Felsefe hakkında her şey…

Modern toplum nasıl ortaya çıkmıştır?

12.01.2023
1.171
Modern toplum nasıl ortaya çıkmıştır?

Modern toplumun doğuşu şöyle açıklanabilir: Avrupa’da 16. yüzyıldan başlayan ve giderek hızlanan büyük bir değişim yaşanmıştır. Roma sonrası oluşan feodal toplumsal yapı, yeni ortaya çıkan burjuvazi tarafından dönüştürülmüş ve nihayetinde modern toplum ortaya çıkmıştır.

Sosyoloji modern toplumun doğuşunu ve gelişimini ele almak üzere ortaya çıkmış bir bilimdir. Bu açıdan bakıldığında toplumsal değişimin sosyolojinin ilk ve esas konusu olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Aydınlanma düşünürleri yeni toplumun oluşumunu tartışırken sosyolojik düşüncenin temel kavramlarını da oluşturmuşlardır. Dolayısıyla sosyolojinin değişim ile ilgili dili ve kavramları modern toplumun oluşum problematiğini ve sorunlarını da bünyesinde taşımaktadır.

Aydınlanma düşünürleri dendiğinde, İngiltere’de Bacon, Hobbes ve Locke’un deneycilik’iyle, J. Toland ve M. Tindal’ın doğalcılık’ı akla gelir. Fransa’da Descartes, Spinoza, Montesquieu, Voltaire ve Rousseau gibi isimlerle Diderot, Condorcet, d’Holbach, Turgot, Helvetius gibi Ansiklopedi çevresinde toplanmış düşünürleri akılda tutmak gerekir. Son olarak, Almanya’da ise Leibniz, Grotius, Thomasius, Wolff, Lessing ve Herder gibi filozoflar, Peztalozzi ve Francke gibi eğitimciler ve nihayet aklı her alanda ön plana çıkartan Kant, Aydınlanma düşünürleri arasında yer alırlar.

Toplumsal Yasaların Keşfi

Aydınlanmacıların genel ilerlemeci tarih ve toplum anlayışı içinde Montesquieu toplumların oluşum ve değişiminde belirli kanunlar olduğu fikrini ortaya atmıştır (Zeitlin, 1968, s. 20). Montesquieu (1998, s. 50-52) sadece doğanın değil toplumun da belirli yasalara göre hareket ettiği fikrini geliştirerek toplumsal değişimin mekanik bir süreç olduğuna dair ilk değerlendirme çerçevesini ortaya çıkarmıştır. Aslında toplumsal kanunlara yapmış olduğu bu vurgu onu sosyolojinin atası kılmaktadır.

Montesquieu, Romalıların Büyüklük ve Çöküş Nedenleri isimli eserinde Roma’nın çöküşünü olgulara bağlı olarak açıklamaktadır. Ona göre Roma’yı yükselten ve daha sonra çökerten nedenler şahıslarda değil olgularda aranmalıdır. Bierstedt (1990, s. 23), bu çerçevede Montesquieu’nun tarihi anlaşılabilir kılmak için neden-sonuç ilişkilerini aradığını dile getirmektedir. Yasaların Ruhu adlı eserinde bu olgusal incelemeyi daha da ileriye taşımaktadır. Bu eserin önsözünde “önce insanları inceledim, yasaların ve geleneklerin sonsuz farklılığı içinde sadece kendi keyif ve isteklerine göre yönelmediklerini anladım” demektedir. Ona göre bu kanunların anlaşması yoluyla daha iyi bir toplum oluşturmanın imkânı ortaya çıkacaktır.

Montesquieu coğrafi ve iklimsel koşulların toplumsal alanı belirlediğini düşünmektedir. Ona göre dünyada coğrafi şekillenmeye bağlı olarak güneyden kuzeye doğru üç iklim kuşağı ve buna bağlı olarak da ortaya çıkan üç siyasal sistem bulunmaktadır. Güneydeki Asya ve Afrika’da sıcak iklim kuşağında egemen olan despotizm; kuzeydeki soğuk iklim kuşağında egemen olan cumhuriyet ve ortadaki ılıman iklim kuşağında ise egemen olan monarşi’dir. Küçük devletlere uygun düsen Cumhuriyet’in yönetici ilkesi erdemdir. Büyük imparatorluklara uygun olan despotizmin yönetici ilkesi korkudur. Orta boy devletlere uygun olan monarşinin yönetici ilkesi ise san ve şereftir. Montesquieu her şeyin en itidalli biçimi olarak tanımladığı, Avrupa’ya en uygun olduğunu düşündüğü monarşiden yanadır. Zira diğer iki modelde sürdürülebilirlik problemi söz konusudur.

Toplumsal yasaları keşfeden Montesquieu, toplumsal alanın ve değişimin incelenmesinde yeni bir bakış açısı kurmuş ve bu yönüyle de sosyolojinin atası olmayı hak etmiştir. Böylece artık vakaların tekil incelenmesi ile yetinilmemiş sistematik bir biçimde fiziksel dünyada olduğu gibi toplumsal alanlarda da nedenler ile sonuçlar arasında bir bağlantı tesis edilmeye başlanmıştır. Bu da toplumsal yapıların ve değişmenin sistematik olarak incelenmesi için önemli bir temel teşkil etmektedir.

Montesquieu’nün toplum yasalarını keşfi ve bunları coğrafya ve iklim gibi insan iradesi dışındaki iki etkene bağlaması onun yine de eski fikri geleneklere sadık olduğunu gösterir. Halbuki Aydınlanma Çağı insanın kendi iradesi ile gerçekleştirdiği değişimleri önemsemekte ve merkeze almaktadır. Burada özellikle ilerlemecilik kritik bir rol oynamıştır. İlerlemecilik Montesquieu’nun kanunlar fikrini almış ancak bunun temelindeki iklim ve coğrafyayı çıkararak yerine insan aklının düzenliliğini yerleştirmiştir.

İlerlemecilik, iyimser bir felsefenin ifadesi olarak, ilerlemeye inanan, insanlığın giderek daha fazla ve yetkin bir bilgiye ve mutluluğa ulaşacağını savunan görüşü ifade eder. Bacon ile başlayan, Descartes, Kant ve Voltaire ile sürüp Comte, Darwin ve Marks’ta en yüksek düzeye erişen bir tavır olarak ilerlemecilik, insan bilgisinin giderek gelişeceğini, insanın doğaya egemen olup evrenin gizlerine nüfuz edebileceğini dile getirir (Cevizci, 1999).

Modern toplumun doğuşu tartışmalarında Kilise’nin eskilikten kaynaklanan kendi geleneksel gücünü merkeze aldığını ve modernleri yeni, genç ve tecrübesiz olmakla itham ettiğini biliyoruz. Buna karşı Bacon dünya tarihi penceresinden bakıldığında Antik çağların daha genç ve tecrübesiz olduklarını ve modernlerin ise birikmiş bir tecrübeye sahip ve dolayısıyla daha yetkin olduğunu savunarak söylemi tersyüz etmiştir. Böylece insanlığın başlangıçtan itibaren tecrübelerin birikimi ile bir ilerlemeye sahip olduğu da kabul edilmektedir.

Pascal’a göre Tanrı’nın ebediyetinde olduğu gibi insanlığın ebediyeti de ilerleme ile sembolize edilmektedir. Fontenelle’in düşüncesi dünyada aklın sürekli ilerlediği yönündedir. Leibniz de bunu insandaki bir güdü olarak görür ve olası dünyaların en iyisinde olduğumuzu, bu dünyanın kendini sürekli yenilediğini belirtir. Sonraki dönemlerde insanlığın tıpkı bir insan gibi çocukluktan başlayıp geliştiği şeklindeki organik görüş kabul edilir. Tabiatın matematiksel bir düzene sahip olduğunu düşünen Descartes’e göre insan aklıyla bu düzeni çözüp yaşamı mükemmelleştirebilir. Böylece akılcılıkla temellendirilen ilerlemecilik eskinin egemenliğini kati bir biçimde sonlandırmıştır.

Kaynak: Toplumsal Değişme Kuramları, s.  18-20, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3563 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2397

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...