmelerinde ortaya çıkar. Malebranche’ın idealist yaklaşımı, öznenin nesneyi kendinde ne ise o olarak bilmesine geçit vermez. Duyularımızdan doğru olarak yararlanmak istiyorsak onları bedenimizi ve sağlığımızı korumak için kullanmalıyız. Çünkü duyularımız bize salt bedenimizin sakınımı için verilmiştir.

Malebranche duyumun hangi fizyolojik süreçlerle oluştuğunu Descartes’a uygun olarak açıklar: Sinirlerin içinden canlılık özsuları akar. Dış nesne duyu organı tarafından etkilendiğinde bu sinirler uyarılır ve bu uyarım canlılık özsuları tarafından beyne iletilir. Duyumdaki ruhsal öge beyinde oluşur ve bu da salt ruha aittir. Fizyolojik süreç sırasında canlılık özsuları beyinde izler bırakır. Canlılık özsuları dış nesne yerine başka bir etken tarafından devinime geçirilirse bu izler etkilenir ve ruhsal bir imge oluşur. İnsan istediğinde bu canlılık özsularını devinime geçirerek ruhta bir imge meydana getirebilir. Canlılık özsuları istençsiz olarak da devinebilir ve imgeler istençsiz de oluşabilir. Malebranche, imgelerin çağrışımının mekanik olduğunu, birbirleriyle bağlantılı birçok şey gördüğümüzde beyinde bunlara karşılık düşen izler arasında bir bağlantı doğacağını söyler. İzler kümesinin bir üyesinin uyarılması, öteki üyelerin uyarılmasına yol açar ve imgeler birbirini çağrıştırır. Böylece bellek de beyin lifleri üzerindeki izlerle açıklanır. Alışkanlık ise canlılık özsularının hep aynı kanallardan geçmelerini anlatan bir durumdur. Maddi şeylerin imgelerinin, şeyleri bizimle ilişkileri içinde değil de, kendilerinde oldukları gibi temsil ettikleri düşünülmemelidir. İmgelemin ürünleri olgusal duyumlardan daha zayıftır ama bazen daha canlı olabilirler. İmgelenen nesnelerin, gerçekte var olmadıkları halde, olgusal olarak var olduklarını düşünmek de bir başka yanılgıdır. İmgelemleri öteki kişilere göre güçlü olanlar öteki insanları bu yönden etkileyebilirler. Bu da bir başka yanılgı kaynağıdır. Duyuların ve imgelemin yanılgıları bedenin doğasından gelir ve ruhun bedene bağımlılığının araştırılmasıyla ortaya çıkarılabilir. Ama salt aklın yanılgıları ancak aklın kendisinin ve nesneleri anlamak için zorunlu olan idelerin doğasını irdelemekle bulunabilir.

Malebranche, salt akıl ifadesiyle, zihnin, dışsal nesneleri, bunların beyinde imgelerini oluşturmaksızın bilmemizi sağlayan yeti olduğunu kasteder. Ama zihnin sonlu ve sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Yanlış yollara sapmak, insanların kavramadıkları şeylere kolayca inanmalarından ve düşüncelerinde doğru bir yöntem izlememelerinden doğar. Kendilerini, başka gerçekliklerin ön bilgisi olmaksızın bilinemeyecek olan gizli gerçeklikleri incelemeye verirler. Böylece açık olan ile olası olan arasında ayrım yapamazlar. Aristoteles bu duruma tipik bir örnektir. Oysa matematikçiler, yani Cebiri ve Descartesçi çözümleme yöntemini uygulayanlar doğru yolda ilerlemişlerdir. Doğru bilginin en güzel örneği matematiktir. Matematik açık ve seçik idelerle başlayıp düzenli bir yolda ilerleyen bilimlere en tipik örnektir. Sağın bilimlerin bilgisini elde etmede tek araçtır. Diğer tüm bilimlerin temelidir ve matematikteki açıklık ve seçiklik öteki bilimler için şaşmaz bir ölçüt oluşturur.

Öncesiz sonrasız doğrulukların bilgisi ise sadece Tanrı’da-görüş yoluyla edinilebilir. Bu görüşü Augustinus’tan esinlenmiş olsa da, onun gibi, Tanrı’nın insan ruhuna doğuştan ideler yerleştirdiğini savunmaz. Biz bu ideleri ancak Tanrı’da-görebiliriz. Bu nasıl gerçekleşir? Tanrı kendisinde, yaratmış olduğu tüm şeylerin idelerini taşır; yoksa onları yeniden üretemezdi. Ayrıca, Tanrı, kendisini insanlara öyle yakın verir ki, insan ruhunun yeri Tanrı’dır demek yanlış olmaz. Böylece insan aklı, Tanrı’da, tanrısal edimleri görebilir. Yeter ki Tanrı, insan zihnine onları temsil eden ideleri bildirsin. İnsan, bu idelerden bazen birini bazen ötekini olmak üzere tüm varlıkların idelerini görmek isteyebilir. Tanrı sırası geldikçe tüm ideleri zihnimizde görünür kılar. Yani kendi varlığını insanların zihinlerine verir. Ama bu, Tanrı’nın özünü göreceğimiz anlamına gelmez. Tanrı’nın özü onun mutlak varlığıdır. İnsan sadece Tanrı’da bulunan ideleri görür. Tanrı’nın mutlak varlığı ise insana daima kapalı kalır.

Malebranche, “bu ideler nedir?” diye sorar. Öncelikle öncesiz-sonrasız gerçekliklerin idelerinden söz eder. Örneğin “iki kez iki dört eder” önermesi, iki kez ikinin dört ettiği gerçekliğinin idesidir. Biz salt bu ideyi görürüz. İki kez ikinin dört ettiği gerçekliğini göremeyiz. O gerçeklik Tanrı’nın mutlak varlığına ait bir şey olarak bize kapalıdır. Ayrıca Tanrı, duyulur şeyleri bilir ama onları algılamaz. Bu nedenle Tanrı’da bireysel, maddi cisimlerin ayrı ayrı idelerini görmeyiz, sadece salt uzam idesini görürüz ki, uzam cisimler dünyasının temelidir. Zaten madde uzamdan başka bir şey değildir çünkü maddeye ilişkin açık ve seçik kavramımız olarak yalnızca uzamı ayrımsarız. Çünkü Tanrı’da salt uzam idesi vardır ve biz de Tanrı’- da maddenin ilk biçimi olarak salt uzam idesini görürüz. Burada da yine Tanrı’nın özünü, yani kendisini görmüş olmayız. Üçüncü olarak tüm zihinler Tanrı’da öncesiz sonrasız ahlak yasalarını görürler. Burada durum biraz farklıdır. Öncesiz-sonrası z gerçeklikleri zihinlerimizin Tanrı’nın dünyasıyla birliği dolayısıyla görürüz. Ama ahlaksal düzen Tanrı’ya doğru yönelim ya da eğilim yoluyla bilinir. Tanrı’sal istençten aldığımız bu doğal ve her zaman bulunan yönelim nedeniyle, iyiyi sevmemiz ve kötüden sakınmamız gerektiğini, adaleti zenginlikten çok sevmemiz gerektiğini, Tanrı’ya boyun eğmenin insanlara buyruk vermekten iyi olduğunu v.b. doğal ahlak yasalarını biliriz. Çünkü Tanrı’ya doğru temel yönelimimizin bilgisi, doğal ahlak yasasının bilgisini kapsar. Malebranche, buraya bir istisna koyar: O da ruhumuzun bilgisidir.

Ruhumuzun bilgisini, ‘Tanrı’da-görüş’ yoluyla bilemeyiz; salt bilinçlilik yoluyla bir ruhumuz olduğu bilgisine ulaşırız. Yine de ruhumuzun açık bir bilgisine sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Ruhumuza ilişkin olarak, sadece bizde yer aldığını algıladığımız şeyi biliriz. Örneğin acıyı hiç yaşamamış olsaydık ruhumuzun böyle bir edilgiyi bize bildirme yatkınlığı olduğundan haberimiz olmazdı. Ruhumuzun hangi edilgileri taşıyabileceği ancak deneyimsel olarak bilinebilir. Malebranche ruhun bilinçlilik yoluyla elde edilen bilgisine, ruhun tinsel yapıda olduğu ve ölümsüz olduğu bilgilerini de eklemiştir. Ancak deneyimlemeksizin ruhun ölümsüz olduğunu nasıl bildiğimiz konusu problematiktir. Bunun tanrısal bir bildiriş olarak öne sürüldüğü açıktır ama konuya felsefi olarak bakıldığında bu konuda inandırıcı bir tanıtlama yapıldığı söylenemez.Başka insanların ruhlarını ise kendilerinde şeyler olarak asla bilemeyiz. Bizden ayrı oldukları için Tanrı’daki ideleri aracılığıyla, bilinç yoluyla da bilemeyiz; sadece analoji yoluyla bilebiliriz: Başka insanların ruhlarının bizimkine benzediği bilgisinden hareketle her ruhun mutluluğu arayacağı vargısına ulaşırız. Bu da, Tanrı’ya olan yönelimimizden dolayı ve tanrısal bildiriş bu yolda olduğu için böyledir. Salt kendi varlığımızdan yola çıkarak başkalarına ilişkin sonuçlar çıkarmak bizi yanılgıya sürükleyecektir.

Görüldüğü gibi gerek bilgi gerekse metafizik görüşleri bakımından Malebranche tümüyle Tanrı kavramından yola çıkmaktadır. Ona göre bilgilerini taşıdığımız ve ilişki içinde olduğumuz üç varlık türü vardır: Tanrı ya da sonsuz olarak yetkin varlık; tüm şeylerin ilk nedeni ve ilkesidir. İkincisi zihinlerdir ve bunların bilgisini kendi doğamıza ilişkin iç duyum ile biliriz. Üçüncü olarak cisimler gelir; bunları n varoluşuna, varoluşa ilişkin olarak sahip olduğumuz tanrısal bildiriş yoluyla inandırılırız.

Tanrının varoluşunu nasıl biliriz? Buradaki temel uslamlaması Descartes’ın da kullandığı biçimiyle, Anselmus’un ontolojik kanıtının bir uyarlamasıdır. Bizim sonsuza ilişkin bir idemiz vardır. Ama hiçbir sonlu şey sonsuzu temsil etmez ya da edemez. Sonluya eklemelerde bulunarak da sonsuzun idesini oluşturamayız. Sonluyu sonsuzun idesini sınırlayarak kavrarız. Böylece sonsuz kavramı bize verili bir şeydir. Bu da Tanrı’nın varoluşunun bir doğrulanışı ya da etkisidir. Demek ki sonsuz idesi, sonsuz derecede yetkin bir varlığın yani Tanrı’nın idesidir.

Öyleyse Tanrı ya da sonsuz ölçüde yetkin varlık, tüm nedenlerden bağımsız ve değişmezdir. Her şeye gücü yeter, öncesiz sonrasız, zorunlu ve her-yerde bulunandır. Tanrı tüm şeyleri kendinde bilir. Ama biz insanlar bu tanrısal bilgiyi kavrayamayız. Tanrı bu dünyayı özgür istenciyle yaratmıştır ve özgürce saklar. Bu karar sonsuzdan beri böyle olduğu için kendi içinde değişmezliği de içerir. Tanrı dünyayı yaratma ve sakınma özgür kararını vermişse, bir bakıma dayanıklı bir düzen kurduğuna güvenebiliriz. Tanrı kendi buyruklarını değiştirmez. Bu durum yine de Tanrı açısından özgürlükle bağdaşır. Çünkü sonsuzluktan bu yana Tanrı zaman içinde yapacağı her şeyi istemiştir ve sonsuza dek istemeyi sürdürecektir; istemesinde hiçbir değişiklik ve zorunluluk olmaksızın sonsuzca ister, onun bu özgür istemesi salt var olduğu için zorunludur. Tanrı olmamazlık edemez, çünkü vardır ama salt istediği için vardır.

Malebranche’ın felsefesi Tanrı-merkezli değilse de Tanrı kavramını merkeze oturtan bir felsefedir. Ne nesneler birbirinin nedenidir, ne de ruh herhangi bir şeyin nedenidir. Evrendeki her şeyin biricik gerçek nedeni Tanrı’dır. Malebranche’ın açık seçik ideleri Tanrı’da görüş öğretisi Descartes ile bağdaşmaz. Ruh ve beden arasında etkileşim olmadığını savunması ise Kartezyen felsefeyi bir adım öteye taşır. Sonuçta Malebranche, Kartezyen ilkelerden yola çıkıp idealist ve dinsel nitelikli özgün sonuçlara ulaşmış bir filozoftur. Evrendeki her şeyi Tanrı istencine dayandıran görüşleri teolojik temellere oturtulmuş, dini bir felsefi yaklaşım olarak felsefe tarihindeki yerini almıştır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...