Felsefe hakkında her şey…

Kapitalizmin özü olarak Püritanizm

26.12.2022
482
Kapitalizmin özü olarak Püritanizm

Sosyolojinin kurucu babalarından birisi olan Max Weber, sanayi toplumunun özelliklerini irdelemeye, bu düşünümü üzerinden modern kapitalist ilişkiler düzeninin ruhunu anlamaya çalışmıştır.

Weber, toplumu bireye dışsal bir gerçeklik olarak kavramsallaştırmaz. Bunun yerine bireyler arası anlam alışverişini öne çıkarır. Bununla birlikte Weber, Georg Simmel’in vurguladığı kadar sosyo-psikolojik bir çözümlemeye girmekten kaçınır. Yöntembilimsel olarak, bireyi, eylemine anlam katabilen bir eyleyen (fail) olarak düşünür. Toplumsal olguları anlamak içinse onların kavramsal anlamda olabilecek en saf hâllerini (ideal tip) inşa edip bunu gözlemlenen gerçeklikle karşılaştırmayı önerir.

İlgili konu: Weber’in ideal tipleri

Ona göre, olgular bireylerin eylemlerinden bağımsız değil, onların karmaşık tekrar örüntülerinden oluşur. Bu amaçla, Weber, kapitalizmin bir ideal-tipini çizmeye girişir.

Weber’e göre, kapitalizmin köklerinde yalnızca üretim ilişkileri, saf ekonomik etkenler yoktur; tersine kültürel olanla ekonomik olanın ilişkisi, kapitalizmi şekillendirmiştir. Buna göre, kapitalizm Batı Avrupa’nın özgül koşullarında 15. yüzyıl içinde ortaya çıkmıştır. Bu dönüşümün bir dizi ekonomik nedeni olmakla birlikte, kapitalizm, önemli ölçüde Protestan mezhebinin ahlak anlayışı içinde gelişmiştir. Özellikle Calvin tarikatının inanç çerçevesi kapitalizmin ruhu’nu belirlemiştir.

Calvinist anlayış, çalışmayı ibadetle eş değer gören, sürekli birikim yapmayı ahlaken erdemli bir davranış olarak tanımlayan bir inanç biçimidir. Weber tarihsel bir çözümlemeyle, Calvinci anlayışın, bir yandan ticaretin sonucu olan kazancı biriktirmeyi, diğer yandan dünya nimetlerinden kaçınmayı katı bir ahlak kuralı olarak benimsemeyi gerektirdiğini, bunun da kârın birikerek sermayeyi sürekli büyütmesine dayalı olan kapitalizmi desteklediğini ileri sürer. Doğal olarak, böyle bir ahlak (protestan ahlakı) içinde, asgari yaşamsal gereksinimlerin karşılanmasından fazlası olan tüketim, yalnızca gereksiz değil aynı zamanda ahlâken uygunsuz, hatta günahtır. Diğer bir deyişle, 19. yüzyılda nicel olarak artan ve nitel olarak toplumsallaşmada rol oynar hâle gelen tüketim, kapitalizmin çıkış koşullarındaki ahlak anlayışında en çok dışlanan kavramdır.

Kapitalizmin ruhunu oluşturan bu yeni ahlak, özgür irade ilkesiyle toplumsallaşan insan tipinin hayatın anlamını pratik rasyonellik üzerine inşa etmesinin sonucudur (Weber, 2014: 87). Ancak hayatın aşamalı rasyonelleşmesi (teknolojik gelişme, verimliliğin artması, vb.), artı değer’in çok fazla birikmesine yol açmış, bu ise tüketimin gereksinim karşılamanın dışında işlev yüklenmesine neden olmuştur.

Weber’e göre, rasyonelleşme (biçimsel rasyonelleşme), daima irrasyonel (etnik, dinsel, vb. kültürel unsurlar) olanı da barındırır; maddi rasyonelleşme kavramıyla bu unsurlar ekonomik olana dâhil olur (Weber, 1995: 131). Tüketimin, özellikle Sanayi Devrimi’yle birlikte, anlam değiştirmesi, bir bakıma kapitalist rasyonelleşmeye içkin irrasyonel bir boyuttur.

Kaynak: Tüketim Sosyolojisi, s. 9-11, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 4159 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2939

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...