De Docta Ignorantia ve Cusanus’un Tanrı Anlayışı
Cusanus’un bilgi anlayışını en iyi şekilde onun De Docta Ignorantia (Öğrenilmiş Cehalet) adlı yapıtından hareketle öğrenmek mümkündür. Yukarıda da dile getirildiği gibi Cusanus, Doğu Kilisesi ile Roma arasında bir uzlaşı arayışı için gittiği İstanbul’dan Venedik’e dönüş yolculuğunda, gemide bir tür içe doğuş ile sarsılır. Bu içe doğuş hemen anılan yapıtını kaleme almasını sağlamıştır.
De Docta Ignorantia adlı yapıt esas itibarıyla üç ana kitaptan oluşmuştur. Birinci kitap maximum absolutus (Mutlak Sınırsız) veya Tanrı ile ilgilidir. İkinci kitap, Sınırsız’ın kendini açması sonucunda ortaya çıkan evreni ele almaktadır. Üçüncü kitap ise daha çok ilahiyat konularına eğilmekte ve İsa ile ilgili bir sorgulama gerçekleştirmektedir. Biraz önce belirttiğimiz gibi, ilk kitaptaki Maksimus Tanrı’dır. Maksimus her şey olduğundan onu aşabilecek, onun sınırlarının ötesinde varolma imkanı bulabilecek herhangi bir varoluştan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla yapıttaki ana konu, Maksimus’un evrendeki varoluş ile olan ilgisi ve bu ilginin bilinip bilinemeyeceği sorunudur. Başka kelimelerle dile getirilecek olursa, Cusanus bu yapıtında, hakikat, Tanrı ve insan arasındaki ilişkiyi değerlendirmektedir.
Yapıtın hemen başlarında (1. Kısım) Cusanus, Tanrı’nın bütün insanlara bilmeyi arzulamak gibi bir duygu yerleştirdiğini gözlemlediğini söylemektedir. Bununla birlikte, dünyaya ilişkin yargılarımız, dünyayı taşıyan hakikati bütünüyle kavramaktan uzaktır. Nicolaus Cusanus, Aristoteles’in düşüncenin önündeki en büyük engel olduğunu düşünmekteydi. Cusanus’un yargıların hakikati taşıyamayan cılızlığını ileri sürmesi Yeniplatoncu bir iz taşımaktadır. Cusanus, yapıtında, Sokrates’in bilgeliğini ön plana çıkarmaktadır. Ona göre Sokrates, bilgisizliği hakkındaki bilgisi dışında hiçbir şey bilmemektedir. Aristoteles de, İlk Felsefe’sinde (yani Metafizik adlı yapıtında. Aristoteles’in yapıtı Rodoslu Andronikos’un sınışandırması neticesinde Metafizik olarak anılır hale gelmiştir. Bununla birlikte Aristoteles, bu yapıtına “ilk felsefe” olarak çevrilebilecek “prote philosophia” adını uygu görmüştür.) doğanın sırlarını açığa çıkarmaya çalışmamızı, bir baykuşun güneşe bakmaya çalışmasına benzetmektedir (De Docta Ignorantia, I, 1).
Eskilerin bu kadar kuvvetli bir şekilde dile getirdiklerinden sonra, Cusanus’a göre, bizim de ilk iş olarak cehaletimizi bilmemiz gerekir. Başka şekilde dile getirecek olursak, Cusanus, artık sıranın bilmediğimizi bilmeye geldiğini söylemektedir. Şayet cehaletimize ilişkin bilgimizi bütünüyle elde edebilirsek, o zaman öğrenilmiş cehalet denilen duruma yükselmemiz işten bile olmayacaktır. Böylelikle insanlar bilgisizliklerini ne kadar fazla bilirlerse, o kadar fazla öğrenecekleri şey olduğunu da fark edeceklerdir (De Docta Ignorantia, I, 1).
Cehaleti öğrenme işi derece derecedir. İnsanlar arasındaki farklı kavrayışlardan hareketle Cusanus, en yüksek derecedeki cehaleti öğrenme ile ilgileneceğini söyler. Bu da sınırsızın kavranışı ile ilgili olduğundan ona “Maksimus” adını verir. Maksimus, “kendisinden daha büyüğü olamayan” demektir (De Docta Ignorantia, I, 2). Sıradan akıl, bilinenden henüz bilinmeyene doğru hareket etmektedir. Bilinen, yani öncül ile bilinmeyen, yani sonuç arasındaki mesafe az ise o zaman çıkarı mı gerçekleştirmek kolaydır. Bununla birlikte, aradaki mesafe büyüdükçe işin mahiyeti de güçleşmektedir. Eğer söz konusu olan insan ile sınırsız olan arasındaki mesafe ise, o taktirde atılan adımların sayısı ne kadar fazla olursa olsun, hiçbir zaman sınırsıza ulaşılamaz. Zira, sınırsız olan ile bizim başlangıç noktamız arasındaki mesafe sınırsızdır. Cusanus’a göre, Maksimus, yani sınırsız olan ile Birlik çakı şırlar. Birlik, bütün bağıntılardan ve çelişkilerden bağımsız bir şekilde varolduğu için ona Mutlak Sınırsızlık adını da verebiliriz. Sınırsız olana hiçbir şey karşıt olamayacağından o aynı zamanda her şeyin içindedir (De Docta Ignorantia, I, 2; Maurer, 1982: 312).
Bu durumda, akılsal çabanın insanı sınırsız olana götürebilmesi olanaksızlaşır. Buradaki olanaksızlık sadece sınırsız olana erişmek bakımından değil; fakat aynı zamanda şeylerdeki hakikatin açığa çıkartılması durumunda da ortaya çıkmaktadır. Zira hakikat dediğimiz şey daha az veya daha fazla olan bir şey değildir. Hakikat bölünemez bir yapıdır. Oysa akıl, şeylere ilişkin hakikati elde etmek adına öncüller ile sonuçlar arasında bağıntılar kurmakta, böylelikle de sınırsız olanı bölmeye çalışmaktadır. Nicolaus Cusanus, akıl ile hakikat arasındaki ilişkiyi çokkenarlı cisim ile daire arasındaki ilişkiye benzetir. Çokkenarlıya ne kadar çok kenar eklersek ekleyelim o hiçbir zaman daire ile özdeş hale gelmeyecektir. Aynı bunun gibi, aklımız da hakikate ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın hiçbir zaman onunla çakışacak bir düzeye yükselemeyecektir (De Docta Ignorantia, I, 3; Maurer, 1982: 312).
Mutlak Sınırsız, yani Tanrı, bizim anlama yetimizi aşan bir karakter sergilemektedir. İnsani bilginin bu sınırlı yapısı, sadece akılların sınırlı yapısından kaynaklanmamaktadır. Buradaki yetersizlik, bizim bilme yöntemimizle ilgilidir. Cusanus’a göre aklımız gidimli bir yeti, bir nesneden ötekine giderek bilgiyi elde etmeye çalı şan bir yapıdır. Bu yapının sahip olduğu ilk kural çelişmezlik ilkesidir. Bu ilkeye göre birbiriyle çelişik olan iki şey aynı anda doğru olamaz. Bununla birlikte bu ilke, Tanrı’yı kavramak için kullanıldığında işe yaramaz bir durum sergilemektedir. Zira bu ilke, Tanrı’nın bazı sıfatlarını onaylarken bazılarını reddetmektedir. Böylelikle Tanrı, birliği içinde aklımız tarafından kavranılamaz bir Varlık olarak kalmaktadır. Bunun için bizde akıl dışında başka bir yeti daha bulunmaktadır. Bu yetiye zihin adını veren Cusanus, kendisinden önceki filozofların ortaya koydukları negatif ve pozitif ilahiyatların dışında bir ilahiyattan söz eder. Nicolaus Cusanus, zihnin gücü sayesinde ortaya çıkan ve karşıtların çakışması anlamında biçimlenen bu ilahiyata birleştirici, bağlayıcı ilahiyat adını vermektedir (Maurer, 1982: 313; Dupre& Hudson, 2006: 468).
Nicolaus Cusanus’a göre Tanrı karşıtların çakışmasından başka bir şey değildir. Oysa, negatif ilahiyat anlayışında Tanrı ile ilgili biricik doğru ifadeler değillemelerdir. Bu konuda, Cusanus’a göre “öğretilmiş cehalet” sessiz kalmayı tercih etmektedir. Negatif ilahiyatın yaptığı şey, cisimsellik, duyulama, imgelem, iyilik, merhamet gibi bütün sınırlı ve insani yüklemleri ortadan kaldırmaktır. Bununla birlikte, bunların hepsinin çekip çıkarıldığı bir yerde Tanrı’nın da “değillendiğini” göz ardı etmemek gerekir. Oysa Cusanus’un Tanrı hakkındaki cehaleti öğrenilmiş bir cehalettir. Cusanus, Tanrı’nın kendisini yaratılışta gösterdiğini ve bundan dolayı da O’nun hakkında, en azından bir Yaratıcı olarak olumlu (pozitif) bir şeyler bilmemiz gerektiğini düşünmektedir (Dupre&Hudson, 2006: 468). Zira ancak bu olumlu şey aracılığıyla biz Tanrı’ya doğru giden kapıyı aralayabiliriz (De Docta Ignorantia, I, 24).
Görüldüğü gibi, Nicolaus Cusanus’a göre insan gibi sınırlı varlıkların bir başlangı çları ve bir de sonları vardır. Bu tarz varlıklar kendi varoluşlarını başka bir varlığa borçludurlar. Bu, başlangıç olabilecek varlık sınırlı veya sınırsız olabilir. Sınırlı olması durumunda onun da bir başlangıcının olduğunu düşünmek zorunluluğu vardır. Aksi taktirde sonsuza kadar devam edecek bir dizi başlangıç ve son söz konusudur. Bunun yerine sınırsız bir varlık düşünülürse, bu aynı zaman bütün varlıkların başlangıcı ve amacı olacak; üstelik kendisinin bir başlangıcı olmayacaktır. Bu anlayış, sınırsız varlığın veya mutlak sınırsızın kesinlikle gerekli olduğunu da ortaya koymaktadır (Maurer, 1982: 316).
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı