Jean Jacques Rousseau’nun Kültür Eleştirisi
Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev’e insan aklının başarılarının övgüye değer olduğunu belirterek başlar; “İnsanın tümüyle kendi çabalarıyla adeta yokluktan kendisini var ederek yukarılara doğru yükseldiğini görmek çok asil ve güzel bir görünümdür; insan aklın ışığı ile onu ve yaşamını kaplayan tüm kara bulutları dağıtmıştır.” Bu tümcelere bakarak Rousseau’nun Dijon Akademisinin sorduğu soruya, aydınlanmanın tinine de uygun olarak olumlu bir yanıt vereceği düşünülebilir.
Ne var ki bu satırlardan sonra giderek bilim ve sanatlara acımasız bir eleştiri gelmektedir. Anlaşılan ilk tümceleri insanlığın başlangıçtaki doğa ile zorlu bir savaşım içinde bulunulan ilkel dönemlerden çıkışına bir gönderme olarak kullanmıştır. Çünkü ona göre bugün gelinen noktada, ilerleyen bilim ve sanatlar, “insanları gündelik yaşamlarında çökerten zincirlerin üzerine çiçek çelenkleri atmakta ve yüreklerindeki onun için doğmuş göründükleri özgürlük duygusunu boğmaktadır. Zihnimizin de tıpkı beden gibi gereksinimleri vardır; bedeninkiler toplumun temelidir; zihninkiler ise salt süslemelerdir. Bu ‘süsler’ insanlara köleliklerini sevdirmekten başka bir işe yaramamaktadır.”
Rousseau, insan doğasının daha eski dönemlerde de daha iyi olmadığının farkındadır. Ama sanatların ve bilimlerin, insanları çok daha kötü yapmak için dikkate değer değişiklikler ürettiğine inanmaktadır. Ona göre, “Sanat ve yazın davranışımızı biçimlendirmeden, duygularımızdan yapay bir dille söz etmeyi bize öğretmeden önce, ahlaklarımız belki kaba saba, inceliksiz, ama doğaldı. Modern yaşam biçimi herkesi, konuşmada, giyimde, tutumda moda olanı izlemeye zorladı, kendi doğamızı izlemeye izin vermedi ve çok geçmeden olduğumuz olarak görünmeye cesaret edemez bir duruma geldik.” “İnsan sürüsünde” herkes bütünüyle birbirine benzer davranır, bu nedenle gerçek dostumuzun kim olduğunu bile asla bilemeyiz. İnsan ilişkileri şimdi tam bir aldatmacadır; oysa daha eski dönemlerde insanlar birbirlerini kolayca ayırt edebiliyorlardı; bu da onların birtakım kötü alışkanlıklarını önlemek için gerçekten bir avantaj oluşturuyordu. Rousseau, eleştiri oklarını, insanların lüks düşkünlüğüne ve politikanın ekonomik görünümlerine vurgu yapan yöneticilere de yöneltir: Geçmiş dönemdeki politikacıların daima ahlaktan ve erdemden söz ettiklerini, bu günün yöneticilerinin ise ticaret ve paradan başka bir şey konuşmadıklarını anımsatır. Lükse karşı uslamlaması parlak ama kalıcı hiçbir değeri olmayan bir toplum yarattığı yönündedir. Çünkü para her şeyi satın almasına karşın, ahlakı ve yurttaş olmayı satın alamamaktadır.
Rousseau, sanatlarda ve bilimlerde ilerlemenin daima ahlakta bir düşüşe ve toplumun sonunda çöküşüne götürdüğünü, tarihten seçtiği birtakım örneklerle de desteklemeye çalışır. Söz gelimi Mısır, felsefenin ve güzel sanatların anası durumunda iken, çok geçmeden Persler, daha sonra Yunanlılar, Romalılar, Araplar ve son olarak Türkler tarafından ele geçirilmiştir. Yunanlılarda da bilimlerin ilerlemesini çok geçmeden haz düşkünü tutumlar izlemiş ve bunun sonucunda Makendonya’ya boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Bunlara karşıt olarak erken Perslerin ve İskitlerin erdemlerinden söz edilebilir. Romalılar önceleri tüm barbar boyları dize getirerek çok büyük bir imparatorluk kurdular ama ne zaman ki Stoacı disiplini terk ederek, Epikurosçu hazcılığın gevşeticiliğinde yok oldular, o zaman Germanik boyların yalınlık, masumluk ve doğallık gibi erdemlerinin karşısında eriyip gittiler.
Rousseau’ya göre istikrarlı bir toplum çoğunluğun kendi düşünce ve davranışları için kural olarak kabul ettikleri bir fikirler ya da değerler dizisi üzerinde yükselir. Rousseau bu fikirlerin birkaç nedenden dolayı felsefe ve bilim tarafından altının oyulabileceğine inandı. Birincisi, her toplum bir birliktir ve onun özgünlüğü özel yöresel değerler setidir. Ama bilim ile felsefe evrensel doğruluğu araştırırlar. Tam da böyle evrensel bir doğruluğun peşine düşme yöresel düşünceyi doğruluğa göre daha değersiz bir şey olarak gösterir ve böylece onun otoritesini yok eder. Bu sorunu şiddetlendiren bir nokta olarak, bilim kanıt ya da belge gereğini vurgulama yoluna gider, oysaki en önemli konulara ilişkin başat fikirler bir kuşkunun ötesinde kanıtlanamazlar ve bundan dolayı birleştirici güçlerini kaybederler. Ayrıca bilim, düşüncelerin yerleşmişliğine karşıt olarak daima kuşkucu bir duruşu gerektirir. Rousseau’ya göre, topluluğu bir arada tutan bilgi değil, inançtır. Oysa bilginin peşinde olan bilim insanı da filozof da inançtan kaçınır. İnançtan uzun süreli kaçınmanın belirli sayıda kişi ile sınırlı kaldığı sürece çok fazla bir zararı yoktur ama kuşkuculuk akımında doruğuna ulaşan kuşkucu ruhun halk arasındaki yayılımı tarafından verilen zararı gidermek hiç de kolay olmaz; kuşkuculuk böylece kamusal erdemin zayıflamasına neden olacaktır. Rousseau, kamusal erdem derken başlıca yurtseverlik erdemini düşünmektedir. Ona göre bilimin ruhu yurtseverliğin de aleyhinedir, çünkü bilim kişisi genelde bir dünya yurttaşı olmaya doğru yönelir, oysaki yurtsever kendi toplumu ile çok güçlü bir ilişki içindedir. Toplum içinde böyle parçalayıcı yönelimleri azaltabilmek için güçlü yönetimler zorunlu olur ve bu da Rousseau’ya göre despotizme giden yolu açar. Rousseau görüldüğü gibi olumsuz tezi uğruna bilim ve felsefeyi kuramsal düzeyi bakımından da mahkûm etmiş görünüyor.
Rousseau’ya göre istikrarlı bir toplum, çoğunluğun kendi düşünce ve davranışları için kural olarak kabul ettikleri bir fikirler ya da değerleri dizisi üstünde yükselir.
Rousseau, bilim ve felsefe ile olan bu tartışmalarını daha ileriye götürmek istemez ve halkın anlayabileceği bir dille Bacon, Descartes ve Newton’a derin bir saygı duyduğunu ifade eder; bu düşünürleri insanlığın büyük öğretmenleri olarak kabul etmektedir. Bu açıdan insansal öğrenmenin zaferine anıt diken sadece birkaç kişidir. Sanatlar ve bilim alanında çalışmaları için sadece birkaç kişiye izin vermek uygun olabilir: Aslında popüler hale getirebilmek için bilgiyi çarpıtanlara hücum etmekte olduğunu dile getirir; bu gibi kişiler, bilimlerin mabedlerinin kapılarını kırıp dökmüş ve değersiz bir avama eksiklikleri çok daha iyi olacak olan bilgi ve düşünceleri sunmuşlardır. Oysa insanlar şunu bilmeli ki bir annenin çocuğunun elinden tehlikeli bir silahı alması gibi, doğa da onları bilimden öyle korumuştur. Sıradan insan mutluluğunu kendi kalplerimizin içinde bulabileceğimiz düşünceler üzerine kurar. Erdem basit zihinlerin yüce bilimidir. Gerçek felsefe de vicdanın sesini dinlemektir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı